Filistin ümmetin dramı,

Filistin dinmeyen gözyaşı

Filistin hepimizin imtihanı,

Filistin insanlığın bitiş anı.

Fakat ,

Filistin İslam'ın sancağı,

Filistin Müslümanların yüz akı,

Filistin cesaretin şahikası,

Filistin uyuyan devin intibahı,

Olacaktır, İnşaallah...

Filistin ve Kudüs, sadece Hz. Ömer'in (r.a.), Selahaddin Eyyubi'nin ve Yavuz Sultan Selim'in değil, aynı zamanda tarih şuurunun bize en önemli emanetidir. Çünkü peygamberler diyarı olan, din ve maneviyatla yoğrulmuş bu bereketli topraklar, Allah Resulü (s.a.v.) Efendimizin ahirete irtihalinden sadece beş sene sonra İslam beldesi oldu. Ebu Ubeyde bin Cerrah'ın kumandasındaki İslam ordusu Kudüs'e barış yoluyla girince, Patrik Sofranyus, şehrin anahtarlarını bizzat Halife Hz. Ömer'e (r.a.) teslim etti. Hz. Ömer (r.a.) gerçek anlamda bir insan hakları beyannamesi olan Emanname'yi yazılı olarak buradaki insanlara verdi.

Besmele ile başlayan Emanname'de şöyle deniyordu:

"Bu emanname, Hıristiyan ve Musevilerin canlarına, mallarına, kiliselerine, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen yazılı bir teminattır. Kiliseleri ev yapılmayacak, yıkılmayacak, bir bölümü dahi işgal edilmeyecek. Bu kiliselerde bulunan kutsal eşyalara dokunulmayacak, kimsenin malına el konulmayacaktır. İnsanlar dini inançlarından dolayı herhangi bir baskıya maruz kalmayacak, hakaret görmeyecek ve hiçbir zarar görmeyecektir. Yurdundan ayrılmak isteyenlere gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Kalmak isteyenler cizye vererek güven ve huzur içinde yaşayacaklardır."

Korkunç katliama sahne olan, 70 bin Müslümanın şehit edildiği, binlerce Musevinin de yakılarak öldürüldüğü I. Haçlı Seferi, saldırgan ve kana susamış sömürgeci batı zihniyetinin doğuya yönelmiş ilk büyük tecavüzüydü. 1099 yılının 15 Temmuz'u Kudüs'ün kaderinde çok önemli bir dönüm noktası olmuştu. Müslümanlar ya İslam dünyasının böğrüne saplanmış bu hançeri çıkaracak veya kabulleneceklerdi. Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi, bu işgalin ızdırabını yüreklerinin en derin köşesinde hissettikleri için Kudüs yeniden fethedildi.

Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi'ye saltanat tahtını ve sarayları yakıştıranlar, kendi yaşantılarını aksettirmekle kalmayıp belki de fetih ruhundan tamamen uzak olduklarını göstermektedirler. Halbuki onun atının eğeri tahtı, kıl çadırlar ise sarayı olmuştu. Az yer, az uyur, hiç gülmezdi. Dertsiz, tasasız, keyfine düşkün Müslümanları hiç anlamazdı. Kudüs işgalden kurtuluncaya kadar, bu hali devam etti.

Onun bu samimiyeti 7'den 77'ye bütün gönüllerde ma'kes buldu. Bebeklerin ninnisinden, tekkedeki dervişin zikrine, medresedeki talebenin fikrine kadar her yer Kudüs'le doldu, taştı. Halepli neccar niçin durup dururken bir minber yapmaya başladı? Ona bu siparişi kim verdi? Bu minberi hangi cami için yaptı? Söylediğine göre hiç kimse böyle bir minberin yapılmasını talep etmemişti. Kendisi Mescidi Aksa için yapmıştı. İyi ama Kudüs ve Mescidi Aksa işgal altındaydı. Hele bir Kudüs feth edilsin, o zaman bir minber yaparım, demedi. Benim elimden gelen bir minber yapmaktır, bunu oraya koymak da askerin ve kumandanın görevidir, diyordu. Kudüs'ün işgalden kurtulacağına ne kadar da yürekten inanmıştı. O neccar Kudüs fethini göremedi ama o minber 1187 yılının Ekim ayında Selahaddin Eyyubi tarafından Mescidi Aksa'ya yerleştirildi.

Kudüs feth edildikten sonra Selahaddin Eyyubi'nin çok rahat ettiğini sananlar, sarayında tebrikleri kabul ettiğini ve kalan beş yıllık ömrünü saltanat içinde geçirdiğini düşünenler, III. Haçlı Seferini hiç duymamış olmalılar. Tarihin kaydettiği topyekün saldırı ve tecavüz listesinin en başında yer alan bu Haçlı Seferi ile Kudüs'ü geri almaya gelen 600 bin barbar Hıristiyan, Akkâ'nın surlarına çarparak durabilmişti. Kudüs'ü korumak, elbette feth ermekten daha zordu. Aslan Yürekli Rişar gibi kendini beğenmiş mağrur kralları, süt dökmüş kedi gibi ülkelerine eli boş göndermek kolay bir şey değildi. Binlerce şehitle beraber Akka'nın da Kudüs uğruna feda edilmesi, bize çok önemli mesajlar vermeliydi.

