Gül, günden güne sararıp soluyordu. Nicedir ne yüzüne bakan vardı, ne de onunla ilgilenen... Boynunu bükmüş, çaresizce bekliyordu. Zaten başka yapabileceği bir şey de yoktu. Oysa ne hayalleri vardı ...

   Bu eve gelirken iyi bakılacağını, daha da serpilip güzelleşeceğini ümit ediyordu. Önce onunla ilgilenmişlerdi, ama uzun zamandır bütün ev halkı kendi işlerine dalmış, onu kimse hatırlamaz olmuştu. Unutmak mıydı, ihmal miydi, önemsememek miydi, her ne olursa olsun sebep, ilgisizlik affedilecek şey değildi. Madem ilgilenmeyeceklerdi, ne diye getirmişlerdi ki onu buraya?.. Daha ne kadar dayanabilecekti bu ilgisizliğe?...

   Balkonun en güzel köşesini ayırmışlardı ona. Güzel bir saksısı vardı, ama mutlu değildi; çünkü suyunu vermeyi unutuyor, ihmal ediyorlardı. Susuz hayat olur muydu hiç?.. Susuzluğa nasıl dayanılırdı ki?..

   Yediveren gülü deniyordu ona. İyi bakıldığı takdirde goncaları açılacak, etrafa pembe gülücükler dağıtacaklardı. Ama... Ah şu ihmâlkarlık yok muydu?..

   Ne hüzünle boynunu bükmesi, ne içli içli ağlaması kâr ediyordu. Dili yoktu ki feryat edip hâlini anlatabilseydi!.. Ne olurdu bir hâlini soran, suyunu veren olsaydı!.. Onu bu eve getirenler, dünya telâşıyla koşuşturmaktan ve birbirleriyle didişmekten ona zaman ayırmaya fırsat bulamıyorlardı ki!.. Ne güzel bir evdi burası oysa... Ne güzel eşyaları vardı... Ama huzur eksikti burada, sevgi, şefkat eksikti. Bunlar olmadan yaşanır mıydı?..

   Bir gün... Onu ihmal ettiklerini hatırladılar ve koşup yanına vardılar, ama kurumuştu artık... Hatalarını anlamış olsalar da ne gül eski hâline gelebilirdi, ne de geçen zaman geri getirilebilirdi.

                                                                               * * *

                        Çiçekleri Zamanında ve Yeteri Kadar Suluyor Musunuz?

   Annemle babam seyahate çıkarlarken hep tembih ederdi annem: “Çiçekleri sulamayı unutma! Sık sık topraklarına bak, kurumuşsa su ver!”

   Anneme tamam derdim, ama ben, -çeşitli meşguliyetlerden dolayı zihnen yorgun olduğumdan olsa gerek- çiçekleri unuturdum bazen. Ne zaman ki çiçekler boyunlarını bükmeye başladıklarında, ben “Eyvah!” derdim, “Çiçekleri sulamayı unuttum, ihmal ettim.”

   Çiçeklerle konuşmak gerekir derler. Çiçeklerle konuşarak onlara sevgi göstermek gelişmelerini sağlarmış. Annem de çiçekleriyle sanki karşısında küçük çocuğu varmış gibi konuşur, onları severdi.

   Ben de çiçekleri ihmal ettiğim için hâliyle kendimi suçlu hisseder ve çiçeklerle konuşmaya başlardım. “Canlarım benim! Size su vermeyi unuttum, boynunuzu bükmenize sebep oldum, bunun için de sizden çok özür diliyorum. Kusuruma bakmayın, hakkınızı helâl edin. Bundan sonra daha dikkatli olup sizi ihmal etmeyeceğim inşallah.”

   Tekrar çiçekleri unutup ihmal etmemek için de, bir kâğıda “Çiçekleri zamanında ve yeteri kadar sula!” yazardım ve görebileceğim bir yere koyardım.

   Çiçeklerle de konuşulur mu hiç? demeyin. Hak dostu Yunus Emre Hz. de “Sordum sarı çiçeğe, annen baban var mıdır?” diye başlayan şiirinde sarı çiçeği kendisine muhatap kabul ederek onunla hasbihâl etmiyor mu?..

   Çiçeklerden de özür dilenir mi hiç diyorsunuz belki de... Ben, kâinatın en şerefli mahlûku olarak yaratılan insanın kalbini rahatlıkla kıran veya çeşitli sebeplerle üzüntü, sıkıntı veren, sonra da gönül alıp özür dilemek, helâllik istemek yerine umursamaz bir tavır takınan, ya da hem suçlu, hem güçlü tavrıyla hareket eden insanlara inat, çiçeklere karşı bile hatalı isem, gerektiğinde çiçeklerden de özür dilemek gerektiğini düşünürüm.

   “Yaratılanı severim, Yaratan’dan ötürü” deyip, kâinata O’nun eseri ve emaneti olarak baktığımızda, değil büyüklerin “beytullah” (Allah’ın evi, inancın, muhabbetin bulunduğu yer ) olarak nitelendirdiği mü’min kalbini kırmak, karıncayı dahi incitmeye, çiçekleri dahi soldurmaya hakkımızın olmadığını biliriz.

çiçekleri sulamazsak onları soldurur, kuruturuz.

   Ya evdeki canlı çiçekleriniz ne âlemde acaba?.. Onları yeterince suluyor musunuz?..

(ve de kadınlar) narin çiçeklere benzerler.

   Çiçekleri kırdığınız zaman eski hâline getiremezsiniz. Kuruttuğunuz zaman tekrar canlandıramazsınız. Yeteri kadar su vermezseniz kurutur, çok su verirseniz çürütürsünüz. İhmal ettiğinizde boyunlarını bükmelerine, sararıp solmalarına sebep olursunuz. Hemen hatanızı telâfi etmeye çalışırsanız –pek çok yaprakları dökülmüş de olsa- hiç olmazsa onları kurumaktan kurtarırsınız.

   Gelin, yaratılanı sevelim, Yaratan’dan ötürü… Sevgi, şefkat ve ilgimizi, başta çocuklar ve diğer yakınlarımız olmak üzere, hiçbir varlıktan esirgemeyelim. Kalp kırarak Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günah işlemiş olmaktan sakınalım. Hatalı olduğumuzda özür dileyip helâllik istemeyi, en ufak bir iyilik karşısında teşekkür etmeyi bilelim.

   Mahlûkata sevgi, şefkat ve ilgi göstermek, gerektiğinde teşekkür etmek ve bilhassa özür dilemek konusunda cimri olmayalım. Zira özür dileyememek, nefsin izzetinden değil, zilletinden kaynaklanır.