Hep söyleriz ve biliriz ki; insan oğlu nefsini temize çıkarmakta eşsiz bir yetenek sahibidir. Mazaretler bulmak ve hatta gerektiğinde yalanların ardına saklanarak kendini savunmak, ne yazık ki; çok rastladığımız veya kendimiz de çok yaptığımız için artık sıradan gelmeye başladı.

Kapalı kapılar ardında kalması gereken utançların sosyal medyaya düşmesi, günahın ne Allah(cc)’den ne kullarından utanılmadan aşikare işlenir olması, insanların bunları seyretmekten haz duyması ve devamında, aşina olduğu bu günahlara içinde bir burukluk duymadan bulaşabilmesi, çağımızın en tehlikeli gelişmesi ya da gericiliği oldu.

Gözlerimizin gördüğü, kulaklarımızın duyduğu ve hatta ellerimizin tuttuğu günahlara zaman içinde uyum sağladık, bağışıklık geliştirdik. Günahın ve günahkarların sıradanlaşması, açıktan günah işleyebilenlerin Müslümanlar arasında normal karşılanır olması, kibrin ve riyanın şeytanın taktığı birer madalya olmaktan çıkarılıp, günlük aksesuarlara dönüştürülmesi, hayatımızın ayrılmaz parçası oldu.

Hal böyle olunca, nefislerimizi temize çıkarmak için, bizden daha beterini yapanları ya da belki bizim de gizli yaptıklarımızı açıktan yapanları dilimize dolamak ve onlar üzerinden nefislerimizi tatmin etmek, baya eğlenceli gelmeye başladı.

Konunun fıkhi durumunu, gıybetin detaylarını ve nelerin gıybet olup olmadığını bilmeyenlere diyecek sözümüz yok artık, kalmadı. Çünkü deniz bitti! Takvada örneklik edecek olanların göğüslerinde açan; ihlas, tevazu, isar gibi çiçekler kurudu.

Yalnız ve sadece, insanları tiksindirip nehyetmek ya da fasıkların şerlerinden emin kılmak için anlatılmasına izin verilen günahlar, sakız gibi çiğnenir oldu. Çiğnenmiş bir sakızı, biri ağzından ortaya attığında, bir başkası koşup aldı ağzına ve evire çevire çiğnemeye devam etti. Sonra o da tükürdü ve bir başkası aldı. Böylece bu iğrençlik yayıldı gitti.

Onlarca insanın, belki de binlercesinin hatta televizyonlar ve sosyal medya aracılığıyla milyonların ağzında çiğnediği ve her çiğneyenden bir başka pis bakteri bulaşan, aslında bakmaya normal bir midenin katlanamayacağı bir şey ortaya çıktı.

Sokaklara, meydanlara ve ekranlara, bu iğrençlik tükürüldükçe müşterisi de çoğaldı. İnsanlar başkalarının ağzından dökülen kusmukları yalamaya koşturur oldular.

Çok mu iğrenç geldi? Ne ki, Allah(cc), gıybeti ölü kardeşinin etini yemek ile eşdeğer göstermedi mi bize? Ağzından çıkan kusmuk ya da milyonların çiğnediği iğrenç sakız ne ki bunun yanında?

Günahları çiğnemenin kaçınılmaz sonucu olarak, her birimizin damağına o pis tattan birazcık bulaştı, istemesek de ağzımızda evirip çevirdiğimiz her nesneden bir parça midemizi indi ve kanımıza karıştı. Tevbe ve helallik ile bu pislikleri bünyesinden boşaltabilenler de bile izi kaldı.

Güya eleştirmek veya alay etmek gibi niyetlerle ortaya dökmek, paylaşmak ve yaymak, aslen mubah olan işlerin gıybete dönüşmesidir. Birilerinin kibir ya da riya gibi hislerle kendi görgüsüzlük ya da utanmazlıklarını ifşa etmeleri, bizim onlara şahitlik etmek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Dahası elimizle başkalarını şahit etmenin de ne onlara ne de bize bir faydası yoktur.

Bunun yapmanın en güzel yolu, Nebevi terbiye metodundan öğrendiğimiz, Rasulullah(sas)’in herhangi bir yanlış ya da günaha rastladığında yaptığı gibi; şahısları ifşa etmeden, günahın yanlışlığını ona özendirmeyecek ya da insanların merakını uyandırmayacak bir üslupla ortaya konuşmak ve o günaha bulaşanların anlayıp vazgeçmelerine vesile olmaktır.

Bütün mesele kalbimizdeki niyetin sahih olması ve yaptıklarımızın ve söylediklerimizin de bu niyete uygun olmasıdır. Niyetim iyiydi diyerek, kırıp dökmemiz ya da kötü bir niyetle güzel söz söylememiz değersizdir.

Toplumları bozan, erdemleri yok eden, insanın güzide fıtratını heba eden, dünya tarlasını yakan ve ahiret cennetini elden alan günahlara ve o günahları işleyenlere sempati duymak, olumlu bakmak, hoş görmek veya daha da vahimi günahkarları ve günahları yaymak, akıllı bir Müslüman için ne hazin bir durumdur.

Neticede; yazdığımız veya konuştuğumuz ve beğendiğimiz veya paylaştığımız her şeyin hesabını vereceğiz.