Maalesef bu mesajları yeterince alamadığımız için 400 yıl idare ve himaye ettiğimiz, maddi manevi fedakarlıklarla koruduğumuz huzur ve barış şehrini, 40 günde kaybettik. Bu bir mağlubiyet değildi. İngiliz General Edmund Allenby'nin başarısı da bir zafer değildi. Bu çok daha üst perdeden kurgulanmış oyunun Kudüs sahnesindeki galasıydı. Alman General Von Falkenhayn, Kudüs'ü başta Kamame Kilisesi olmak üzere kendilerince kutsal olan binaları tahrip edilmeden Haçlılara teslim etmek üzere adım adım geri çekiliyordu. 8 Aralık Cumartesi'yi 9 Aralık Pazar'a bağlayan uzun gecede, zavallı Osmanlı askerleri ağlayarak Kudüs'ü terk ediyordu. Avrupa'da ise düşmanımız ve müttefikimiz olan Haçlılar kol kola işgalin kutlamasını yapıyordu. Londra, Paris ve Roma'nın yanı sıra Viyana ve Berlin'de de çanlar Kudüs'ün yeniden işgali için çalıyordu. Halbuki Almanya ve Avusturya güya bizim müttefikimizdi.

11 Aralık 1917 Salı günü, üzerindeki mermer kitabede "La ilahe illallah, İbrahim Halilullah" yazan El-Halil (Yafa) kapısından Kudüs'e giren mağrur general Allenby, "Artık burada Türkler olmayacak" diyordu. Halbuki büyük Türk padişahı Kanuni Sultan Süleyman, Kudüs surlarını yaptırırken El-Halil kapısının üstüne o mermer kitabeyi koydurmuş, peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim'in şahsında bu şehirde bulunan değişik din ve inançlara mensup insanların barış ve huzur içinde yaşamalarını temin etmişti.

Tarih boyunca sömürgeci zihniyetin temsilcisi olan İngiltere, hilafetin Müslümanlar üzerindeki tesirini azaltmak, İslam birliğini baltalamak, yeni bulunan petrol yataklarını kendi menfaati için kullanmak üzere Ortadoğu'ya yöneldi. Birinci Dünya Savaşı, Avrupalı devletlerin birbirini boğazlaması olduğu kadar, aslında maksat Osmanlı'nın yıkılması, topraklarının ve kaynaklarının bölüşülmesi, halifeliğin kaldırılarak Müslümanlar arasına fitne tohumlarının serpilmesiydi.

Evet bugünkü İslam Aleminin görünüşü, bu zihniyetin hedefine ulaştığını, hatta kendine yeni hedefler çizdiğini gösteriyor. 20. Yüzyılın ikinci yarısında bu defa haris ve zalim bir kavmin evlatlarını maruz kaldıkları katliamı bahane ederek, bu zulme alet ettiler. Musevilere Siyonizm ideolojisini aşılayarak, Müslümanları pasif ve kendini bile savunamayan zavallılar haline getirdiler. Haçlı - Siyonist ortak aklına evangelizm diye yeni bir isim takarak, tarih boyunca birbirine düşman bu iki inancı, İslam'a karşı birleştirmeyi başardılar.

800 yıl önce İslam dünyasının bağrına saplanan hançeri 88 yılda ancak çıkarabilen Müslümanlarda, bu defa yüzyılı aştığı halde bu işgale direnecek ne ruh ne imkân ne de dayanışma kaldı. Türkiye, tarihin kendisine yüklediği misyonu bunca tahribattan sonra hatırlayıp sesini yükseltmese, zalimler dünyada hiçbir Müslüman toplum kalmadığına hükmedecekti.

***

Siyonistler bugüne bir anda ve kolaylıkla gelmediler. Daha öncesini bir tarafa bırakalım, 1897'de Basel şehrinde yapılan Birinci Siyonist Kongresi'nde Theodor Herzl'in konuşması, nasıl uzun vadeli plan ve programlar yaptıklarını gösteriyor: "Ben burada Yahudi Devletini kurdum. Eğer bunu şimdi söylesem dünya bana gülecek, fakat beş veya elli sene sonra bunun doğru olduğunu herkes görecektir." Herzl'in bu sözleri kehanet değildi. Hedefe kilitlenmiş bir insanın idealiydi. Sultan Abdülhamid Han ile görüşüp büyük paralar karşılığında Filistin'den toprak satın almak istemişti. Bu talebi kesinlikle red edilince de, Sultanın tahttan indirilmesi veya ölümünü beklemekten başka çare olmadığına karar vermişti. Ama kendisi bunları göremeden 1904 yılında öldü. Basel'de söylenen o sözden tam 51 yıl sonra, Telaviv'de Herzl'in duvardaki büyük portresi altında David Ben Gurion İsrail'in kurulduğunu ilan etti.

***

Planlı, kararlı ve bilinçli atılan hiçbir adımı küçümsemek doğru değildir. Günümüzde sosyal medya dahil, bütün tanıtım ve duyuru enstrümanlarını çok etkili bir şekilde kullanmak zorundayız. Kendi bildiğimiz ve uzman olduğumuz alanda minberimizi yapmalı, ortaya koyduğumuz küçük ama samimi gayretin neticesini Allah'tan beklemeliyiz. Nice şerlerden hayırları çıkan Rabbül Alemin, ihlasla yapılan amellerin mükafatını kat kat verirken, dünyada da beklenen neticelerini hasıl edecektir, İnşaallah.

Hak şerleri hayr eyler.

Zannetme ki gayr eyler.

Arif anı seyr eyler.

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler.