Kasas suresinde Anlatılan Firavun, Karun ve Hâmân örneği Üzerine Tefekkür

Firavun, Hâmân ve Kârûn, Kur'an'da özellikle Musa (a.s.) kıssasında geçen üç önemli şahsiyettir. Her biri farklı bir özelliğiyle öne çıkar ve insanlık için ibret niteliği taşır. İsrailoğulları ile ilgili pek çok örnek Kur’anda zikredilir. Kasas Suresinde çok özel bir örnekleme ile iktidar gücünü elinde tutanların net tanımlamaları öne çıkarılarak gelecek zamanlara projeksiyonda bulunulur.

1. Firavun: Zulmün ve Kibirin Temsilcisi

  • Mutlak iktidar tutkusu: Mısır'ın hükümdarı olarak kendini ilah ilan etmiştir (en-Nâziât 79/24).
  • Zalim yönetici: İsrailoğullarına ağır zulümler yapmış, yeni doğan erkek çocukları öldürterek toplumu sindirmiştir (el-Bakara 2/49).
  • Hakkı inkar: Musa'nın (a.s.) tebliğine karşı kibirle yaklaşmış, mucizeleri bile inkar etmiştir (el

2. Hâmân’ın Sosyal Statüsü ve Etkisi

Hâmân, Kur’an’da Firavun’un en yakın adamlarından biri olarak geçer (el-Kasas 28/6, 8, 38). Siyasi olarak vezir veya bir bakıma başbakan konumundaydı.

Firavun’un mutlak otoritesini destekleyen, politik ve bürokratik düzeni kuran kişiydi. Mısır’daki yönetici sınıfın en önemli isimlerinden biri olarak Firavun'un emirlerini uygulayan teknokrat bir figürdü. Özellikle Firavun’un Musa’ya (a.s.) karşı olan mücadelesinde aktif rol oynadığı gibi, sembolik olarak da despotik rejimlerin bürokratik yüzünü temsil eder.

Etkisi: Firavun’un yönetim anlayışını organize eden kişi olduğu için rejimin ideolojik ve pratik alt yapısını oluşturuyordu. Modern anlamda düşünürsek, otoriter yönetimlerin propagandasını yapan bir ideolog ve siyasi danışman olarak düşünebiliriz.

Firavun’un, Musa’nın (a.s.) Rabbini görmek için bir kule inşa etmesini istemesi (el-Kasas 28/38), onun Mısır’daki mühendislik projelerini yönettiğini de gösterir.

Haman, saray aristokrasisinin ve baskıcı düzenin sürdürücüsüydü.

3. Kârûn’un Sosyal Statüsü ve Etkisi

Kârûn, Kur’an’da Musa’nın (a.s.) kavminden olduğu belirtilen ama Firavun’un düzenine entegre olmuş zengin bir şahıs olarak tasvir edilir (el-Kasas 28/76). Ekonomik gücü ve servetiyle toplum içinde büyük bir etkiye sahipti. İsrailoğulları'ndan olduğu hâlde, Firavun’un zulmüne karşı çıkmak yerine onun düzenine uyum sağlayarak servet elde etmişti.

Etkisi: Bugünün dünyasında zengin ama halkından kopmuş, iktidara yakın iş insanları veya oligarklarla benzetilebilir. Onun için Kur’an’da, "O kadar büyük hazinelere sahipti ki, anahtarlarını taşımak bile güçlü adamlara zor gelirdi" ifadesi kullanılır (el-Kasas 28/76). Yani ekonomik gücü sadece bireysel bir refah değil, aynı zamanda toplumsal bir güç kaynağıydı.

Ancak bu servet, Kârûn’u toplumla bağını koparan kibirli bir aristokrat hâline getirdi. Fakirlere yardım etmek yerine, servetini kendi başarısına bağlayarak "Bu serveti kendi bilgim sayesinde kazandım" (el-Kasas 28/78) demesi, kapitalist zihniyetin aşırı bireyselci yorumuna işaret eder.

Sonuç olarak, bu tür bir ekonomik gücün topluma zarar verici hâle gelebileceğini gösteren bir ibret figürüdür.

Hamas gelen Gazze teklifini kabul etti Hamas gelen Gazze teklifini kabul etti

Genel Değerlendirme

Firavun, siyasi gücü temsil ederken, Hâmân bu gücün ideolojik ve bürokratik altyapısını kuran teknokrat figürdür.

Kârûn ise, sistemin ekonomik elitidir ve bu üçlü, baskıcı rejimlerin klasik güç yapısını temsil eder:

  1. Firavun (Otoriter Lider): Mutlak gücü elinde tutan diktatör.
  2. Hâmân (Siyasi-Bürokratik Güç): Rejimi sürdüren teknokrat ve ideolog.
  3. Kârûn (Ekonomik Güç): Servetiyle yönetimi destekleyen ve halktan kopan sermaye sahibi.

