Başlığa bakarak geçen haftaki konuyu devam ettireceğimi düşünenleri üzülerek ters köşe yapacağım. Ancak şah damarcı arkadaşlara cevap hakkımı mahfuz tuttuğumu da belirtmek isterim. Her şeyin bir zamanı vardır, vakti saati gelince söylenmesi gerekenler söylenir.

Bu yazımda ABD'nin Suriye'den çekilme kararı alması dolayısıyla İslâm Dünyasının hâl-i pürmelâlini anlatmaya çalışacağım. İslâm Dünyasının bu hâle düşmesini tek bir nedenle izah edemeyiz elbette. Belki yüzlerce sebep sıralanabilir. Yüzlerce sebep arasından bir tanesi üzerinde duracağım: Fitne.

İslâm'ın daha ilk yıllarından itibaren fitneciler hiç boş durmadı; müslümanları birbirine düşürerek zayıflatmak, parçalamak için vargüçleriyle çalıştılar. Fitne çıkarma faaliyeti bireysel bir çaba olarak başladı, daha sonra örgütlü bir hâl aldı. En sonra da büyük devletlerin istihbarat örgütlerinin en büyük çalışma alanı oldu.

Geniş Osmanlı coğrafyası, önce Hristiyanlarla Müslümanların, sonra Müslümanlarla Müslümanların arası açılarak paramparça edildi. Osmanlı öyle paramparça edildi ki bugün Osmanlı Coğrafyasında 64 ülke var. Bu 64 ülkenin büyük çoğunluğu, "birlikte rahmet, ayrılıkta azap var" hadis-i şerifini doğrularcasına çok perişan vaziyette.

64'e bölündükten sonra rahat bırakılacağımızı sandık ama fena halde yanıldık. Adamlar bir gün bile bizi boş bırakmadılar, tekrar bir araya gelme ihtimalimize karşılık kendi icat ettikleri ihtilaf konularını iyice derinleştirdiler. Bir araya gelme olasılığını ortadan kaldırdıklarını düşündükleri anda yeni kurulan devletleri parçalara ayırma faaliyetine başladılar. Bu noktada bayağı da mesafe almaya başladılar. Sudan, Irak, Libya, Suriye derken sırayı Türkiye, İran vb ülkelere getirmeye çalışıyorlar.

Peki onlar alabildiğine fitne kazanlarını kaynatırken biz ne yapabildik? Onların oyunlarını bozmak şöyle dursun, onlar bize çare namına ne sundularsa onu yaptık, kardeşliğimizi bozan söylemleri tartışılamaz doğrular hâline getirdik. Dolayısıyla battıkça battık.

Özelde Osmanlıyı, genelde İslâm Dünyasını hangi fitne ile paramparça ettiler? Osmanlı toplumunu oluşturan tüm unsurlara şunu fısıldadılar: Bu Osmanlı var ya bu Osmanlı, sizi öyle sömürüyor, öyle sömürüyor ki adeta iliğinizi kemiğinizi kurutuyor. Siz bunlardan bir kurtulun, göreceksiniz hayat size bayram olacak. Başarmakla ilgili endişeniz olmasın, biz her türlü yanınızdayız.

Sömürü iddiaları ilgili güzel bir anekdotu buraya almakta fayda var? Cezayirli bir gazeteci, Cumhurbaşkanımıza Osmanlının sömürgeciliği ile ilgili bir soru sorar. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın verdiği cevap meseleyi özetleyen bir cevaptır: Eğer Osmanlı sömürgeci olsaydı sen bu soruyu Fransızca değil, Türkçe sorardın.

Peki bize ne dediler? Bize karşı kışkırttıkları milletler için şunu söylediler: Sakın bunlara güvenmeyin, bunlar size karşı tertip içindeler. Yılanın başını küçükken ezmek gerekir diyerek kavganın fitilini ateşlediler. Sonra kışkırttıkları ve isyan ettirdikleri milletlerin hâmiligine, kurtarıcılığına soyundular. Sözde onları kurtarmak için ordularıyla geldiler. Nihayet bir arkadan vurma hikayesi icat ettiler, bize arkadan vurulduğumuzu, onlara sömürüldüklerini(!) hiçbir zaman unutturmadılar.

Kurdukları ifsat düzeni, dünyanın her yerinde kusursuz bir şekilde işlemeye devam ediyor. İşin aslı emperyalistlerin derdi, birilerinin zulümden ya da sömürüden kurtarılması değildir. Taktikleri, cambaza bak cambaza oyunudur. Müslümanları birbirine düşürüp sonu gelmez bir mücadelenin ağına düşürürken yer altı, yer üstü zenginliklerimizi âdeta yağmalamışlardır. Bu oyunu sadece Müslüman milletlere değil, dünyanın her yerinde sömürmek istedikleri milletlere yapmışlardır.

Oyun, bu kadar açık ve netken o kadar morfinlenmişiz ki bir türlü ayılıp, uyanıp gerçekleri göremiyoruz. Geçmişte kışkırtma yoluyla başımıza getirilenleri, aramıza konulan ve bizi mahveden fitne argümanlarını hiç unutmuyor, nesilden nesile aktarıyoruz. Böylece ne aramızdaki düşmanlık bitiyor ne de makus talihimiz olan sömürülmek.

Çare ne peki? Önce cambaza bak cambaza oyununu hepimiz göreceğiz. Sonra bize ezberletilen ve bir türlü unutturulmayan şeylerin istikbalimizi daha da kararttığını kavrayacağız. Zararın neresinden dönülürse kârdır diyecek, Müslümanların sözde değil özde kardeş oldukları, mazluma dini sorulmaz gerçeğini hatırlayacak, esas düşmanın kim olduğunu görmekle ilk düğmeyi doğru iliklemiş olacağız. Sonrasında ise Allah'ın inayeti ve bizim basiret ve ferasetimizle işimiz kolaylaşacaktır. Bir de sabırlı olacağız, yüzyıllar içinde bozulan kardeşliğimizi alelacele yeniden tesis edemeyeceğimizi, bunun bir süreç yönetimi işi olduğunu bileceğiz.

Başlığa dönecek olursak özelde Müslüman milletler, genelde tüm mazlum milletler birbirinin başına geleni kuklada aradıkça, kuklacıyı göremedikce, dolayısıyla birbirimizi günah keçisi olarak gördükçe kesilmedik ne aşil tendonumuz kalır ne de şah damarımız. Hem de bütün bunları birbirimize yaptırırlar, kendileri ellerini oğuşturarak bizi sömürmeye devam ederler.

Hikâyenin özü budur, gerisi lâfügüzaf.

Allah yâr ve yardımcımız olsun.