1440/2019 yılı haccı, dün itibariyle bitti.

Son nafile tavaflarını, umrelerini ve mekân ziyaretlerini yapan hacıların, Türkiye’ye dönmenin heyecanı ve Kâbetullah’tan ayrılmanın hüznüyle gözleri yollarda artık.

Resmi açıklamaya göre, bu yıl toplam 2 milyon 489 bin 406 kişi hacı olmuş.

Bunların 634 bin 379’u Arabistan’dan, 1 milyon 855 bin 27’si ise dışarıdan gelmişler.

Ticari vizeyle, işçi statüsüyle ve sair yollarla gelerek hac yapanlar toplam rakama dâhil değil, ki bunların da yaklaşık 500 bin kişi olduğu tahmin ediliyor.

Hareketi on günlük bir zaman diliminde aşırı şekilde artan bu insan yoğunluğunun sevk ve idaresi takdir edileceği gibi hiç de kolay değil. Ancak gerek kraliyetin, gerekse hariçten gelenlerin sevk ve idaresini üstlenenlerin uzun yıllara baliğ tecrübeleri sayesinde, ufak tefek problemlerin dışında, her şey su gibi akarak asıl mecrasını bulabiliyor. Türkiye özelinden bakıldığında da aynı durum geçerli.

Burada kendi bilgisizliğime dair bir itirafta bulunmamın tam yeridir: Ben hac organizasyonunun sadece Diyanet tarafından gerçekleştirildiğini sanıyordum. Oysa ki, örneğin bu yıl itibariyle 139 tur şirketi de bu organizasyonun önemli bir parçasını oluşturuyor. Daha açık bir söyleyişle, Türkiye’den gelen yaklaşık seksen bin hacının elli bini Diyanet’e, otuz bini ise tur şirketlerine tabi bulunuyor. Gerçi hepsinin nihai sorumluluğu Diyanet’in üzerinde olsa da, otuz bin hacının ulaşımı, Medine-Mekke konaklaması ve hac ibadetlerinin yaptırılması özel şirketlerin uhdesinde bulunuyor.

Özel şirketlerin başında ise TÜRSAB var. Doğrusu, Harameyn’e hizmet cihetinden TÜRSAB’ın bu kadar sorumlu ve etkili olduğunu bilmiyordum. Medine ile Cidde havaalanlarındaki işlemleri yönlendirme ve kolaylaştırma hizmetlerinden tutun, hacıların Arafat, Müzdelife, Mina, Cemerat ve Kâbe’ye rahatça erişimlerine ve hastahanelerdeki tercümanlık işlerine kadar tüm hizmetler TÜRSAB tarafından veriliyor. TÜRSAB Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim Canatan’ın riyasetinde, sayıları iş yoğunluğuna göre değişen 20-50 kişilik bir TÜRSAB ekibi gerçekleştiriyor söz konusu hizmetleri.

Bu hizmetin önemini sadece ulaştırma-servis konusu üzerinden anlamak ve anlatmak mümkün. Zira, örneğin Mekke’de hacıların çok büyük bir bölümü, Kâbe’ye 3-7 kilometre mesafedeki otellerde konaklıyor. Hac dışında Kâbe merkezli olarak yürüyen ibadette hacıların merkeze ve oradan kaldıkları otellere ulaşmaları son derece önemli, çünkü bunun 7/24 kesintisiz yapılması gerekiyor.

TÜRSAB’ın bu hizmetinin kıymeti ise, servislerin, Mekke Emirliği’nin kuralları gereğince, bayramdan üç gün öncesinden, bayram sonuna kadar durdurulmasıyla ortaya çıkan zorluklardan anlaşılabiliyor. Zira, bu günlerde Kâbe’ye gitmek ve oradan otele dönmek isteyen hacılar, fırsatı ganimet bilen taksicilerin ve şahsi araç sahiplerinin insafıyla başbaşa kalıyor. Normal zamanda yirmi Riyal olan ücret, birden beş yüz riyale kadar yükseltilebiliyor! Üstelik aradığınız her saatte bu araçları elinizin altında bulamıyorsunuz...

Öte yandan, Canatan’la yaptığımız bir görüşmede vâkıf olduğumuz kadarıyla, servis sorunu çözülmediğinde başka cihetlerden de büyüme özelliği gösteriyor. Örneğin, hastaların Arafat’tan Mekke’ye doğrudan indirilmeleri özel bir ekibi ve gayreti gerektirirken, hasta otobüslerinin belli bir ücret karşılığında tahsis edileceğine dair bir dedikodu, ortamı birden geriyor.

TÜRSAB yetkilisi olarak Canatan konuya hemen müdahale edip, Diyanet’i de bilgilendirme ve yardım talep etme nezaketiyle yanına alarak, gerekli resmi görüşmeleri yaptığında ancak durum normalleşebiliyor.

Yukarıda da belirttiğim gibi, Diyanet, hem Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmesi hem de hac ve umre organizasyonunda yılların birikimine sahip olması bakımından elbette müstesna bir yerde duruyor. Diyanet, bu farklılığını zaman zaman kota cihetinden aslan payını kendisine ayırarak kullanmak istese de sonuçta, Türkiye’den gelen hacılara verdiği genel hizmetle büyüklüğünü sürdürüyor. Ama mahallinden tanığız ki, özel şirketlere çatı olan TÜRSAB olmadan da haccın ifası gerçekten çok zor görünüyor.

Mekke’de Türk hacılar arasında yoğun olarak tartışılan hacda kura usulünün neden olduğu yaşlı hacı sorununa değinerek bitirelim yazımızı.

Hacca gitmek için Diyanet’e altmış yaşında müracaat eden birine, kura çekimleri nedeniyle ancak yetmiş üç yaşında bu imkânın sağlanabildiğini düşündüğümüzde, neden söz ettiğim ve bunun neden önemli olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Zira, yetmiş üç yaşındaki hacının, genç sayılabilecek hacıları ibadette yavaşlattığı hatta engellediği yolunda oluşan yaygın bir kanaat mevcut. Oysaki o hacı ölmeyi göze alarak, hatta arzulayarak geliyor Mekke’ye. Bu durumda onu engellemek kimsenin haddine değil, harcı da değil. Üstelik genç olanların hac ortamında sağlıklı kalacaklarına dair de kimse garanti veremez.

Burada önemli olan, söz konusu yaşlı hacıları mezkur suçlamalardan koruyacak bir mekanizmanın Diyanet ve TÜRSAB tarafından birlikte kurulması.

Özü itibariyle zor olan haccın ifasını, Rabbimiz tüm Müslümanlara huzur ve sağlık içinde nasip etsin inşallah.