Enver Bozdemir anlatıyor:

Anneciğimin öyle bir gönül filtresi vardır ki o ne Malboro’nun ne de başka bir şeyin filtresine benzer. Onlar sözde filitredir, özde değil. Nikotin filtreye girer, diğer taraftan yine nikotin olarak çıkar. Annemin filtresi tıpkı redresör devresi gibidir. Yani AC (Alternatif, dalgalı) akım redresöre gire, öbür taraftan DC (Doğru) akım olarak çıkar. Onun gibi de annemin hoşgörülü gönül filtresine giren her türlü yamuk-yumuk, eğri-büğrü, fakat özde samîmi tesbitlerim, analizlerim ve de temennilerimle dileklerim, oradan dümdüz, dosdoğru olarak çıkar. Katında hüsn-ü kabul görür. Zâten onun engin hoşgörüsü bana hakkında bu satırları yazma cesâretini verdi. Yoksa haddime mi? Çünkü o yüce Rasûlün (s.a.): “Cennet ayaklarının altındadır” dediği kutsal bir varlıktır. Yani bir annedir. Üstelik de benim annemdir.

O gece hayâl ufkum o kadar genişledi ki aklıma annemi umreye göndermek geldi içimden. Gözlerimi bir yumdum, yüce Rabbimin (c.c.) sonsuz kudretini tefekkür ettim. Secdeye kapandım. ey Rabbim (c.c.) dedim; sana lâyıkıyla ibâdet eden bir kul değilim, hatam ve günahlarım var. Bununla birlikte sana hiçbir şeyi ortak koşmuyorum ve tek mâbûd olarak sana sığınıyorum. Bu zayıf, âciz Zeynep kuluna lütfen ve merhameten muâmele et de hayâlî de olsa annemi, umreye gönderme zevkini bana yaşat. “Amin” dedim ve secdeden kalktım. O anda annemi bembeyaz kıyafetler içinde önümde buldum. Gönlüme bir ilham geldi ki “ellerini kumanda olarak kullanabilirsin” denildi. Sağ ve sol baş parmaklarımı kumandanın tuşları gibi hareket ettirince annem sağa-sola, aşağı-yukarı doğru hareket etmeye başladı.

Müthiş heyecanlıydım. İlginç bir durumla karşı karşıyaydım. Uzaktan bir araba, uçak, helikopter kumanda ediyormuş gibi bir şeydi. Çok rahattım. Derken annemin ayaklarını yerden kestim. Sanki bu kumandayla birçok egzersiz yapmış gibiydim. Annemle aramda hiçbir sesli iletişim yoktu. Mübarek, sanki bana gassalın elindeki meyyit gibi teslim olmuştu. Dairemizden gökyüzüne bir menfez açılmıştı. Annemi uzaktan kumandayla o menfezden yukarıya doğru çıkardım. Hava çok berraktı. Saat gece 24.00 gibiydi. Yıldızlarda dünya semâsına serpiştirilmiş kandiller gibi süslemişti. Derken annemi yeterli bir yüksekliğe çıkarınca yere paralel pozisyonuna getirdim. Önce İstanbul semâlarında ısınma babında birkaç tur attırdım. Aman Allah’ım (c.c.) o ne müthiş manzaraydı. Annem sanki bembeyaz barış güvercini gibi havada süzülüyordu. İstanbul’u turlattıktan sonra Arabistan istikametine yönelttim. Annemle aramdaki mesafe hiç değişmiyordu.

