Bir mücadelenin başarısı, sadece sahada verilen çaba ve özveriyle değil, bu mücadelenin anlatılma biçimiyle de doğrudan bağlantılıdır. Anlatı sorunsalı, mücadelenin hedef kitlelere doğru ve etkili bir şekilde ulaştırılamamasıyla ortaya çıkar. İster direniş hareketi, isterse de bir özgürlük mücadelesi olsun, anlatının nasıl kurgulandığı, hangi dilin kullanıldığı ve hangi değerler üzerinden bir bağ kurulduğu, mücadelenin kabul görmesinde kritik bir rol oynar.
Bu anlatı sorunsalı, Filistin'in Kurtuluş Savaşı mücadelesi gibi köklü bir davada sıkça karşımıza çıkar. Filistin’in özgürlüğü için verilen bu kurtuluş savaşı mücadelesi, hem dini hem de insani bir boyut taşır. Ancak, sadece bir boyutun ön plana çıkarılarak anlatılması, bu mücadelenin geniş kitlelere ulaşmasında zorluklar oluşturur.
Filistin meselesi, direniş tarihi boyunca çeşitli ideolojik ve dini perspektiflerden sahiplenildi ve savunuldu. Özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), İsrail’e karşı yürüttüğü silahlı direnişle Filistin halkının temsilcisi olarak kabul edildiği dönemde, FKÖ’nün başı çektiği Filistin mücadelesi sadece İslami hareketlerden değil, sol-sosyalist çevrelerden de geniş bir destek gördü. Ancak, FKÖ’nün 1993 Oslo Anlaşmaları ile İsrail’i tanıması ve silahlı direnişi bırakması, Filistin halkı nezdinde meşruiyetini kaybetmesine yol açtı.
Tam bu dönemde, 1987’de başlayan Birinci İntifada ile birlikte Hamas İslami Direniş Hareketi, direniş bayrağını devraldı ve Filistin’in özgürlüğü için işgalci İsrail’le mücadeleyi sürdürdü.
Filistin’in işgaline karşı mücadelenin, İslam dünyasında dini bir sorumluluk olarak görülmesi, Filistin davasının geniş Müslüman kitleler tarafından desteklenmesinin zeminini oluşturdu. Bu durumu, Hamas’ın, İslami bir direniş hareketi olarak İslami referanslarla direnişi sürdürmesi de eklenince, hem Hamas hem de Filistin davası özellikle Müslüman toplumlar tarafından daha güçlü bir şekilde sahiplenildi. Ancak bu süreçte, bir taraftan Siyonizmin kontrolünde olan medya tarafından uygulanan sansür ve çarpıtma; diğer taraftan da, Filistin diasporasının Batı halkları başta olmak üzere batılı hayat tarzını benimsemiş seküler toplumlara ulaşma noktasında yetersiz kalması gibi sebeplerden ötürü Filistin davası, dünya kamuoyuna güçlü bir şekilde aktarılamadı. Ortaya çıkan bu durum, Filistin meselesinin Müslüman toplumlar dışında, özellikle Batı’da anlaşıl(a)maması ve sahiplenil(e)memesi gibi bir sonuç doğurdu. (Son zamanlarda Filistin davasının Müslümanlar tarafından sahiplenilip desteklenmesi konusunda çok ama çok ciddi zaafiyetler, acziyetler ve hatta ve hatta ihanetler olsa da, bu makalede ifade etmek istediğim konu, Filistin davasının anlatı sorunu olduğu için bu konuya girmeyeceğim)
Filistin Davasının Türkiye’deki Yansımaları
Türkiye (devletiyle, halkıyla ve coğrafyasıyla), hem tarihi hem de dini bağları nedeniyle her zaman Filistin davasına sahip çıkan ve destek veren bir ülke olmuştur. Türkiye’de Filistin davası, geçmişten bugüne İslami sivil toplum kuruluşları ve cemaatler tarafından sahiplenilip desteklenmiştir. Hatta anti-emperyalist refleksleri nedeniyle sosyalist kesimler dahi Filistin’e destek vermekten geri durmamıştır. Ancak, son yıllarda Türkiye’de toplumsal ve siyasi alanda yaşanan değişimler ve yeni dinamikler, Filistin meselesine bakış açısını derinden etkilemiş durumda.
