Albert Einstein der ki “Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.” ilkçağ filozoflarından Herakleitos'a göre "tanımadıklarına havlayan köpekler, farklı olanı kabul etmeyen insanlardır." Cemil Meriç ise “sloganların insanları yönettiğini” söyler ve “ideolojilerin yol gösteren birer harita değil, idrâke giydirilen deli gömlekleri” olduğunu belirtir. 

İvan Pavlov'un klasik koşullanma teorisi bugünlerde Lozan ve Montrö Sözleşmesi ekseninde oldukça işlevsel. Konuyu biraz açalım. 

Öğrenilmiş çaresizlik veya kafesteki maymunlar…

“Beş Maymun Deneyi”ni biliyor musunuz? Anlatayım: “Bir kafesin tepesine büyük bir salkım muz asılır. İçine de 5 maymun ve bir merdiven konulur. Maymunlardan biri merdivenden çıkıp muzu almaya çalıştığında tazyikli suyla maymunu ıslatırlar.  Her bir maymun bu soğuk ve acı deneyimi yaşayana kadar işlem tekrarlanır. Artık kafeste bulunan her bir maymun, muza ulaşmak istediğinde tazyikli suyla ıslanacağı bilgisini yaşayarak edinmiştir. 

Sonra maymunlardan birini çıkarıp, yerine hiç ıslanmamış başka bir maymun koyarlar. Yeni gelen maymun, önceki yaşananlardan habersiz, hemen muza uzanır. Fakat daha önce muzu almak istedikleri için ıslanan 4 maymun müdahale eder ve yeni maymunu bir güzel döverler. Yeni maymun sebebini bilmeden dayağını yemiştir.

Sonra ıslak maymunlardan biri daha değiştirilir. Doğal olarak yerine gelen maymun da hemen muzu almak için harekete geçer. Fakat sadece ıslanma deneyimi yaşamış olan 3 maymun değil, Neden dayak yediğini bilmeyen maymun da yeni gelene saldırır.  Hatta en sert yumrukları vuran da ilk dayak yiyendir.

 Deney bu şekilde devam eder ve tüm ıslanan maymunlar dışarı çıkarılır ve yenileri konur kafese. Artık muza ulaşmak istediği için tazyikli suyla ıslanan bir maymun yoktur kafeste. Fakat kafesteki 5 maymun hala muza ulaşmak isteyen maymunlara saldırıp, onları dövmektedir. Ve artık hiçbir maymun muzu elde etmek için hareketlenmemektedir.” Kıssadan hisse… 

“Hünkar İskelesi”nden Lozan ve Montrö Sözleşmesine…

Bireyler ve toplumlar kendi kaderlerinin failidir. Yoksa göklerden gelen karar  kainatın işleyişine çomak sokmaz. Eğer bugün ahval-i pür-melalimiz maalesef acınacak halde ise  halet-i ruhiyemizin kafesteki beş maymun gibi olmasındandır.  Tarihe tanıklık etmeye ne dersiniz? Birlikte zaman tünelinde “Boz atlı Hızır” misali astral yolculuk yapalım ki, Lozan ve Montrö tartışmalarının  arka planını anlayabilelim. 

Vaka-i Hayriye denilerek Yeniçeri Ocağı, 15 Haziran 1826'da Sultan II. Mahmud tarafından ortadan kaldırıldı. Ortada ordu falan kalmadı.  1827’de Navarin’de Osmanlı donanması yakıldı. 1828-1829’da Tuna ve Kafkas bozgunlarının ardından Sultan II. Mahmut; 1829'da Rusya'yla yapılan savaşı sonuçlandıran ve ağır koşullar içeren Edirne Antlaşması’nı imzalamıştı. 

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Mora İsyanı’nın bastırılması karşılığında istediği Girit ve Mora valilikleri verilmeyince Fransızların kışkırtması ve desteği ile 1831’de Suriye’yi işgal etmiş, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki kuvvetleri, Antakya Belen ve Konya’da karşılarına çıkan Osmanlı ordusunu yenerek Kütahya’ya girmişti. Kendi atadığı Mısır Valisine karşı İstanbul’u savunmada çaresiz kalan Sultan II. Mahmut, “denize düşen yılana sarılır” misali önce İngilizlerden, onlardan ses seda çıkmayınca Rus Çarı I. Nikola'dan yardım istedi.