Bu üç figürün günümüz dünyasında farklı ülkelerdeki siyaset, bürokrasi ve sermaye ilişkilerine dair önemli mesajlar verdiğini söyleyebiliriz. Kimi yerlerde otoriter rejimler, teknokrat kadrolar ve sermaye elitleri arasında benzer ilişki ağları görülmektedir.

Hâmân, Kârûn ve Firavun’un temsil ettiği güç ilişkileri, tarih boyunca baskıcı rejimlerin temel taşları olmuştur. Bu üçlü, otoriter devlet yapılarında siyasi, bürokratik ve ekonomik elitlerin nasıl bir arada çalıştığını gösterir. Günümüz dünyasında da benzer yapıları görmek mümkündür.

A- Firavun: Siyasi İktidar ve Mutlak Otorite

Firavun, devleti mutlak otoriteyle yöneten ve kendisini neredeyse ilahi bir figür gibi sunan liderdir. Bu bağlamda, günümüz dünyasında otoriter liderler, kendilerini devletin merkezine koyarak yasaları ve kuralları kendi lehlerine şekillendirir.

  • Modern karşılığı: Diktatörler, otoriter başkanlar, mutlak monarşiler.
  • Yöntemleri: Propaganda, dini veya ideolojik meşruiyet, baskıcı yasalar.
  • Etkisi: Halkın itaati sağlanır, muhalifler sindirilir, kişisel sadakat esas alınır.

B- Hâmân: Bürokrasinin ve Propagandanın Gücü

Hâmân, Firavun’un emirlerini yerine getiren teknokrat, danışman ve yönetici sınıfını temsil eder. O, sistemin ideolojik çerçevesini oluşturur ve baskıcı yönetimin devamını sağlar. Günümüzde bu rolü oynayan yapılar, otoriter yönetimlerin ideolojik aygıtları, propaganda birimleri, medya organları ve bürokrat kadrolarıdır.

  • Modern karşılığı: Partizan bürokratlar, ideologlar, propaganda bakanlıkları, devlet medyası yöneticileri.
  • Yöntemleri: Yasal düzenlemelerle otoriteyi güçlendirme, halkı manipüle etme, alternatif sesleri susturma.
  • Etkisi: Halk, devletin resmi görüşü dışındaki bilgilere ulaşmakta zorlanır, otorite meşruiyet kazanır.

C- Kârûn: Sermaye ve Ekonomik Elitler

Kârûn, servetiyle gücünü pekiştiren ve halktan kopan elit sınıfı temsil eder. Otoriter rejimlerde sermaye sahipleri, hükümetle iş birliği içinde çalışarak ekonomik gücü belirli bir zümrenin elinde toplar.

  • Modern karşılığı: Oligarklar, yandaş iş adamları, rant ekonomisinin kazananları.
  • Yöntemleri: Kamu ihaleleri, özelleştirmeler, tekelleşme, siyasi bağlarla zenginleşme.
  • Etkisi: Halk yoksullaşırken, belirli bir zümre inanılmaz servetler elde eder ve iktidarı destekler.

D- Üçlü Güç İlişkisi: Firavun-Hâmân-Kârûn Modeli

Bu üç figür, otoriter rejimlerin ayakta kalmasını sağlayan bir ittifak oluşturur.

  1. Firavun (Siyasi Güç) otoriteyi elinde tutar, kararları verir.
  2. Hâmân (Bürokratik ve İdeolojik Güç) devlet mekanizmasını ve halk üzerindeki denetimi sağlar.
  3. Kârûn (Ekonomik Güç) rejimi finanse eder ve servetle gücünü artırır.

Bu model, günümüzde otoriter rejimlerde sıkça görülür. Örneğin:

  • Bazı ülkelerde siyasi liderler, sadık bürokratlar ve zengin iş insanları arasında güçlü bağlar kurulur.
  • Devlet kontrolündeki medya, yöneticiyi övmek ve halkı manipüle etmek için kullanılır.
  • Ekonomik kaynaklar, iktidara yakın iş adamlarına yönlendirilir ve yolsuzluk yaygınlaşır.
  • Muhalif hareketler bastırılırken, yönetimi destekleyen kesimler güçlenir.

Bu tür bir sistemde:

  • Halk ezilir: Ekonomik kaynaklar dar bir zümrenin elinde toplanırken, geniş halk kitleleri yoksullaşır.
  • Düşünce özgürlüğü kısıtlanır: Propaganda mekanizmaları alternatif görüşleri susturur.
  • Sistem devam eder: Bürokrasi ve sermaye sahipleri, iktidarın sürebilmesi için destek vermeye devam eder.