Ne olur ne olmaz her türlü olumsuzluğu göz önüne alarak temkinli bir hızda seyrettiriyordum. Allah (c.c.) korusun. Olur ya havada bir trafik kazasına kurban gitmesin diye. Antalya, Akdeniz ve Kıbrıs üzerinden Cidde, derken Mekke semâlarındayız. Mübarek Beytullah’ı görünce anneme önce havadan tavafını yaptırdıktan sonra yavaşça sanki kırılacak cam eyşa hassasiyetiyle Hacer-ül Esved’in önüne ayaküstü indirdim. Anneciğimin mutluluğu görülmeye değerdi. Gözlerinin içi bile gülüyordu. Sağ elini havaya kaldırdı ve Hacer-ül Esved’i selâmladıktan sonra tavâfa en dış halkadan başladı. 7 şavt yaptıktan sonra tavafını tamamladı ve makâm-ı İbrahim’de 2 rekât tavaf namazı kıldı. Ardından dûaya başladı. Etti, etti. Baktım dûa bitecek gibi değil, çok da kalabalıktı. Bir ara gözden kaybolunca kaybettim diyerek korktum. Kısa bir süre sonra tekrar görünce hâlâ dûa ediyordu. Aklıma “o kalabalıkta kaybedebilirim endişesi” gelince elleri havada dûasını bitirmeden havalandırdım.

O bunun farkında değildi. Hâlâ gözleri yumuk elleri havada, diz çökmüş pozisyonunda öyle ihlâslı dûa ediyordu ki, âdeta kendinden geçmiş trans hâlindeydi. Kendisini bir türlü yere paralel pozisyonuna getiremedim. Mecbûren dûa eder durumunda dönüş yolculuğunu başlattım. Yine de kazasız-belâsız, sağ-sâlim anneciğimi eve getirip odasına sokmam için km. hızını düşürdüm. 
Çok ilginç bir dönüş yolculuğu idi. Annem sanki uçan halı üzerinde gözlerini yummuş, ellerini yüce Yaradana (c.c.) açmış, kendinden geçmiş, kimbilir hangi âlemde yaşıyordu. O durumdaki duygu hâlimi kelimelerle anlatamam. İsterdim ki o görüntüyü saatlerce seyredeydim. Doyumsuz bir manzaraydı. Diğer taraftan da vakit bir hayli geçtiğinden ve de arkenden kalkıp okula gideceğimden bir an önce yatmam lazımdı. Onun için trafik akışını havada yeniden başlattım. Nihayet ilk hareket ettiği noktaya getirdim. Dairemizden İstanbul semâsına açılan hava koridoru olduğu gibiydi. Annem yine aynı durumda dûa eder pozisyonundaydı.

Aklıma birden “Allah (c.c.) korusun” acaba ölmüş olmasın ihtimâli geldi. İç âlemim allak bullak oldu. Büyük bir heyecan içinde kelime-i tevhîd ve ke-lime-i şehâdet getirerek kendimi teselli etmeye, heyecanımı yatıştırmaya çalıştım. O pozisyonda annemi o hava koridorundan yavaşçıcık yatak odasına giden koridora indirdim. Dizleri yere değer değmez gözlerini açtı. O andaki mutluluğumu tahmin edemezsiniz. Annem koridorda kıbleye doğru döndü ve şükür secdesine gitti. Ben de odamda şükür secdesine gittim. Rabbime (c.c.) şükrettim, bana hayâlî de olsa böyle müthiş bir mutluluğu yaşatmasından dolayı.

Sonra annem şükür secdesi’nden kalktı ve kapıyı açarak odasına girdi. Girmesine girdi de ben de bir vesvese hâli peydâ oldu. Gerçekten annem odasında mıydı? Bu defa kapının önünde oturdum. Annemin o sıra bir gribal rahatsızlığı vardı ve arada bir öksürüyordu. İçimden bir öksürse de rahatlasam dedim. Tahminen 15 dakika kadar bir zaman dilimi geçmişti ki arka arkaya 3 defa öksürdü. “Oh be” dedim. Allah’ıma (c.c.) şükürler olsun. Bismillâh deyip elbiselerimi çıkarmadan yatağıma uzanır uzanmaz uykuya daldım. 

YAZININ İLK BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ

DEVAM EDECEK...