Son 22 yıldır AK Parti iktidarı döneminde Filistin meselesi, Türkiye’nin dış politikasını belirleyen en önemli gündem maddelerinden birisi oldu. Özellikle Mavi Marmara sonrası yaşananlar, Türkiye - Arap Ülkeleri yakınlaşmaları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistin ve Hamas ile ilgili her fırsatta dile getirdiği söylemler, kendisini bu coğrafyada Filistin davasının güçlü bir savunucusu olarak öne çıkarttı.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 2002 yılından bu yana, yani 22 yıldır Türkiye'de iktidarda olan bir parti olarak, siyasetini milli ve İslami değerler içerikli söylem üzerine inşa eden bir politika izledi. Bu süre zarfında, AK Parti'nin iç ve dış politikasını destekleyen bir taban oluşurken, aynı zamanda bu iktidara ve iktidarın politikalarının karşısında duran muhalif bir kesim de ortaya çıktı.
Muhalefet, doğası gereği iktidarın politikalarına karşı olmak durumundadır. AK Parti iktidarına muhalif olarak konumlanan kesimler de, doğal olarak AK Parti'nin her politikasına karşı bir duruş sergiledi. Özellikle seküler ve batılı yaşam tarzının çok daha belirgin olduğu çevrelerde, bu karşıtlık yalnızca AK Parti’nin politikalarıyla sınırlı kalmadı. Bu kesimde ortaya çıkan karşıtlık, partinin politikalarında referans aldığı siyasi söylem üzerinden, özellikle İslami değerlere yönelik bir karşıtlığa dönüştü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin davasını sahiplenmesi, bu duruşunu yerel ve uluslararası her platformda dile getirmesi, muhalefet ve tabanında Filistin davasına karşı önyargılı bir muhalif tutumun oluşmasına neden oldu.
Buna ek olarak, Filistin davasını sahiplenen İslami STK ve cemaatlerin, sadece İslami referanslarla bu meseleyi gündeme getirerek anlatmaya çalışmaları, özellikle seküler ve batılı yaşam tarzını benimsemiş kesimlere Filistin meselesini doğru şekilde aktarılamamasına yol açtı. Bu durumun sonucu olarak da, bu kesimlerde Filistin meselesi doğru anlaşılmamış ve yeterince sahiplenilememiştir.
Sunum biçiminin değişmesinin gerekliliği
Özellikle seküler ve batılı yaşam tarzının yaygın olduğu kesimlerde ve bölgelerde, Filistin davasının sadece İslami referans içerikli söylemlerle dile getirilmesi, bu bölgelerde yaşayan insanlar üzerinde yeterince etkili olmadığı gözlemlenmektedir. Bu üslup, Filistin davasının bu bölgelerde ve kesimlerde sadece dini bir mesele gibi algılanmasına yol açmış ve geniş kitlelere ulaşılmasını engellemiştir.
Ancak, Filistin meselesi sadece dini bir mesele değil, aynı zamanda insanî bir meseledir. Toprakları işgal edilmiş bir halkın özgürlüğü için verdiği mücadele, dünya genelinde insan hakları ve adalet arayışının bir parçasıdır. Diğer taraftan, işgalci İsrail’in bütün dünyanın gözü önünde gerçekleştirdiği soykırım savaşı ve bu savaşta katledilen Filistinli çocuklar, kadınlar, yaşlılar, bebekler insani değerleri ve vicdanları harekete geçirmesi gereken acılardır.
Filistin meselesini daha geniş kitlelere ulaştırabilmek için, vicdanları harekete geçirecek bir üslup önemlidir. Adalet, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerler üzerinden yapılacak bir anlatı, Filistin davasının Türkiye’de ve dünyada özellikle seküler ve batılı hayat tarzını benimsemiş kesimlerde daha fazla insan tarafından sahiplenilmesine katkı sağlayabilir.
