Ramazan günü yazmaktan hiç hoşnut olmasam da bu can sıkıcı konuyu ele almak zorundayım.

Bir okurumun ikazıyla haberdar oldum programdan.

Kanal D’de yayımlanıyor, adı, “Benimle Söyle”.  Yeni bir program.

Şöhreti yeteneksizlerin de erişimine açmak gibi bir misyonu olan ve içinde bolca, “harika, muhteşem, inanılmaz bir ses” gibi laflar geçen şarkı yarışmalarından biri daha… 

Bu köşede popüler kültürden bulaştığını söyleyerek uyardığım ne kadar hastalık varsa, hepsi ete kemiğe bürünmüş bir şekilde bu programda arzı endam ediyor.

Daha önce hiçbir TV programında olmadığı kadar çok homo ve transseksüel bu programda bir araya toplanmış. Araya, hem asıl mesajı kamufle etmek hem de gelebilecek eleştirilere sus payı vermek için ciddi müzisyenleri de yerleştirmişler.    

Bu kadar homo ve transeksüeli ekrana çıkarma, onları sempatik gösterme, evin yaramaz oğlanıymış gibi sunma amacı, çabası gerçekten çok manidar. Üstelik ailelerin ekran başında olduğu bir saatte, genel izleyici kitlesi akıllı işaretiyle yayımlanıyor program. Tam ailelere yönelik yani…

Yarışmanın formatı müzik, ama jüride bulunan bu “ilginç kimlikler” müzisyen de değiller bildiğim kadarıyla.

Yine de kamera sıklıkla onlara, gülümsemelerine, kıyafet ve aksesuarlarına odaklanıyor.

Demek ki müziğin dışında bir amaçla oradalar. 

****

Bunun dışında, tuhaf yaşam tarzlarının, mutasyona uğramış kimliklerin, uzuvları saran dövmelerin, bozuk Türkçenin, kentli görgüsüzlüğünün, seviyesiz sohbetin, içi boş kahkahaların, yalandan gülümsemelerin, duyduğu sese inanamıyormuş efekti verilmiş gözlerin sergilendiği bir galeriye dönüştürmüşler programı.

Eğlence programı değil içinde absürt kostümleriyle fütüristik tiplerin dolaştığı Mad Max filminin seti sanki…  Tüm toplum dışılar, ucubeler yan yana ve tam bir uyum içindeler.

Program izleyicisini ne neşelendiriyor, ne müzikal bir zevk veriyor, ne de keyifli bir sohbet vadediyor.

Bir tür eğlence barbarlığı gibi ilerliyor ve gençlerin ruh dünyalarına yapılmış taammüden kundaklama girişimine dönüşüyor. Bütünüyle saçma bu programın diğer özelliği parıltılı görünümünün arkasına gizlediği bu saldırganlığı...

Daha birkaç hafta önce, hem de bizzat mağdurlarının ağzından aktararak toplumda artan/artırılan eşcinsel eğilimleri yazmıştım… Ailelerin tanıklığıyla bu tip eğilimlerin popüler kültür ürünlerinden ciddi anlamda esinlendiklerini de belirtmiştim. Bu konuda mağduriyet yaşayan ailelerden mesajlar alıyorum. Giderek büyüyen bir yaraya dönüşüyor bu durum. Birileri özellikle bu proje üzerinde çalışıyor.

Böyle eğilimleri olan insanlar bu gibi programlardaki kişileri rol model olarak görüyorlar. Sosyal fobilerini bu şöhretli rol modeller üzerinden yenerek kendilerine bir özgüven inşa ediyorlar. İşin saldırgan kısmı da burası…

Bu programları basit eğlencelikler olarak ailece izleyen ya da çocuklarının izlemesine izin veren ebeveynleri uyarıyorum.

Emin olun ateşle oynuyorsunuz!

Her zamankinden daha dikkatli olmak zorundasınız.

Geleceğin toplumunu bu programlarla tasarlıyorlar. Bir kimlik prototipini, televizyon programı formatında; davranışlar, kıyafetler ve aksesuarlar aracılığıyla planlı bir şekilde koca bir topluma dayatıyorlar. Cinsel marjinalliği normalleştiriyorlar.

İthal formata sahip bu tür programların asıl amacı kültürel taarruzdur!

Yarışma işin daha az önemli kısmıdır. Aslolan o nevzuhur tiplerin sergilenmesi, eğlenceyle karılarak meşrulaştırılması, sempatikleştirilmesi ve bu imajın izleyici belleğine pozitif bir şekilde kazınmasıdır. Yer altına yapılan tünel çalışmaları gibi çocuk ve gençlerin bilinçaltının fark ettirmeden biçimlendirilmesidir. Bir gelecek mühendisliğidir!

****

Modern psikolojinin kurucularından Jung, biçimlendirilmiş bilinçaltının zamanla bilinçli düşüncelerimizin görünmez kaynağı haline geleceğini söylüyordu. Buradan hareketle 20 yıl sonrasının Türk toplumunu düşünün lütfen. Bu programlarla beyinleri formatlanan çocukların oluşturacağı toplumu! Aziz bildiğimiz ne varsa bu kuşaklara emanet edilecek unutmayalım…  

Geçenlerde çok bildik, orta sınıf bir markaya ait mağazanın vitrininde, tayt üzerine aşırı bol kesim yazlık bir gömleğin olduğu erkek kıyafet kombinasyonu gördüm ve gözlerime inanamadım. Kadınların giyindikleri tarzın birebir benzeriydi bu kıyafet.

Birileri çalışmaya çoktan başladılar bile. İş şimdiden bu seviyede.

Fakat Türkiye’de gençliğin sahibi yok! Ne hükümetin ne de hükümete yakın sağ çevrelerin gerçekçi, organize ve kapsayıcı bir gençlik politikası yok. Hatta böyle bir iddiaları bile yok. Gençlik sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek gözü dönmüş bir yapımcı topluluğunun kölesi haline getirilmiş durumda.

Dolayısıyla iş öncelikle ailelerde. Aileler bu programları kesinlikle izlememeli, çocukların yanında ilginç cinsel eğilimleriyle ön plana çıkan şöhretlere kesinlikle onay verilmemeli, bu net. Ama sorumluluk bu kadarla bitmiyor. Sizin izlememeniz yeterli değil. Çünkü izleyerek içgüdüsel anlamda provoke olmuş birileri sizin ya da çocuklarınızın ya da yakınlarınızın çevresinde hep dolaşıp duracak. Bu nedenle herkes uzak-yakın çevresini bu yıkıcı programlarla ilgili uyarmak gibi terkedilemez bir görev edinmeli kendine. Bu tür programların reklamları nasıl yapılıyorsa, aynı şekilde bir karşı propaganda yapılmalı eşe dosta. Pasif tüketiciler olmaktan çıkmamız gerekiyor. Tüm medeni cesaretimizle aktif uyarıcılar haline gelmeliyiz. Etkileşimin çok güçlü ve hızlı olduğu bir çağda yaşıyoruz. Sosyal medya diye sanal bir gerçek var! İçinde bulunduğumuz yapıları, organizasyonları, dernekleri, vakıfları bu tür saldırgan projelere karşı teyakkuza geçirmemiz, resmi şikayet yollarını kullanmamız gerekiyor. Türk toplumu ile dalga geçen bu tür programların yayın ömrünü kısaltmamız gerekiyor.  

Evladı eşcinsel eğilimler gösteren ailelerle her konuştuğumda onların çaresiz gözyaşları içimde bir şeyleri paramparça ediyor. Kaybedilen her evlat bizim evladımız çünkü ve yeterince evladımızı kaybettik…