Sıcak denizlere inme fırsatını ayaklarına getiren bu teklifi ganimet bilen Rus Çarlığı, General Muravyef’i, İstanbul’a özel temsilci gönderir. Muravyef, II. Mahmut’la Türkçe konuşarak Eflak ve Boğdan’da bulunan 30 bin Rus askerinin emir beklediğini söyler.  8 Şubat 1833'te Karadeniz Filosu Komutanı, Karadeniz limanları ve ayrıca Sivastopol ve Nikolayev askeri valisi Amiral Mikhail Petrovich  Lazanev komutasındaki 9 gemiden oluşan Rus filosu İstanbul Boğazı’ndan geçerek Sarıyer civarlarında demirler. 

24 Mart'ta da Rus-Kazak Alayları'ndan oluşan kuvvetler, Beykoz Hünkar İskelesi Mevkii'nde karaya çıktılar. Bu askerlere daha sonra Amiral Komani komutasında 5 bin asker katıldı.  Hatta Sultan II. Mahmut, Rus askeri birliklerini teftiş eder. Kont Orlov, General Muravyev, Amiral Lazerev ve Rusya Elçisi Butenev, diğer general, subaylar iskelede Padişahı karşılar. Padişah da her birine ayrı ayrı iltifat eder. Ardından hazırlanan ata biner ve önündeki düzlükte saf tutan Rus askerlerini selamlar. 

İstanbul’daki Rus askeri varlığı, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ordusunun İstanbul’a ilerlemesini engellediği gibi, Fransız ve İngilizlerin Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya ordusunu Anadolu’dan geri çekmesi baskısı da artmıştır.   Mısır sorunu çözüldükten sonra Ruslarla, Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalandı. Mısırlı askerlerin Anadolu’dan çekilmediği takdirde Rus kuvvetlerinin boğazlardaki varlığı devam edecekti. Süresi 8 yıl olan antlaşmanın gizli bir maddesine göre Boğazlar, bir harp durumunda diğer devletlere kapalı ancak Rus donanmasına açık olacaktır. 

Başlangıçta Mısır Valisinin ordusunun ilerlemesine sessiz kalan İngiltere ve Fransa, İstanbul’un kucaklarına düşmesini beklerken Ruslarla anlaşmayı duyar duymaz, çıkarları açısından büyük bir tehdit olarak gördükleri antlaşmaya şiddetle tepki gösterdiler.  

Rusya ile denge unsuru olması için Osmanlı Devleti’ni korumayı, I. Dünya Savaşı’na kadar devlet politikasına dönüştüren İngiltere, Osmanlı Devleti’nin güçlenmesi için Babıâli’ye her türlü desteği verdi. 

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?

19. yüzyılda Türk Boğazlarının derdi Avrupa’yı gerdi. Emperyalist Avrupa ülkeleri, işi gücü bırakıp Türk Boğazları için üç konferans topladı. Bu üç konferanstan üç sözleşme doğdu: 1841 Londra, 1856 Paris, 1871 Londra Boğazlar Sözleşmesi. Türk Boğazlarının Türk ordusunun egemenlik alanı dışına çıkarılması, Birinci Dünya Savaşı’nın başlıca amaçlarındandı.

İngilizler, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk İmparatorluğunu tasfiye vaktinin geldiğini düşünerek Çanakkale Boğazı’ndan Karadeniz’e çıkmak için harekete geçtiler.  Amaç  Bolşevik devrimcilerle başı dertte olan Rus Çarlığı'na ihtiyaç duyduğu silah mühimmat ve asker yardımını ulaştırmaktı.

Eğer İngiliz donanması, Boğazları geçebilmiş olsaydı, Rusya alacağı askeri ve mali yardımla rahatlayacaktı.  Ayrıca Boğazları da ele geçirmiş olacağı için stratejik bir avantaj da elde etmiş olacaktı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Avuçlarını yaladılar. 

Lozan ve Montrö'de Türk Boğazları…

Öncelikle belirteyim, Boğazlar, Türkiye için çok önemli olduğu kadar,  varlık, egemenlik ve güvenlik sorunudur. Çünkü Boğazlar, Türk toprağıdır. Çanakkale Boğazı ile Karadeniz’e açılan İstanbul Boğazı arası, Türkiye’nin egemenliğine tabi iç sularıdır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Türk topraklarıyla çevrili olmasından dolayı, “Türk Boğazları” olarak adlandırılmıştır.  Lozan Boğazlar Sözleşmesi üç ilkeye dayanıyordu.

1. Boğazların, Türk ordusunun egemenlik alanından çıkarılması ki bunu “askerden arındırılması” adı altında kamufle etmişlerdi. 