Bu çerçevede Firavun, Hâmân ve Kârûn’un Kur’an’daki kıssası, sadece tarihsel bir anlatı değil, aynı zamanda toplumları yönlendiren güç ilişkilerine dair zamanlar üstü bir model sunmaktadır.

Firavun Kızıl Deniz'de boğuldu, Karun yere geçirildi, Hâmâ'nın akıbeti nedir?

Firavun ve Kârûn’un akıbetleri Kur’an’da açıkça belirtilirken, Hâmân’ın sonu hakkında doğrudan bir ifade bulunmaz. Ancak, bazı ayetler ve tefsir kaynakları üzerinden dolaylı çıkarımlar yapabiliriz.

1. Firavun’un Akıbeti: Kızıldeniz’de Boğulma

Kur’an’da Firavun’un, Musa (a.s.) ve İsrailoğulları’nı takip ederken denizde boğulduğu net bir şekilde bildirilir:

“Bugün, senden sonra geleceklere bir ibret olması için bedenini kurtaracağız. Ama insanların çoğu bizim ayetlerimizden habersizdir.” (Yûnus 10/92)

Bu ayet, Firavun’un boğulduğunu ama cesedinin korunarak insanlara ibret olarak bırakıldığını gösterir.

2. Kârûn’un Akıbeti: Yerin Dibine Geçirilme

Kârûn’un helakı ise şöyle anlatılır:

*“Sonunda biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik.

3. Hamanın Akıbeti?

Hâmân’ın akıbeti konusunda Kur’an doğrudan bir açıklama yapmıyor. Ancak, Firavun’un ordusuyla birlikte denizde boğulduğu bilgisi (el-Kasas 28/40; el-İsra 17/103) göz önüne alındığında, Hâmân’ın da aynı sonu paylaşmış olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Firavun’un yakın çevresi ve üst yöneticileri de onunla birlikte hareket ediyordu.

Bazı tefsirlerde, Hâmân’ın Firavun’un ordusuyla birlikte boğulduğu ifade edilir. İbn Kesîr ve Taberî gibi müfessirler, Firavun’un emirlerini uygulayan ve yönetim mekanizmasını işleten biri olarak Hâmân’ın Firavun’dan ayrı bir son yaşamasının mantıklı olmayacağını belirtirler. Hatta bazı rivayetlerde, Firavun boğulurken Hâmân’ın da çaresizlik içinde onunla birlikte yok olduğu ifade edilir.

Özetle, Hâmân’ın da Firavun’un akıbetini paylaşıp denizde boğulduğu en kuvvetli ihtimaldir. Ancak, Kârûn’un ayrı bir helak sebebi olması gibi, Hâmân için özel bir helak şekli Kur’an’da açıkça belirtilmemiştir.

Hamanın Firavun boğulurken yanında olması mantıksal olarak en güçlü ihtimal bu görünüyor. Çünkü Hâmân, Firavun’un en güvendiği adamlarından biriydi ve Firavun'un Musa’ya karşı başlattığı harekâtın içinde olduğu kesinlik arz etmektedir.

Kur’an, Firavun ve ordusunun denizde boğulduğunu açıkça belirtirken, Hâmân’ı ayrıca ayırmıyor. Bu da onun da aynı sonu paylaşmış olabileceğini düşündürüyor.

Eğer Firavun’un Musa ile olan ve en kritik savaşına katılmayan bir vezir olsaydı, bu durum Kur’an’da veya rivayetlerde özellikle belirtilirdi. Ama böyle bir ayrım yapılmadığı için Hâmân’ın da Firavun’la birlikte boğulmuş olması en tutarlı yorum gibi duruyor.

 

Firavun, Haman ve Karun beraberce zulüm üçgeni kurmuşlar ve toplumu zorlamışlar. İlahi yardım gelmeden de toplum savaşı başaramamış, zafere ulaşamamış. Neden?

Bu çok önemli bir soru ve  Kur’andaki kıssalar üzerinden bakıldığında güçlü bir analiz yapılabilir. Firavun, Hâmân ve Kârûn’un oluşturduğu zulüm üçgeni siyasi, bürokratik ve ekonomik güçlerin birleşimini temsil eder. Bu tür sistemler, sadece bireysel zorbalıklarla değil, toplumu topyekûn kontrol eden mekanizmalarla işler. İşte bu yüzden halkın kendi başına bu düzeni devirmesi çok zor olmuştur.

1. Sistematik Baskı ve Kontrol

Firavun rejimi, sadece bir kişinin zorbalığı değildi; bütün bir toplumu denetleyen, korku salan, itaatkâr hale getiren bir mekanizmaydı.

  • Siyasi baskı: Firavun kendisini “Rabbiniz benim” (en-Nâziât 79/24) diyerek mutlak güç olarak tanıtıyordu. Halk, bir otoriteye karşı çıkmayı aklından bile geçiremeyecek hale getirilmişti.
  • Bürokratik ve ideolojik baskı: Hâmân’ın liderliğindeki bürokrasi, bu sistemi desteklemek için düzeni kuruyordu. Firavun’un sözde ilahlığını güçlendiren ideolojik bir yapı vardı.
  • Ekonomik baskı: Kârûn gibi sermaye sahipleri, halkın ekonomik olarak bağımlı olmasını sağlıyordu. Fakir halk, hayatta kalabilmek için sisteme boyun eğmek zorundaydı.

Bu üçlü düzen, sadece fiziksel baskıyla değil, insanların düşüncelerini ve hayatta kalma koşullarını da kontrol ederek devam ediyordu.

2. Toplumun Korku ve Umutsuzluğa Sürüklenmesi

Firavun’un rejimi, muhalefeti tamamen yok ederek halkın direnme gücünü kırıyordu. Örneğin:

“Firavun yeryüzünde büyüklük tasladı ve halkını fırkalara ayırdı. Onlardan bir topluluğu zayıflatıyor, erkek çocuklarını öldürüyor, kadınlarını sağ bırakıyordu.” (el-Kasas 28/4)

Bunun anlamı şudur: Toplumu baskılamak için stratejik bölme ve sindirme politikaları uygulandı. Halk, zayıflatılarak direnemez hale getirildi. İnsanlar, kendilerini kurtarmak yerine hayatta kalmaya odaklandı. Mücadele etme gücü ve bilinci ellerinden alındı.

3. İlahi Müdahalenin Gerekliliği

Böyle büyük baskıcı sistemler sadece bireylerin gücüyle değil, ilahi müdahale ile sona ermiştir. Çünkü insanlar, o düzen içinde doğup büyüdüklerinde, zihinler köleleşr, fiziki gayretler bastırılır ve toplum sanki narkozdaymış gibi olur, zulümsel davranışlar kanıksanır, zulmün farkına varamaz hale gelirler. Ancak Allah, iman ve hürriyet cevherini saklı tutar onu söndürtmez ve peygamberleri ve ilahi ayetlerle ve lider özelliğine sahip salih kulları aracılığıyla bu bilinci tekrar inşa eder.

  • Musa (a.s.), Firavun’a gönderildiğinde, İsrailoğulları’nın içinde bile bir yılgınlık vardı. Onlar bile mücadele edebileceklerine inanmıyorlardı.
  • Zulme karşı ancak Allah’ın gönderdiği bir rehber (peygamber), açık vahiy ve mucizeler insanları harekete geçirebildi.
  • Firavun, tüm sistemini korumak için çaba harcadı ama ilahî düzenin önünde duramadı.
  • Küfürle bir sistem devam edebileceği halde hiçbir düzen zulümle payidar olamamıştır.

4. Günümüzle Bağlantı: Zulüm Devam Ediyor mu?

Bugün de Firavun-Hâmân-Kârûn modeliyle benzer sistemler var. Bazı küresel güçler, siyasi otoriteleri, bürokratik mekanizmaları ve ekonomik elitleri bir araya getirerek toplumları baskı altında tutuyor.

  • Uluslararası sistemler bazen hukuku tanımıyor.
  • Ekonomik elitler, halkları borç ve bağımlılıkla kontrol altında tutuyor.
  • Medya ve eğitim gibi araçlarla toplumlar şekillendiriliyor.

Ancak tarihten öğrendiğimiz bir şey var: Baskı sistemleri ne kadar güçlü olursa olsun, zulüm ebedî değildir. Allah zulmün devam etmesine izin vermez. Bir noktada ya içsel bir çöküş yaşanır ya da ilahî bir müdahale ile dengeler değişir.

İlahi yardım gelir mi?
Bu tamamen Allah’ın iradesine bağlıdır. Karar ve hüküm ona aittir. Ancak Kur’an’daki örneklerden anladığımız kadarıyla:

  • Toplum zulme karşı bilinçlenmeye başladığında, zulüm sistemleri zayıflamaya başlar.
  • Firavun gibi zalimler, her ne kadar güçlü görünse de beklenmeyen bir zamanda kırılma anı yaşarlar.
  • İlahî yardım, bazen mucizelerle, bazen de zulüm düzeninin içten çökmesiyle gelir ki bu da ilahi yardımın dolaylı olarak tezahürüdür.

Sonuç olarak, günümüz dünyasında da kimi yerlerde Firavun’un sistemi devam ediyor olabilir ama bu sonsuza kadar süremez. Firavun’un çöküşü gibi, modern tağuti sistemler de ya şuurlu inanan hareketiyle dize getirirlir (Bu da ilahi bir yardımdır) ya kendi içinden fesada uğrayarak dağılır, ya da Allah’ın direkt müdahalesiyle sona erer.

