“Evde Kal” Ama Nasıl?

“Evde Kal” ya da “Hayat Eve Sığar” demek kolay…

Bunu uygulamaksa zor.

Bazı insanlar içinse, imkansız…

Bu yüzden, isteseler hayat boyu dışarı çıkmalarını gerektirmeyecek mali imkana sahip şöhretlerin ev fotoğraflarının paylaşılarak, “Bakın onlar evde kalıyor, siz de kalın” denmeye çalışılmasının bazı insanları inciteceği açık… 

Çünkü herkesin tuzu, şöhretlerinki gibi kuru değil, şu ortamda çalışmak zorunda olan insanlar var. Onlar her gün kalkıp mecburen, bakın keyfi değil, mecburen işlerine gidiyorlar. Başka çareleri yok çünkü! Hem de kimi iki, üç vesait değiştirerek gidiyor işine. Gitmeseler besbelli ki işlerinden olacak ve belki de şu şartlarda uzun süre iş de bulamayacaklar…

Enfekte olmaları, yahut taşıyıcı olup virüsü sevdiklerine bulaştırmaları işten bile değil… Yani bu insanlar hem kendilerinin hem de sevdiklerinin hayatlarını riske ettiklerini bile bile  gidiyorlar işlerine.

Kim onların, kendilerinin yahut sevdiklerinin sağlıklarını düşünmediklerini söyleyebilir ki?

Fakat, zor oyunu bozuyor…

Kimi insanlar da seyyar satıcılıkla, günlük işlerle geçiniyorlar.

Tek kazanç kapıları bu. Böyle günlük kazanıp yiyen bir insan evde kalmaya kaç gün dayanabilir. Kalmaya devam etse… Kirası, gıdası var; bu insan nasıl geçinecek?

Hele bir de çocukları varsa!

Tamam “Evde Kal”sın vatandaş, ama ev 65 metrekare; eşi, çocuğu, torunu derken o kadar evde 7-8 kişi yaşamak zorunda olanlar var... 

Bölüm başı yüzbinlerce lira kazanan oyuncuların görkemli evlerindeki steril konforda çekilmiş “o şık ve neşeli fotoğraflarını” görünce, bu insanlar kendilerini nasıl hissederler diye düşünmek lazım fotoğrafları servis ederken…

Çünkü hakikaten şartlar çok ağır. Ve bu ağır şartları yaşayan insan sayısı sanıldığından fazla…

Bunun yerine ekmeğinin peşindeki insanları en azından bir süre işlerine gitmek zorunda bırakmayacak çözümler düşünülmeli…

Mesela şu sayaç okuma bedeli olarak bile, orta halli fatura kadar para alan enerji dağıtım şirketleri, vatandaşı bir süre idare edemezler mi diye aklımdan geçiyor…

Neden edemesinler? 

Kredi borcu gibi fatura kesiyorlar her ay…

Hep vatandaş mı elini taşın altına sokacak!

Vatandaşın sırtından servet edinen dev şirketler herkesin kendince fedakarlık yaptığı sürecin neresindeler?

Faturaların bir kısmı belli bir süreliğine ötelense de dar gelirli insanlar gönül rahatlığıyla ısınsalar hiç değilse…

Hala bazı yerlerde öğrencilerden yurt parası alınıyor mesela, bu önlenemez mi? Öğrenci kardeşlerimiz ve ailelerinin üzerinden bu yük alınamaz mı?

İşçi çalıştıran küçük işletmeler, küçük esnaf, bu süreçte ne yapacak; herkes başının çaresine baksın mı isteniyor?

İnsanlar işlerini kaybetme riski yaşamasalar…

Devlet dediğimiz mekanizma asıl böyle zamanlarda ortaya çıkıp, sokağa dokunan paketlerle insanlara güven vermeli değil mi?

Vergi dediğimiz şey bir yandan da, asıl böyle zor zamanlar için verilmiyor mu? 

Azıcık gelirinden vergisini veren insanların, bu güvenceyi beklemeye hakları yok mu? 

Bence var…

Ve insanlar içlerini rahatlatacak bu büyük adımı bekliyorlar, dört gözle…

BARİ ŞU DÖNEMDE SUSUN!

Kıyamet kopsa, şucu-bucu tartışmalarını bırakmayacağız, anlaşıldı.

Akıl alır gibi değil…

Morale, iyi niyete, hoşgörüye, dayanışmaya en çok muhtaç olduğumuz dönemde… Diğerinin ağzından çıkacak küçük bir hatalı ifadeyi, kedinin ciğeri gözlediği gibi gözleyen insanlar var her kesimden...

Sanki herkes, süngüsüyle hücum borusunun çalmasını bekliyor…

Sanki herkes, pusuda…

Ölüm kol gezse de savaşımız da ateşkes ilan edilemiyor bir türlü, bu zehirli zihniyetten dolayı.

Çünkü hep bir mazeret söz konusu…

“Görmüyorsun musun neler söylüyorlar, susup kalalım mı?”

İyi de kardeşim! Onların terbiye ölçülerini dikkate almaması, ağızlarına geldiği gibi konuşup, iftira atmaları, hakaret etmeleri, senin yaptığın seviyesizliği meşru göstermez ki!

Senin terbiye ölçün onlar mı?

Ağzından, kaleminden çıkan laflara bak, bak da utan!

Sen öfkeyle onlara cevap verirken, “ahlaksızlar” dediklerinle arandaki fark kayboluyor, biliyor musun?

Mutasyona uğruyor, onlara dönüşüyorsun…

Teşbihte hata olmasın; bir savaş yenildiğinde değil, düşmanına benzediğinde kaybedilirdi, unuttun mu?

Yerini, haddini, hududunu bilecek, edebini koruyacaksın…

“Anladıkları dilden konuşmak gerek” saçmalığının arkasına sığınıp, kim olduğunu unutmayacak, rezille rezil olmayacaksın…

Oluyor musun?

Bunu da kendine hak mı görüyorsun?

“İçimi soğutacak kadar hakaret edip, ağızlarının payını verdim” diye neşeleniyor musun?

O zaman kusura bakma!

Kimi ve neyi savunuyorsan savun! Fakat aranızda bir fark olduğunu söyleme! Çünkü görünen o ki, öyle bir fark yok!