2. Boğazlarda gemilerin geçişini kontrol etmek ve bu geçişleri Milletler Cemiyeti’ne bilgi vermekle yetkili bir Boğazlar Komisyonu’nun kurulması,

3. Askeri bakımdan Türkiye için tehlike teşkil edecek bir duruma engel olmak üzere, Milletler Cemiyeti’nin, özellikle İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın garantisi sağlanması. 

Bu garanti, Boğazlarda ve Trakya'da İngiliz askeri birliklerinin mevcudiyeti anlamına geliyordu. 

Lozan Boğazlar Sözleşmesi, işgali kalıcı hale getirmişti…

Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye’nin gereksinimlerine uygunluğu su götürdüğünden Türkiye, Boğazlar üzerinde tam egemenlik ve uluslararası anlaşmalarla desteklenmiş yetki peşindeydi. 

Sebebine gelince İtalya ve Almanya'nın, diğer Avrupa ülkeleri ile ilişkileri giderek kötüleşmekteydi.

Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin egemenliğine gölge düşüren Boğazlar, uluslararası bir denetime tabi tutuluyor, bazı kayıt ve koşullar gerekçe gösterilerek alt savaş gemilerinin Boğazlara girmesine izin veriliyordu. 

Boğazların her iki tarafı sözde askerden ve silahtan arındırılmış bölge kapsamındaydı ama  Türk askerinin sokulmadığı bu bölgelerde uzun bacaklı sarı çıyanlar kol geziyordu. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yol açtığı en büyük sakınca, Türkiye’nin Boğazlar üzerinde tam denetiminin sağlanamamış olmasıydı.

Türklerin önüne çıkan tarihi fırsat! Hitler’in fendi İngilizleri yendi…

Türkiye, 23 Mayıs 1933’de Londra’da yapılan 'Silahsızlanma Toplantısı’nda, değişen koşulları bahane ederek, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin bazı hükümlerinin iptalini resmen istedi. 

Ancak Türkiye’nin bu istemi kabul edilmedi. Sovyetler 1933 yılından itibaren, İngiltere ise 1936 yılında Hitler’in tek taraflı olarak Ren bölgesine askerlerini sokmasından sonra aklı başına gelerek Türkiye’yi Boğazların silahsızlandırılmasına ilişkin talebi konusunda destekledi.

Hitler’in fendi İngilizlerin inadını kırmaya yetmişti. 

Milletler Cemiyeti’nin 17 Nisan 1935’de yapılan olağanüstü toplantısında Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Lozan Boğazlar Sözleşmesinde Ankara'nın rahatsız olduğu Boğazların silahsızlandırılmasına ilişkin maddelerinin iptalini istedi.  Türkiye, 1923’den 1936’lara kadar izlediği barışçı politika, uluslararası anlaşmalara sadık görüntü vermesi işe yaradı.

Montreux Boğazlar Konferansı 22 Haziran 1936’da başladı ve 20 Temmuz 1936’ya kadar sürdü.  20 Temmuz 1936’da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile bugünkü “Türk Boğazları Rejimi” kuruldu.

Türk ordusu kendi topraklarına yeniden ayak bastı…

20 Temmuz 1936’da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ve eki olan protokol hükümleri gereğince aynı gün gece yarısı 30 bin kişilik bir Türk gücü Boğazlar bölgesine girdi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, bugün de geçerliliğini koruyan, uygulamada olan; Türk Boğazları için en önemli belgedir. 

29 maddeden oluşan bu sözleşme maddelerinden 22’si; askeri gemiler ve askeri konularla ilgili hükümleri içerirken, sadece 7’si ticari gemilerin geçişini düzenler.  Nihayet Ankara, II. Dünya Savaşı başlamadan muradına ermiş, Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri Türk Hükümeti’ne devredilmiştir. 

Lozan Anlaşmasını ilk tartışmaya açan Mustafa Kemal Atatürk, çünkü Türk istiklali ve Türk ikbalinin kayıtsız şartsız egemenliği ile bağdaşmayan hükümleri vardı…

Mesela Türkiye, boğazların her iki yakasını da silahsızlandırmayı kabul etmiştir. Trakya sınırına ilişkin sözleşmenin 1. maddesi ile Türkiye’nin Yunanistan ve Bulgaristan ile olan sınırlarının her iki tarafında da 30 kilometrelik alanın askerden arındırılması kabul edilmiştir. Bu bölgeye aynı zamanda uçuş yasağı da getirilmiştir. “İngilizci İslamcılar”ın Lozan'a bakışı saltanat zaviyesindendir. Aleni Atatürk düşmanlığı üzerine bina edilmiştir. Reel politik düşünmezler. 

