“Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır”

" لَتُـفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَـلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ"

“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”

Osmanlı’nın üçlü saç ayağı; İstanbul, Edirne’nin kardeşi, Bursa’nın oğludur. Bursa’yla şaha kalkan kısrak, "Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla."
Edirne ile Balkanları kuşatmış ve İstanbul ile çağ açıp çağ kapatarak insanlığa adaleti yaşatan ve öğreten cihan imparatorluğunu yücelten atalarımız “Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş...” diyerek İlâ-yı kelimetullâh uğruna ömürlerini bereketlendirmişlerdir. Rumeli’ni vatan toprağı yapan atalarımızın emanetini koruyamadığımız zamanlarda Balkanlarda mezalim ve göçlerle bir anavatanı, münbit bir coğrafyayı, şanlı bir tarihi kaybettik. Bir ayağı Rumeli'de bir ayağı Anadolu'da büyük bir dev olan "Devlet-i Aliyye" yani "Büyük Devlet"imizin kangren olan Rumeli ayağı “Elveda” denilerek kesildi.

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, 31 Ağustos 1913 tarihinde Batı Trakya’da kurulmuştur.
Balkan Savaşları sonrasında Batı Trakya'da Türkler ve Pomaklar başta olmak üzere çoğunluğu Müslüman ahali tarafından kurulan 3 ay yaşamış bir devletti.

Osmanlı'nın mutluluk ve şenliklerinin yapıldığı dönemlerde ‘‘Der-i Saadet’’ (Mutluluk Kapısı) olarak anılan Edirne'nin tarihi zulümler, haksızlıklar, kıyımlar ve acılarla dolu.
Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayan Balkan topraklarından geri çekilme ve Türklere
yönelik mezalim, 93 Harbi olarak nitelenen Osmanlı Rus Savaşı’nda artarak
devam etmiştir. Savaştan sonra ise Türklere karşı Bulgar ve Yunanlıların yıldırma siyaseti
başlamıştır. Birinci Balkan Savaşı’nda Yunan ve Bulgarların yaptığı mezalim içinden çıkılmaz
bir hal almıştır. 1913'te de Bulgarlar'ın işgaline uğruyor. Edirne'nin Bulgarlar tarafından istila edilmesiyle sonuçlanan Balkan Harbi'nde ise en büyük çatışmalar yaşanıyor. 1920'de son olarak Yunanlılar'ın işgaline uğrayan , milli mücadeleyle birlikte, Türkiye'nin batı sınırı ve Avrupa kapısı oluyor.

Selimiye Camisi, Osmanlı'nın Balkanlara vurduğu kökleri derinlere işlemiş silinmez bir mühürdür. Ayasofya'ya meydan okuyan kubbesiyle, " O zaman yükselerek arşa değer belki başım!.." dercesine minareleriyle göklerde dalgalanan İslam'ın şanlı bayrağıdır.
Selimiye, Rusların, Bulgarların, Yunan Rumların mezalimine göğüs germiş bir Balkan Savaşları'nın kahraman bir gazisidir
Doğu Roma İmparatorluğu'nun Başkenti İstanbul’u Konstantinopolis olarak diriltmek isteyen şer güçler tarafından Ayasofya bir takım ayak oyunlarıyla müzeye dönüştürülmüştür. Yedi düvele karşı İstiklâl Savaşı`nı verdikten sonra Ayasofya’nın kubbesine ve minarelerine prangalar vurulmuştur.

Fener Rum Patrikhanesiyle bindokuyüzlü yıllarda Ayasofya’yı esir alan güçler İstanbul’un intikamını alırcasına Edirne’yi de ikibinli yıllarda Edirne Büyük Sinagoguyla ve Bahailik Kutsal Mekanı; Beyaz Ev ile kuşatmışlardır. Fener Rum Patrikahanesi’nin Fatih’e yayılmasını engellemek için İsmailağa Cemaatini çözüm olarak yerleştirmek ne kadar eksik ve yetersizse Edirne’de Bahai Evi’nin soluna bir vakıftan bozma cemaat, sağına da derme çatma bir tarikat yerleştirmek köklü çözüm olmayacaktır. Çözüm olarak Trakya Üniversitesi’nin bütün kapılarının, bütün sınıflarının Balkanlarda yaşayan başta Türk soydaşlarımız olmak üzere Arnavut, Boşnak, Sırp, Hırvat, Makedon, Rumen öğrencilerine açılmasıdır. Balkanlara açılması sürekli engellenen Edirne’de Selimiye Camisi de 15 Temmuz öncesi Fetullahçı siyasetçiler ve bürokratlar tarafından Ayasofya’nın kaderine terk edilmiştir. Sultanahmet Meydanında “Zincirler kırılsın Ayasofya açılsın” diyenler, Selimiye Camisinin müzeleştirilmesini gözden kaçırmışlardır.

Fetullah, askerlik öncesi ve sonrasında Edirne Üç Şerefeli Cami'de toplam dört yıl süre ile imamlık yaptı. Edirne'deki görevi sırasında Dar'ul-Hadis Camii'nin imam odasında özel sohbetler başlattı.
Fetullah Gülen, 1959 yılında Edirne'ye atandıktan sonra şehirdeki Üç Şerefeli Camii'nde imam olarak görev yaptı. Bu dönemde konut olarak kullandığı bina yıkılmak üzere iken aslına uygun olarak yeniden yapıldı. Bilmeyenler için söylersek Fetullah’ın evi denilen ev Edirne Büyük Sinagogunun yanındadır. Bahai mezarlığı da Fetullah’ın Serhat Kolejinin hemen yanındadır. Bahaullah, Sabetay Sevi ve Fetullah bileşenleri Edirne’nin ciğerine çöreklenerek İslam’ın kanını emen vampirlerdir.

Trakya Üniversitesinin geçmiş dönemde restorasyonunu üstlenerek kültürel amaçlı kullanma isteğine sıcak bakılmasının ardından üniversiteye tahsis edilen bina, Yahudi cemaatinin tepkisi üzerine “Sinagogun kar birikmeleri ve bakımsızlıktan çöken çatısı” bahane edilerek yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildi.

15 Temmuz öncesi Edirne’yi yöneten Fetöcü siyasetçiler ve bürokratlar Bahai Evi’ni ve Edirne Büyük Sinagogunu ihya ederek Edirne’yi efendilerine ganimet olarak sunmuşlardır. Edirne esaret altındadır.

Balkan'ların yıkılmış, boynu bükük minareleri merhametime hasret beni beklemektedir. O minareler ve o kubbeler şahittir ki, Balkan'lar bizimdir aslında; Batı Trakya da sonsuza değin aslında bizimdir. İstanbul’u fetheden atalarımızın torunları olarak yüksek bir bilinçle Türklü’ğümüzü kuşandığımızda Roma’yı feth edeceğimiz günler yakındır.

Edirne düşerse ki düşmüştür; bilmeliyiz ki İstanbul’da düşer, İstanbul düşerse Bursa’da zamanla kendiliğinden çöker. Edirne artık Osmanlı'nın şehri değil Yahudiliğin, Sabetayistlerin, Bahailerin şehri oldurulmuştur. Ayasofya'yı açma düşleri kurarken Selimiye'miz elden gitmiştir. Edirne'nin dualarında, secdelerinde bir medeniyetin yenilmişliğinin izleri vardır.

Edirne’de Selimiye’nin esareti bitmeden İstanbul’da Ayasofya’nın zincirleri kırılamaz.