FETÖ bağlamında özellikle askeri darbe ile ilişkisi olanlara yönelik tedbir ve cezalandırmalar şüphesiz gereklidir ve şarttır. Bu bağlamda darbecilere karşı yiğitçe direnen 251 şehidimiz asla unutulmamalıdır. Ancak OHAL döneminde yaklaşık olarak 2 yıl devam etmiş olan KHK uygulamalarıyla sadece darbe ile ilişkisi olanlar değil “Hizmet Hareketi” olarak bilinen cemaat ile iltisaklı/irtibatlı olduğu düşünülen/tahmin edilen ve hatta bu yapının dışında olan masum insanlar da darbecilerle veya darbe savunucularla aynı kefeye konulmuştur. Bu süreçte hükümete yakınlığı ile bilinen fakat FETÖ ile mücadelede birçok haksız uygulamayı görüp de susmayan yiğit bilim ve fikir insanlarımız da kendilerine düşen vazifelerini hiç çekinmeden yerine getirme cesaretini gösterebilmiştir. Örnek teşkil etmesi bakımından burada üç şahsiyet takdim edilecektir:

Şevki Yılmaz: KHK Mağdurlarının Varlığını Açıkça Haykıran Cesur Yürek

Şevki Yılmaz Hocamı Almanya’dan lise yıllarından beri tanırım. Aynı davanın insanlarıyız. Bilmeyenler için tekrarlıyorum: Bendeniz de bir KHK mağduruyum. Beraat ettiğimiz halde halen görevine iade edilmeyen işsiz bir akademisyenim. Şevki Yılmaz Hocamızın Sakarya Üniversitesinden iftiralara uğrayarak, sorgusuz sualsiz olarak ihraç edilmemi, bir vesile ile derin üzüntü ve kaygı içinde öğrenmiş oldu. Öğrenir öğrenmez Şevki Hocamdan cep telefonuma belirli kesimlere gönderdiği şöyle bir mesaj geldi:

“Kardeşim Sakarya Üniversitesi…öğretim üyesi. Kökten Millî Görüşçü: Prof. Dr. Ali Seyyar. Kardeşimize FETÖ kumpası kuruldu. Daha evvel FETÖ’cular iftira attı. Şimdi de FETÖ’cu damgasıyla ihraç edildi. Vallahi Yanlış! Billahi Yanlış! Bu zulme bilerek âlet olanlar da Allah katında sorumludur! Acilen haksızlığı düzelteceğinize ve iktidarı yanıltanlardan hesap sorulacağına eminim. Selam ve duayla. Şevki Yılmaz. (11.11.2016 23:50).”

Şevki Hocamız sadece benim şahsî mağduriyetimin giderilmesi için gayret göstermedi aynı zamanda her fırsatta FETÖ ile mücadelede yapılan hataları en samimî duygularla dile getirmiştir.

“FETÖ kumpasına giren bir kızımız, yurtlarında kaldı diye tutuklanıyor. 15 Temmuz öncesinde yurtlar yasal yurtlardı. Nereden bilecek yarın oranın terör yurdu olacağını? Böyle binlercesi var…Bunlar Tayyip Bey’e suikast timleridir. Onun için bu ülkede seçime giderken, mazlumların ahı ile gitmeyelim. Allah aşkına. Yeniden bir çözüm getirmesi lazım AK-iktidarının. Kazanmak, Allah’ın takdiridir. Mazlumun ahı ile ahirete gitmeyelim. Devlet, güçlüdür. Öyle 25 yaşındaki bir kız devleti yıkmaz. Hainlerle mücadele edelim…suçlu ile mazlumu ayıralım. İbadet bölümü içinde aldatılmış olanlardan hiç suçu olmadığı halde cezaevinde olanlar var…Bu insanları ayıralım ve bunları kazanalım…bunun yolu ceza değil, nefret değil. Bunun yeri cezaevi değil. Önce yargılayalım sonra tutuklayalım. Yargı tam tersini yapıyor. 2 sene sonra yattıktan sonra ‘özür diliyorum’…80 yaşındaki nine, bu teyzenin Balıkesir cezaevinde ne işi var? Bunun tamamı FETÖ olsa ne olur ya? Allah’tan korkmak lazım. Bunları söylemek mecburiyetindeyiz çünkü Allah’ın gönderdiği anayasamız kitabımız diyor ki: ‘Bir kavme karşı kininiz, sizi adaletli olmaktan alıkoymasın.’ Adalet, devletin oksijenidir. Devletin ömrü, adalettir. Âdil davranan Hıristiyan devlet, zulmeden Müslüman devletten daha uzun ömürlü olur… Devletin ömrü, adalette ölçülür...” (Şevki Yılmaz; Akit TV, Milli Diriliş programı: 17 Nisan 2018).