Diğer taraftan, işgalci İsrail’in yayılmacı politikaları, vadedilmiş topraklarda Büyük İsrail Devleti hayali, Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin milli güvenlik ve toprak bütünlüğünü yakından ilgilendiren stratejilerdir. İsrail’in sadece bölge halkları için değil insanlık için tehdit ve tehlike olduğu gerçeği, doğru bir söylem ve yöntem ile dile getirilerek Filistin davasının sadece Filistinlileri ilgilendiren bir dava olmadığı, bu direnişin ve mücadelenin başta Müslümanlar olmak üzere bölge halkları ve insanlık adına yürütülen bir mücadele olduğu hakikatini, bu kesimlere uygun bir söylem ile ulaştırmalıyız.
Türkiye'de yıllardır ümmet bilincini ve İslam kardeşliğini yok etmek amacıyla sistematik şekilde dile getirilen "Araplar hain", "Araplar Türklere ihanet etti", "Filistinliler topraklarını sattılar" gibi yalan ve yanıltıcı söylemler üzerine bina edilen tarih anlatısı, özellikle genç nesillerde Araplara karşı bir önyargı oluşturdu. Bu önyargıya, son yıllarda Suriyeliler üzerinden körüklenen Yabancı / Arap karşıtlığı da eklenince, Filistin meselesinin bu kesime de doğru bir şekilde aktarılması giderek zorlaştı.
Öncelikle çarpıtılan tarihî gerçekleri düzeltmek, Çanakkale’deki ümmet birliğini ve İslam kardeşliğini hatırlatarak bu önyargıları kırmak gerekir. Filistin davası, yalnızca Filistinliler için değil, Türkiye’nin milli güvenliği ve toprak bütünlüğü açısından da hayati bir meseledir. İsrail'in işgali genişleterek yayılmacı politikalarını sürdürmesi ve Nil’den Fırat’a kadar vaat edilmiş topraklarda "Büyük İsrail" projesi, Türkiye’yi de içine alan işgal stratejisinin bir parçasıdır.
Bu stratejiye karşı ilk direniş hattının Filistin olduğunu, Çanakkale savaşı dün ve bugün Türkiye için ne anlam ifade ediyorsa Gazze ve Filistin Direnişi de başta Türkiye olmak üzere bölge halkları için aynı anlamı taşıdığını, Filistin’e sahip çıkmanın, Türkiye’nin ve bölgenin geleceği ve bağımsızlığı için çok önemli olduğu gerçeğini anlatmalıyız. Bu bağlamda Filistin davasının, Türkiye'nin milli güvenliğinin ilk savunma hattı olduğu ve Filistin’in desteklenmesinin, ümmetin birliğini ve İslam kardeşliğini yeniden canlandırmak için kritik bir adım olacağı söylemleri ile bu ön yargılı nesillere Filistin davasının onların da geleceğini ilgilendiren bir dava olduğunu izah etmeliyiz.
Filistin davasının sadece İslami referans içerikli söylemlerle değil, insani ve stratejik dengeler içerikli söylemlerle de dile getirilmesi elzemdir.
Özetle;
Filistin meselesi, sadece dini bir mücadele olarak değil, aynı zamanda insanî bir mücadele olarak ele alınmalıdır. Hamas’ın İslami direniş çizgisi, Müslüman toplumlarda büyük bir destek bulmuş olsa da, Filistin’in özgürlüğü için verilen mücadelenin tüm dünya halklarına doğru şekilde anlatılması için yeni bir söylem geliştirilmesi elzemdir. Türkiye gibi ülkelerde ise, Filistin davasının İslami referans içerikli söylemler dışında, daha geniş kitlelere hitap edebilecek ve önyargıları kırabilecek insani ve evrensel bir söylemle ifade edilmesi, bu davanın daha etkili bir şekilde sahiplenilmesine katkı sağlayabilir.
Bu makalemizle, “Filistin Davası ve Türkiye” başlığı ile kaleme almaya çalıştığımız yazı serisini bitirmiş olduk.