Manevi ve Milli değerlerden, bilimsellikten yoksun eğitim sistemi bir ülkenin hastalıklarının ana kaynağıdır. Şu anda birçok ülkede ve ülkemizde taklit edilen Amerikan eğitim sisteminin çöküşü Nisan 1983’te yayınlanan ABD Federal Hükümetinin kurduğu Eğitim Komisyonu tarafından hazırlanmış ‘A Nation At Risk’ adlı raporda ortaya konmuş ve bu çöküşün sebebi olarak da ‘ÖZGÜRLÜKÇÜ EĞİTİM ‘ felsefesi gösterilmiştir.

Jean Jacques Rousseau’nun ‘ilerleyen’ eğitim hareketini hayata geçiren pragmatist filozof John Dewey’dir. Logosu da ‘bırakın tabiat yolunu çizsin’dir. 20. yüzyılın başlarında J.Dewey önderliğinde ABD’de özel okullarda bazı denemeler yapılmaya başlanmış ve 1950’lerden itibaren de özel ya da devlet, bütün okullar ‘ilerleme’ okulları haline getirilmişlerdir.

20.yüzyılın başlarında, insanlar boş vakitlerinde bilim ve sanatla ilgilenip bunları anlamaktan zevk alırken, şimdilerde uyuşturuculara sığınıp hayatın gerçekleri ile baş edememenin girdabına sürüklenmişlerdir. Şu anda ABD’de ebeveynler çözümsüzlük içindedirler.

20.yüzyılın ilk yarısında dünyanın en iyi eğitim sistemini uygulayarak dünya liderliğine soyunacak güce ulaşan ABD’nin, 1950’lerden itibaren uygulamaya başladığı bu sistemin sonunda geldiği nokta ise ;

* Liseyi bitiren öğrencilerin %20’si okur-yazar değildir.

* Gençliğin büyük bir bölümü uyuşturucu ve fuhuş batağındadır; çetelerin avı durumundadır.

* Sapık tarikatların sayısı 4000’e yaklaşmaktadır.

* Suç işleme oranının en yüksek olduğu yerdir.

Sonuçta; bilgisiz, aklı, mantığı, muhakemesi gelişmemiş sanal bir gençliğe sahip olmuşlardır.

Eğitimlerini çıkmaza sokan bu eğitim felsefesini, ‘Bize bir ülke empoze etmiş olsaydı, bunu bir savaş sebebi sayardık.’ diye eleştiren ABD’li eğitimcilerin feryadına kulak vermek yerine, bu vahim sistemi savunmak gafletten öte bir aymazlıktır.

Bilgi çağı. Adı üzerinde “bilgi”nin çağı. Ona ulaşmak, yeni bilgiler üretebilmek, doğru yargılara ulaşabilmek... Bu öncesiz (ezeli) ve sonrasız (ebedi) hazzın, bilgi edinme hazzının yerine kalkıp hem de bilgi çağında ‘tuşa dokun, bilgi gelsin’ hazırcılığını Türk gençliğine öğretim mucizesi diye sunmak çocuklarımıza ne büyük haksızlık değil mi?

Bu anlayış, bir teknoloji esaretinden ve zavallı ‘sanal gençlik’ sonucundan başka bir kazanç sağlayamaz

Güney Kore, Japonya, Finlandiya ve bir kısım Kuzey Avrupa ülkelerinin dışındaki ülkelerde eğitim, bizim eğitimimizden de kötü durumda. Ama ülke olarak, başka ülkelerin eğitim sistemlerini, özümüze ve doğru eğitim prensiplerine uyup uymadığına ve sonuçlarına bakmadan model olarak uygulamaya devam edersek, korkarım bizim çöküşümüz daha hızlı olacak.

Giderek arttığı gözlenen öğrenci davranış bozuklukları, bugün, en ciddi bilinen eğitim kurumlarımızda bile görülür olmuştur. İlişkilerde toplumsal değerler göz ardı edilir hale gelinmiş; çevrenin olumsuz etkilerinin önlenemeyeceği öne sürülerek okullarda neredeyse bir şey yapılamaz duruma gelinmiştir.

Kuşkusuz gelişmelere kayıtsız kalamayız. İyi örneklerden yararlanacağız. Ama bu yararlanma eğitimin doğru değerlerinden uzaklaşmadan olmalı. Yoksa ‘çantasız eğitim’, ‘tahtasız, tebeşirsiz eğitim’, ‘önlüksüz, formasız eğitim’, ‘öğrenci merkezli eğitim’ gibi içi boş sloganlar sanırım bizi ‘öğretmensiz eğitime ‘götürecek ki işte o zaman ne koruyacağımız gençlerimiz ne de ülkemiz kalacak. Buna bir de uzun süredir öğretmen yetiştirmediğimizi de eklersek...

Kılık kıyafette; özgürlük adına, kişilik kazanma adına yapılanlar ‘öğrencinin öz disiplin geliştirmesi’ne olumsuz etki yapmaktadır. Kılık kıyafete “şekilcilik” açısından yaklaşılmamalı; “çalışma disiplini” nin bir parçası olarak görülmelidir. Öğrencinin “aidiyet duygusu” ile kılık kıyafetin doğrudan ilgisi vardır. Bir okula mensup olmak, formasını taşımak; “sorumluluk” kazanımlarını artırır.

Çanta... Neredeyse, sorumlulukla özdeş. Yüke dönüştürülmemiş günlük ödevlerin okul – ev arasındaki, köprüsü gibi.

Yanlış çeviri olsa gerek, şu “öğrenci merkezli eğitim”. Doğrusu “öğrenme merkezli eğitim” olmalı. Neden mi? Çünkü öğrenme “karşılıklı etkileşim”dir. Öğretmen – öğrenci; öğrenci – öğrenci etkileşimi. Bu etkileşimin ürünü de: Öğrenme.

Üstüne üstlük, sınavlarına hazırlık sebebiyle öğrencilerimiz liselerimizin son sınıflarına devam etmemektedirler. “Sahte sağlık raporları”yla devamsızlığa kılıf uydurulmuş; bu durum lisenin küçük sınıflarına da yansımıştır; devamsızlık da kimi gençlerimizin çete, fuhuş ve uyuşturucu tuzağına yakalanmalarına yol açmıştır. Kökü dışarıda sapık tarikatlar ( Satanizm gibi ... ) gençlerimizi tehdit altına almıştır; madde kullanımı ve bağımlılığı ( extasy, uyuşturucu, ... ) yaygınlaşmaktadır.

İlköğretim  öğrencileri için de durum farklı değildir. Bu durum “eğitimde kalite”nin gün geçtikçe daha da düşmesine neden olmaktadır.

Ekonomik durumumuza, milli gelirimize, ulusal birliğimize, caddemize, parkımıza, ormanımıza, hapishanemize... baktığımızda eğitimdeki başarımızı (!) açıkça görürüz.

Uzunca süredir, “eğitimde kalite” arayışlarına girilmiştir. Toplam kalite yönetimi önem kazanmıştır. Ne olmuştur da “kalite” aranır duruma düşülmüştür? Öğrenmenin gerçekleştiği alanlarda istemeyerek de olsa uygulama yanlışları mı yapılmıştır?