Hayatın sahibi Allah(cc)’in kanunlarını koyduğu bir hayat sürüyoruz. Doğum ve ölüm arasında geçecek sürenin bazı noktalarında irademizle bazı detayları değiştirme hakkımız olsa da, geldik ve gidiyoruz bu dünyadan. Gelip kalan olmadı hiç, olmayacak, olamayacak.

Dünya, konanın göçtüğü, gelenin gittiği bir durak, bir konaklama yerinden ibaret. Bütün süsüne, nimetlerine ve aldatan lezzetlerine rağmen; geçici, bitici, yok olucu bir süreç. Sonunda asıl hayata, buradan sonrasına, ahirine hazırlanılan ve güç toplanılan bir kamp yeri.

Geldik, yedik, içtik, oynadık, eğlendik, ağladık, üzüldük derken; bitiverecek ve hiç yaşanmamış gibi ya da bir gün hatta daha az yaşanmış gibi olacağımız, aslında ahirete nispetle çok ama çok kısa bir devran dünya.

Dünyanın kanunlarındandır, kimse kalıcı olamaz burada; kuşlar göçer, geyikler de, kartallar bile göçer hatta aslanlar da. İnsanlar da göçer, sadece ölüm değildir göç, mekan mekan dolaşır dururuz. Birileri için ekmek kaygısı iken, birileri için ise davet ve tebliğ yoludur göç. Öyle ya; insanlığın yüzakı, alemlere rahmet Rasulullah(sas) de göç etmişti. Bütün peygamberler gibi…

Dünyaya çok alışılmaması bir terbiye metodudur bizim anlayışımızda. Çok bel bağlanmaz dünyaya, çok kalıcı imiş gibi yaşanmaz ama ardından gelecekler de hesap edilir. Nesillere temiz bir dünya bırakılmak istenir; şirkten ve her türlü pislikten arınmış bir dünya bırakmak bir nevi davasıdır erdemli insanların. Şirk, insanlığın fıtrat onurunu çiğneyen her türlü anlayışın en tepesi ve sembol adıdır.

Dünyadan nasibimize düşen mekanları vatan ediniriz, insanız ve buna ihtiyaç duyarız. Korunaklı ve emniyetli bir yerde yaşamak arzumuz, fıtratımızdandır. Ancak bazen işler istediğimiz, beklediğimiz gibi gitmez. Yaşadığımız topraklar bize zindan olur. Gerek coğrafi şartlar, gerekse siyasi sebeplerle ortaya çıkan savaş ve benzeri çekişmeler yaşadığımız yerlerden ayrılmayı, göç etmeyi ve yeni yerleri vatan ve yurt edinmeyi gerektirir.

Dünya tarihi hakkında ortalama bilgisi olan herkes bu gerçeği bilir. Kendi ırkımız bazında bildiğimiz çok daha fazladır. Türklerin Orta Asya steplerinden Anadolu topraklarına göç ettiklerini ilkokul seviyesinde öğrendik hepimiz.

Bu ve benzeri büyük göçler birkaç yılda ya da birkaç nesilde gerçekleşmeyecek kadar büyük ve kapsamlıdır. Yollar boyunca bazı bölgelerde kalanlar olsa da, dönüp dolaşıp büyük çoğunluğu Anadolu’da karar kılmış ya da şartlar bunu gerektirmiştir.

Yakın geçmiş diyebileceğimiz son 2 yüzyılda, devletimizin zayıflaması ve yurt edindiğimiz toprakların şirk ve zulüm ile dolması neticesinde ortaya çıkan zulümlerden kaçan milyonlarca insan, göç ederek Anadolu’ya sığındılar.

Dünya müstekbirlerinin aleme hükümdar olduğu ya da bir başka deyişle eşkıyanın dünyaya hükümdar olduğu bu devirde, insanlık acılardan ve zulümlerden sürekli kaçmaya çalıştı ve hala kaçıyor. Bu dünyayı saran ve sarsan gidişatın bizi etkilememesi düşünülemezdi.

Yakın ya da uzak coğrafyalardan hala pek çok insan göç ediyor. Zaman zaman dünyanın geçiş noktasında oluşumuz sebebiyle gururlanırken, işin bu yönü ile de yüzleşmek durumunda kaldık. Tam da bu göçle yüzleştiğimiz ve bunu bir sorun olarak gördüğümüz anda unutmamamız gereken değişmez gerçek, dünyanın kimseye yar olmadığıdır.

Yaşadığımız topraklar bugün bizim, dün değildiler, yarın kimlerin olacak bilemeyiz. Çok uzun ve meşakkatli bir seferin sonunda, nesiller boyu süren mücadeleler neticesinde konduğumuz, bu topraklar Allah(cc)’in mülküdür ve biz sadece O’nun kiracıları gibiyiz. Dilediği zaman bize kapıyı gösterir. Fert ve toplumların kaderi O’nun elindedir. Ecelin vaktini O bilir ve o vakit geldiğinde ertelenmez.

Endülüs, 800 yıldan fazla bizimdi, artık değil. Sırplar Niş’i istediklerinde; “bari İstanbul’u isteseydiniz” diyecek kadar Niş bizimdi, artık adını bile unuttu nesillerimiz. Örnekleri çoğaltmak tarih bilgimize kalmış ama bu gerçek ortada öylece duruyor.

Yaşadığımız ve vatan edindiğimiz toprakların hakkını vermek durumundayız. Bizden önceki nesiller bu hakkı ödedikleri için biz bugün buralardayız. Bizden sonrakilerin de buralarda yaşamaya devam edebilmesi için ödenmesi gereken bedel bizim vazifemizdir.

Biz her birimiz birer göçmeniz; annelerimizin rahimlerden dünyaya, dünyadan da ahirete devam eden göçümüzün dünya durağındayız. Kimse baki kalmayacak, oyalanıp gideceğiz. Geride kalacak bir güzel hatıradan değerli bir şey bırakmayacağız.

Velhasılı kelam; göç dünyanın kanunudur, göçmenlik insanın kaderi hatta varlığın kaderidir. Baki olan yalnız Allah(cc)’dir…