Tarih boyunca her Firavun’un karşısında hakkı temsil eden bir Musa örneği olmuştur.

O zaman şöyle diyebiliriz, zulüm zirve yattığı zaman ve insanların gücünün yetmediği bir durumda ilahi yardım gelerek zalimi yok eder.

Evet, tam olarak böyle diyebiliriz. Zulüm, zirveye ulaşıp toplumun kendi gücüyle bunu değiştiremez hale geldiği noktada, ilahi müdahale devreye girer.

Kur’an kıssalarına baktığımızda da bu ilkenin işlediğini görüyoruz:

  • Nûh (a.s.)'ın kavmi, zulmü ve inkârı öyle bir noktaya taşıdı ki, artık içinde hiçbir düzeltme imkânı kalmadı. Sonunda tufan geldi.
  • Lût (a.s.)'ın kavmi, ahlaki çöküntüde en uç noktaya ulaştığında helak edildi.
  • Firavun’un düzeni, insanların tamamen çaresiz kaldığı bir noktada Allah’ın doğrudan müdahalesiyle yıkıldı.

Burada dikkat çeken nokta, ilahi yardımın ancak toplumun kendi sınırlarını tükettiği ve artık kurtuluş için insani yolların tamamen tıkandığı anlarda gelmesi. Yani zulüm öyle bir noktaya ulaşıyor ki, insanın uyguladığı hareket, gayret ve planlar yetmiyor ama zulme karşı mücadeleden de vazgeçmiyor işte böyle bir durumda ilahi yardım fiilen devreye giriyor.

Bu yüzden, tarihteki Firavunvari sistemler hep bir noktaya kadar devam etmiş ama zulüm zirveye vardığında ve halk artık tamamen çaresizleştiğinde ilahi adalet tecelli etmiştir.Allah kendi tarafında olan tevhid ehlini zafere ulaştırmıştır.

‘’Kim Allah’ı, Peygamberini ve mü’minleri dost edinirse, şüphe yok ki üstün gelecek olanlar, Allah’ın tarafında yer alanlardır.’’(Maide Suresi,56)

O zamanlar peygamberler vardı. Toplumlarda kimi zaman içlerinde  peygamber olmasına rağmen zulüm düzenini değiştirmeye gücü yetmiyor ve ilahi yardım geliyor mucizelerle zafere erişiyorlardı. Şimdi müminlerin arasında peygamber yok, içimizde peygamber yokken de ilahi yardım gelir mi?

Bu soruya verilecek cevabı daha derinlemesine düşünmek gerekiyor. Peygamberlerin varlığı, toplumlar için elbette bir avantajdı, çünkü onların rehberliği ve ilahi mesajları, toplumları doğru yola yönlendirebilirdi. Ancak, peygamberlerin varlığı her zaman ilahi yardımın tek şartı değildi. Allah, peygamberleri halklara bir rehber olarak göndermiştir, fakat ilahi yardım müminlerin gayret, samimiyet, sabır ve istikrardaki maharetlerine göre peygamberler içlerinde olmasa bile gayret, dua ve sabır noktasındaki ihlaslarına Allah cc cevap vererek peygamber varlığından bağımsız olarak da tecelli edebilir.

Nur Suresindeki şu ayet oldukça ilginçtir: ‘’ Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır’ (Nur Suresi,55). Bu ayet üzerinde derince tefekkür etmekte fayda var.

Peygamberlerin Varlığı ve İlahi Yardım

Kur’an’da, peygamberlerin geldiği toplumların çoğu, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı isyan etmiştir. Hatta bazen bu toplumlar, peygamberlerine karşı öyle büyük bir zulüm uygulamışlardır ki, peygamberlerin çaresiz kaldığına ve sadece Allah’a sığındığına şahit oluruz. Örneğin, Nûh (a.s.) ve Lût (a.s.) gibi peygamberler, halklarının zulmü karşısında çok uzun süre mücadele etmişler, ancak sonunda Allah’ın müdahalesiyle halkları helak edilmiştir.

Peygamberler var olsa bile, bazen toplumlar zulmü o kadar ileriye götürür ki, insanlar artık kurtuluş yolunu kendi iradeleriyle bulamaz ve bu noktada ilahi yardım devreye girer. Yani, peygamberler bir yönüyle toplumları uyarırken, Allah’ın yardımı, adaletin tecelli etmesi ve zulmün ortadan kalkması  için ilahi yardım bir zorunluluk hâline gelir.