Ali Rıza Demircan: Hakperestliği Bir Hayat Düsturu Olarak Gören İslâm Âlimi

Ali Rıza Demircan Hoca ile geçmişe dayanan herhangi bir hukukumuz olmadığı halde bir öğrencimin vasıtasıyla trajik durumumu öğrenir öğrenmez bana maddî ve manevî destek olsun diye vakfına ait Mirat Haber sitesinde yazma imkânı sundu. Ali Rıza Demircan Hocamız bunun ötesinde FETÖ’den dolayı 2 yıla yakın tutuklu kalmış olan sosyolog/ilahiyatçı Ali Bulaç’a şu sözleriyle alenî olarak destek verdi:

“Ali Bulaç kardeşim benim 45 yıllık dostumdur. Emsali gerçekten çok az olan düşünce adamlarımızdan biridir…İslâmî çalışmalarımızda fiili beraberliğimiz olmadı. Ama onu hep sevdim. -Allah uzun ömürler versin- Kendisine bir hak vaki olursa cenaze namazını kıldırmamı bana vasiyet edecek derecede kendisi tarafından da sevildim. Herkes gibi onun da bazı hataları olabileceği açıktır. Ama bu hataların onun isnat edilen suçlarla ve tutuklu olarak yargılanmasına sebep olacak boyutlarda olabileceğine asla inanmadım ve Mahkeme Savunmasını okuyunca bu inancım daha bir pekişti. Pek çok yetkili ve etkili siyasî ve askerî ilgili yanıldı. Bu yanılgılar milletimize büyük bedeller ödetti. Oysaki Ali Bulaç kardeşimin elle tutulur ve gözle görülür bir yanılgısı da yoktur. Hiç şüphesiz yargı kararını verecek. Verecek de niçin tutuklu yargılama? Yaşlı ve hasta bir münevverimizin 14 aydır tutuklu olmasını ve tutukluluk halinin devam etmesini içimize sindiremiyoruz. İstediğimiz adalettir….”

Ali Rıza Hocamız, mezkûr haber sitesinde KHK mağdurlarına yönelik yazılarımı sansürsüz olarak yayınlatmış olduğu gibi kendisi de zaman zaman zulme son verilmesi gerektiği aksi takdirde ateşin muhataplarına bulaşacağı yönünde ikazlarda bulunmuştur.

Hayrettin Karaman: Hükümete Uyarılarda Bulunma Cesareti Gösteren Bir İlahiyatçı

FETÖ ile mücadelede hukuka aykırı uygulamalara tepki gösteren başka bir şahsiyet, Prof. Dr. Hayrettin Karaman Hocadır. “İhtiyat, Tedbir, Mağduriyet” başlığını taşıyan 05.02.2017 tarihli yazısı, hükümete yapılan ilk uyarılardan birisidir. Karaman’ın tespitlerine göre hükümet, “ihtiyat ve tedbir” cümlesinden yola çıkarak, darbe ile ilişkisi olmayan birçok masum dindar insanı/memuru, çoğu kez isimsiz ihbarlarla veya gizli tanık uygulamalarıyla zamanında cemaate ilgi ve iltisaklı olduğu şüphesi ile açığa aldı, tutukladı, ihraç etti ve(ya) mahkemeye verdi.

Karaman Hocamız, görüşlerine şu şekilde devam etmiştir: “Bu arada “suçlu” olmayan birçok kimse de bazı haklarından ve hürriyetinden mahrum oldu. İşte bu yüzden her gün içleri acıtacak mağduriyet hikâyeleri dinliyoruz. Bu hikâyelerin gerçek olanları vardır; ama devlet kamuya karşı suç işlemiş insanları elden kaçırmamak ve kötülüklerine fırsat vermemek için “suç sabit olduktan sonra yakalama” yerine “suçsuz olduğu anlaşılınca serbest bırakma ve haklarını iade etme” yolunu (bu manada ihtiyat ve tedbiri) tercih etti.”

Ne yazık ki geçmişte “İslâmî” devletler, nasıl ki din görünümlü tahrif hareketleriyle mücadelede çoğu zaman yanlış yöntemlere müracaat ederek fitne ateşini söndürememişse bugün de tarihten ders alınmadığı için benzer hatalar yapılmıştır. Ancak bugün etkili ve ferasetli ilim adamlarımızın yaptığı ikazlar sayesinde hatalardan dönülmesi halen mümkündür. Gelecek yazımızda en nihayetinde yeni fitnelerin önüne geçmek ve toplumda kardeşliği yeniden tesis etmek bağlamında bazı stratejik önerilerde bulunacağım.