İngilizci Kemalistler…

Bir de sözde Kemalist İngilizciler var. Onlar için Lozan ve Montrö Sözleşmesi tabudur. Günümüz şartlarında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli çıkarları doğrultusunda revize edilmeleri dahi düşünülemez.  Bu kafesteki maymun refleskli mankurtlara sormak lazım. Boğazlar 1936'ya kadar İngiliz işgalinde değil miydi? Türklük Mefkûresinin yüce gönüllü Başbuğu Mustafa Kemal Paşa, bu işgali sonlandırmak için Türk Hariciyesi’ni seferber etti mi etmedi  mi? 

Gelelim günümüze…

Montrö Boğazlar Antlaşması’nın imzalandığı dönemde, boğazdan yılda 3 bin gemi geçmekteydi. Boğazın üstüne üç köprü yapıldı ve  günümüzde boğazdan geçen deniz taşıtı sayısı yıllık 50 bin civarında. 

Suat Gün komutanın belirttiği şekilde balıkçı gemileri, şehir hatları vapurları dahil olmak üzere 2 bin 500 deniz aracı her gün Boğaz trafiğinde. Bu devasa bir rakam. Düşünsenize, Boğazdan geçiş yapan deniz taşıtları sayısının 2050'de 100 bine ulaşması tahmin ediliyor.   O nedenle Türkiye, öncelikle kendi güvenliğini ve çıkarlarını gözetmek zorunda.

Boğazlar Türk toprağıdır. Türkiye, İngiliz denetimindeki Cebeli Tarık boğazında, Mısır’ın Süveyş Kanalı'nda, Karadeniz’de Kırım’ın Kerç boğazında veya Orta Amerika'nın en güney ülkesi Panama topraklarında yer alan ve Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus'u birbirine bağlayan Panama su kanalında hak iddia ediyor mu? 

Bu açıdan Montrö Sözleşmesi’ne, Almanların, Amerikalıların, Çinlilerin, Fransızların, İngilizlerin  veya Rusların çıkarları için mi dogmatik kutsal metin muamelesi yapacağız? Merhum Erbakan Hoca’nın deyimi ile; “Hadi oradan!”.  Kim ki, küresel ve bölgesel denge istiyor, o zaman Türkiye’nin egemenlik haklarını kabul edecek, saygı duyacak. Türkiye ne Atlantik paktının ne de Avrasya Federasyonu’nun kapı kuludur? Türkiye, hiç bir emperyalist gücün tetikçisi veya bekçisi değildir.  Ama kilit bir ülkedir. İsterse ABD ile Rusya’yı kozlarını paylaşmaları için Karadeniz’de buluşturabilir.

Hodri meydan! Nasıl ki Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ndeki kayıpları telafi edilmiş, Türkiye’nin egemenlik hakları kapsamında yetkileri kısmen artırılmıştır.  

Türkiye, tıpkı onun gibi günümüzde de bu antlaşmaya dayanarak hak ve yetkilerini kendi lehine, zamanın şartlarına ve ruhuna göre düzenleyebilir.  Bunu yapabilmesi için önünde iki yol var.  Ya bileğinin gücüne güvenerek anlaşmadan çekilir ya da bu sözleşmeye dayanarak antlaşmada değişiklik isteyebilir. 

Neden?  Eğer Türkiye, BM nezdinde ve kendi halkının vicdanında hür ve bağımsız bir devlet ise Suat Gün komutanın ifade ettiği gibi; “Boğazlardan istediğini geçirir, istemediğini geçirmez, ister kapatır ister açar.  İster para alır, ister bedava geçirir.” Kim ki kalkar “Lozan ve Montrö Sözleşmesi tartışılamaz, bunlara tabiiyet kayıtsız şartsızdır” derse, and olsun ki  başta Misaki Milliye'ye, Cumhuriyet’in kuruluş değerlerine, Türklük Mefkûresine ve Türklük Mefkûresinin Başbuğu Mustafa Kemal Paşa'nın aziz hatırasına ihanet  etmiştir. 

Muhtıra heveslisi mütekait Bahriyelilerin, Lozan ve Montrö bekçiliğine soyunması her şeyden evvel züldür.   Bunlar, Cihanşümul Kadim Türk Devleti'nin değil, küresel şer güçlerinin sözcüğünü üstlenmişlerdir.  Halleri ve kavilleri bir zamanlar taşıdıkları şanlı Türk ordusunun  üniformasına hakarettir. 

MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli’nin dediği gibi; “bunların TSK ile her türlü müktesebatları sonlandırılmalıdır.”  Meral Akşener ne kadar haklı vallahi de billahi de emekli amirallerin bildirisi zevzekliktir.