Peygamber Olmayan Bir Dönemde İlahi Yardım

Peygamberlerin artık aramızda olmaması, ilahi yardımın gelmeyeceği anlamına gelmez. Peygamberlerin görevleri bir süre sonra sona ermiş olsa da, Allah’ın rahmeti, adaleti ve müdahalesi devam etmektedir. Peygamberler, insanlara doğru yolu gösteren birer rehberdi, fakat ilahi yardımın tecelli etmesi yalnızca bir peygamberin varlığına bağlı değildir.

Kur’an’da bazı topluluklar, peygamber gönderilmeyen yerler ve peygambersiz geçen zamanlar için de Allah’ın yardımını görmekteyiz. Örneğin, Zülkarneyn, peygamber olarak tanımlanmasa da Allah’ın ona özel bir kudret verdiği bir kişidir. Zülkarneyn, zulme karşı adaletin ve doğruluğun simgesi olarak halklara bir tür liderlik-peygamberlik misyonu üstlenmiştir. Hak ve adalet meşrebi üzerine gayreti ve fedakarlığı olanları ayete göre ilahi irade desteklerken aynı zamanada Nur Suresi 55. Ayette müminlere vaad konusunda şirkten uzak kalarak ibadeti sadece Allah hasretmeleri sonucunda güçlü bir iktidar vaad etmektedir.

Zulüm ve İlahi Yardım

Allah’ın müdahalesi genellikle zulüm ve haksızlık zirveye ulaştığında, insanların kendi çabalarıyla değişim sağlayamayacakları noktada gelir. Peygamberlerin yokluğu, insanların yalnızca kendi çabalarıyla zalim sistemlere karşı direnmesini zorlaştırabilir ancak Allah’ın yardımı her zaman mümkün ve halkların doğruyu görmesi için de ilahi takdir devreye girebilir.

Özellikle adaletin, hakkın ve doğru yolun savunulmasında halkın bilinçlenmesi önemlidir. İnsanlar Allah’a yöneldiğinde, dua ve zikirle kalben yalvardığında ilahi yardım daha güçlü bir şekilde tecelli edebilir. İlahi yardım, sadece peygamberlerin varlığında değil, toplumu oluşturacak olan bireylerin ruhsal bir dönüşümü ile de gelir.

Peygamberlerin aramızda olmaması, Allah’ın adaletinin ve yardımının tecelli etmesine engel değildir. Allah, zaman zaman bir toplumun düzelmesi için, bir kişinin veya bir toplumun doğruyu kabul etmesi için, doğrudan müdahale edebilir. Peygamberler, toplumlara doğruyu anlatan bir rehber olarak gönderildiler, fakat Allah’ın iradesi, peygambersiz de halkı doğru yola yönlendirebilir ve zulme karşı adaletin gerçekleşmesini sağlayabilir.

Birkaç spesifik örnekler verelim. Son bin yıl içerisindeki zulüm dönemlerinde ilahi yardımın geldiğine dair sosyolojik gerçeklerle uyuşan örnek var mı?

Evet, tarihsel süreçte peygamberlerin yokluğunda da, ilahi yardımın toplumların zor zamanlarında belirli şekillerde tecelli ettiğine dair örnekler mevcuttur. Bu örnekler, sadece peygamberlerin varlığıyla değil, aynı zamanda toplumların ruhsal, manevi dönüşümü ile ilişkilidir. Bazı tarihsel olaylarda, zulüm ve haksızlık zirveye ulaşmış ve ilahi adaletin tecelli etmesi için müdahale edilmiştir. Bu tür örnekleri, sosyolojik ve tarihsel bağlamda ele alabiliriz.

1. Moğol İstilası ve İslam Dünyası'nın Dirilişi (13. Yüzyıl)

  1. yüzyılda, Moğollar, özellikle Hulagu Han ve Kubilay Han’ın önderliğinde, İslam dünyasında büyük bir zulüm ve yıkım dönemine neden oldular. Bağdat’ın 1258'de düşmesi, Abbasî Hilafeti’nin sona ermesi, binlerce masum insanın katledilmesi, ve kültürel mirasların yok edilmesi, zulmün zirveye çıktığı bir dönemi işaret eder.

Ancak, Moğollar’ın İslam dünyasında yarattığı yıkım, zulüm ve kaos ilk bakışta korkunç bir durum olarak tezahür etmişse de  uzun vadede olumlu bir dönüşümü tetiklemiştir.

  • Yeniden toparlanma: Moğolların İslam’ı kabul etmesi, dönemin ilahi yardımının bir işareti olarak yorumlanabilir. Bu süreç, İslam dünyasında sosyal ve kültürel dirilişe zemin hazırladı.
  • Halkın sabrı ve dua etmesi: İnsanlar, zulme karşı gücü nisbetinde direndi, sabır gösterdi, dua etti ve ahlaki değerleri savundular. İslam, Moğollar arasında hızla yayıldı ve kısa sürede Moğollar, İslam dünyasına entegre oldu. Bu, toplumların ilahi yardımı hissedebildiği bir dönüm noktasıydı.

