Yeryüzünde Allah(cc)’in şeairi vardır. Bunlar nişaneler, işaretler, özel ve mukaddes mekan yahut noktalar olarak bilinirler. Bunlar genellikle ibadetlerle, özelde hac ibadeti ile alakalıdır. Farzlar, vacipler ve benzeri İslami geleneklere de şiar denilir.

Ey iman edenler! Allah'ın işaretlerine, haram aya, kurbanlık hayvanlara, gerdanlıklara, Rabbinin lütfundan bir şeyler kazanmak ve rızasına kavuşmak için Haram Ev'i ziyarete gelenlere saygısızlık etmeyin. … (Maide 2)

Safa ile Merve, Allah'ın işaretlerindendir. … (Bakara 158)

Kurbanlık develeri de sizin için Allah'ın işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. … (Hac 36)

Aynı şekilde Allah(cc)’in yeryüzünde harem kıldığı Mekke, Rasulü(sas)’in harem kıldığı Medine ve yine hakkında mukaddes bir mekan olduğu ve özel muamele edilmesi gerektiği ayet(İsra 1) ve hadislerle bildirilen Kudüs’te İslam’ın yeryüzündeki nişanelerindendirler.

Bu beldeler, herhangi bir ırkın, neslin yahut devletin mülkü olmazlar. Buralar İslam ümmetinin ortak mekanları olmaları sebebiyle fert ya da devlet bazında herkes bu nişaneleri korur, kollar ve her türlü desteği sağlar.

Tarihimiz boyunca genel anlayış böyle olmuş olsa da, bazı zalim ve ceberrut iktidar sahipleri kendilerini o beldelere hakim bilmiş ve gerek Allah’ın nişanelerine gerekse ziyaretçilerine edepsizlik etmişlerdir. Haccac’ın Abdullah bin Zubeyr(ra)’i oradan çıkarmak için mancınıklarla Kabe’yi yıkacak kadar büyük saldırılar düzenlediği hatırlanırsa çok sonraki devirlerde yani bugünlerde o mübarek beldelere hakim olduğunu düşünen zalimlerin yaptıkları da biraz daha kolay anlaşılır.

Rahmetli ve kudretli Sultan Selim Han hazretlerinin o beldelerin idaresini ele geçirdiğinde, hutbede namının Hakim’ul Harameyn olarak zikredilmesi üzerine, bu ifadeyi Hadim’ul Harameyn olarak değiştirmesi, iman ve Allah(cc)’in nişanelerine karşı edebin boyutunu göstermektedir.

Allah(cc)’den başka birtakım devletlerden ve onların kontrol ettiği şer odaklarından Allah(cc)’den korkar gibi hatta daha çok korkan, bugünün o beldelerdeki siyasi kontrolü elinde bulunduran idarecilerinin, kendilerini Hakim’ul Harameyn olarak isimlendirmeleri tam bir fecaattir.

Şahsi hürriyetine bile malik olmayan, kendisi ya da devleti ile ilgili kararlarını bile ancak emperyalist batılıların onayıyla alabilen bu zavallı idarecilerin kendilerini o beldelerde hakim olarak lanse etmeleri büyük bir yanılgı ve kötü bir şandır.

Ne yazık ki; kaderin bir imtihanı olarak mukaddes beldelerimiz ehil olmayan idareciler tarafından yönetilmekte ve ziyaretçilerine saygısızlık edilmektedir.

Zalim ve hayasız bu idarecilerin, efendilerine yaranmak ve batının gözünde değer kazanmak için, Müslümanların namazda onlara doğru yöneldiğini düşünecek ve dillendirecek kadar korkunç bir kibir ve aptallığın içinde olmaları ise bizim gönüllerimizin derdidir.

Bu hamakat ve cehalete ancak malum ve meşhur ‘Cahiliye Dönemi’ Mekke idarecilerinde rastlanmış olması da bir ibret vesikası olarak kayıtlarda duruyor.

Ehli Kıble olan Müslümanlar, Allah(cc)’in haremi Mekke’de bulunan Beytullah’a yönelerek namaz kılarlar. İbadetleri kapsamında, asla ve kat’a oraların idarecilerine ya da devletlerine tabi olmaları söz konusu değildir.

Bugünkü durumu dert edinen tüm Müslümanların Harameyn’in ehil idareciler eline geçmesi için diliyle ve eliyle dua etmesi bir vecibedir. Kudüs’ün fiilen Yahudi işgalinde olması gözümüzden Mekke ve Medine’deki durumunun vehametini kaçırmamalı ve Allah(cc)’in nişanelerine saygısızlık yapılması bizi rahatsız etmeli, imkanlarımız nispetinde kurtulmaları için vesileler aramalıyız.

Allah(cc)’den temennim, bizi ve neslimizi bu hayra vesile kılmasıdır.