2. Endülüs’ün Düşüşü ve Osmanlı’nın Yükselişi (15. Yüzyıl)

Endülüs’te, İslam’ın 700 yıl boyunca hüküm sürdüğü bir dönemin ardından, Reconquista (Yeniden Keşif) süreci ile İslam egemenliği sona erdi ve Hristiyanlar bölgeyi ele geçirdi. Bu dönemde, İslam dünyasında çok büyük bir zulüm ve göçler yaşandı.

Ancak, bu büyük çöküşün ardından bundan dolaylı olarak etkilenen başka bir İslam coğrafyasında Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi, pek çok İslam toplumunu yeniden organize etti ve İslam'ın yeniden güç kazanmasını sağladı.

  • Osmanlı’nın fetihleri: Osmanlılar, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya kadar geniş bir alanda adaletli yönetim sağladılar ve İslam toplumları bu süreçte yeniden toparlanmaya başladılar.
  • İlahi yardım ve adalet: Osmanlı Devleti’nin yükselmesi, toplumların ahlaken inşası ve  adaletin yeryüzünde ikamesi anlamında temsili olarak kabul edilebilir. Ve bu süreç, ilahi yardımın bir tezahürü olarak görülebilir. Zira Osmanlılar, Batı’nın Hristiyan egemenliğine karşı büyük bir mücadele verdiler ve Müslümanların tekrar güç kazandığı bir dönemi başlattılar.

3. Fetihler ve Müslümanların Kurtuluşu (17. Yüzyıl)

  1. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu Batı Avrupa'dan gelen tehditlerle karşı karşıya kaldı. Aynı dönemde, Avusturya İmparatorluğu, Rusya ve Polonya gibi güçler Osmanlı’yı zayıflatmaya çalışıyordu. Ancak Osmanlı'nın karşı saldırısı ve güçlü direnişi, zaferleri ilahi bir yardımın gösterdiği bir örnek olabilir.

Özellikle II. Viyana Kuşatması (1683) sırasında, Osmanlılar Viyana’yı kuşatırken, Batı’daki Hristiyan güçler birleşerek Osmanlı’ya karşı zafer kazandılar. Ancak, bu dönem sonrasında Osmanlı'dan gelen direniş Batı’yı geri püskürtmeyi başardı.

  • Osmanlı İmparatorluğu'nun direnişi ve fetih hareketleri, o dönemdeki zulüm düzenine karşı halkın hak ve adalet arayışını temsil ediyordu.
  • İlahi yardım: İnsanlar toplumların kurtuluşu için gayret etti, dua etti ve Osmanlı İmparatorluğu da buna devlette adalet ve askeri güç oryantasyonu ile güçlü bir cevap verdi.

4. Sovyetler Birliği ve Komünizme Karşı Direniş (20. Yüzyıl)

Sovyetler Birliği’nin varlık gösterdiği dönemde, komünist rejim, inanç ve dini özgürlükleri yok sayarak, halkları büyük bir zulme uğratıyordu. Özellikle Orta Asya ve Kafkaslar'daki Müslüman nüfusu ve Doğu Avrupa’daki Katolik halklar, bu zulme karşı direnmeye çalıştı.

Ancak ilahi irade insanların gücünün yetmediği yerde sistemi kendini taşıyamaz ve yönetemez hale getirerek kendi çöküşünü kendine ilan ettirdi.(Gorbaçov dönemi)

 Sovyet rejimi çökmeye başladığında, birçok halk kendi özgürlüğünü kazandı. Bu hal, ilahi yardımın insanlara lutfunun bir başka şekli olarak görülebilir.

  • 1980'ler sonrasında Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Müslümanların özgürlüğünü kazandığı bir dönemi başlattı. İnsanlar, zulme karşı direnmeye devam ettiler ve bu süreç sonunda Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına yol açtı.
  • Toplumlar, manevi ve toplumsal dönüşüm sayesinde, bu süreçte ilahi yardımı hissedebildiler.
  • İslami ve imani hareket pek çok ülkede filizlendi, insanlar komüni,st rejimle kaybettirilen inançlarına yeniden döndü.
  • Pek çok İslami STK iman hareketine finansman ve eğitmen katkısı sağladı.
  • Yeni idareler ahlak ve maneviyat yatırımlı çalışmalara alan açtılar.

Son bin yıl boyunca, peygamberlerin varlığının olmamasına rağmen, zulme ve zalimlere karşı mücadelede ilahi yardımlar ve toplumların manevi güçlerinin etkili olduğu pek çok örnek mevcuttur.

Her zulüm düzeni, sonunda kendi içsel çelişkilerinden veya halkın adalet arayışından dolayı çökme eğilimindedir. Bu süreçlerde, toplumlar bazen ilahi müdahale yoluyla, bazen de içsel dönüşümle doğru yolu bulmuş ve zulümden kurtulmuşlardır.

5. İslam Dünyasındaki Son Yüzyıldaki Ayaklanmalar ve Devrimler

Son yüzyılda, özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki halk ayaklanmaları, zulme karşı toplumların isyanını ve ilahi adalet arayışını daha somut bir şekilde gösteriyor.

  • Mısır'daki 2011 Tahrir Meydanı İsyanı, Tunus’taki 2011 Devrimi ve Suriye’deki halk isyanı gibi olaylar, bir tür toplumsal uyanışı ve zulme karşı başkaldırıyı simgeliyor.
  • Bu devrimlerde, halklar organize oplarak, Allah’a dua ederek, sabır göstererek zulme karşı direnişlerini sürdürdüler ve halk ayaklanmaları sayesinde zulme karşı bir miktar adalet sağlanmış oldu.
  • İlahi yardım, toplumların Allaha ibadetlerinden, manevi güçlerinden, dua ve inançlarından geldi.

6. Filistin’deki Zulüm ve Sonraki İlahi Yardım

Filistin'deki zulüm, Yahudi İsrail Devleti'nin Filistin halkına uyguladığı baskılarla günümüze kadar devam etmektedir. Burada ilahi yardım, toplumların güçsüz olduğu ama direnişin sürdüğü bir süreç olarak ortaya çıkmaktadır. Filistin halkı, yıllardır devam eden zulme karşı, her ne kadar askeri bir güce sahip olmasa da, uluslararası arenada ve içsel olarak bir manevi direnişin örneğini sergilemektedir. İlahi yardım, burada daha çok toplumun ayakta kalabilmesi ve zulme karşı sürekli bir direnişin sürmesi biçiminde algılanabilir.

Buradaki yardım, doğrudan zalimlerin helak olması şeklinde görünmemekle birlikte, Filistin halkının moral kaynağı ve direnişinin devam etmesini sağlayan bir güç olarak da değerlendirilebilir.

Son zamanlarda ABD başkanından gelen insan haklarına, fıtrata, hukuka veya akla gelen her şeye ters düşen Gazze teklifi ve planlanan tüm senaryolar İsrail zaliminin yaptığı zulmün bitmediğini, zulmün devam ederek zirve yapacağını gösteriyor. Zulümler zirve yapma eğilimine girdiği zamanlarda ise inananlar maddi ve manevi gayret, fedakarlık, ibadet, dua ve samimiyetle beraber sabır sınavında ihlasla hareket ederlerse sonunda ilahi yardım muhakkak tecelli edecektir.

ABD başkanının yanında Hâmânı da var Karunları da var. Karunları tam destek verirken akılları karıştıran, zihinleri dumura uğratan insanlığa dair tüm değerleri yok eden, nesli bozan Hâmânlar tüm güçleriye meydanda cirit atıyorlar. İsimleri dün Karun idi bu gün bir başka, dün Haman idi bu gün bir başka isim, ne fark eden sonuçta hepsi zulüm düzeninin askerleri… Meydanı boş zannediyorlar ataları firavun gibi ama yanılıyorlar. Allahın tarafının askerleri tevhid dininin erleri direniyorlar. Gördük şahidiz. Bu askerlerin önüne Allah cc ya Musa gibi bir lider gönderecek ya da bizatihi kendisi nusratıyla zulüm düzenini yok edip zalimlere yeryüzünü dar edecektir.

‘’Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.’’ (Bakara Suresi,214)

İnandık Allahım kitabında ne haber verdiysen doğrudur, ümmetin başına gelenleri gördük ve anladık. Yardımını bekliyoruz ey mazlumların sahibi ve mülkün sahibi!

Allah cc ya bizatihi direkt zalime müdahale ederek zalimi yok edecek ve herkes buna şahit olacaktır ya da zalimi ve mevcut zulmü, az, güçsüz, sayıca yetersiz gibi görünen samimi kullarına yardım ederek dolaylı şekilde ihlaslı kullarını galip getirecek ve muzaffer kılacaktır. Bu süreçte onlar Allah katında kıymetli olacaklar, onlara maddi ve manevi yardım edenler has kullar olacak ve hem dünya da hemde ahirette yüzleri ak müminler olarak şerefleneceklerdir.

Günümüz Müslüman halkları ve idarecileri olarak nerede duruyoruz, tarafımız nedir, samimiyet ve ihlas konusunda duruşumuz nasıl, gayretimizin derecesi nedir bunlara bakarak tefekkür edelim. Bilelim ki dünya fâni, ahiret hayatı bâki…