İnsanların hayata bakış açılarıyla alakalı fikirlerinde oluşan değişiklikler kadar kendileri için varsaydıkları imtiyazlar da artıyor. Herkes kendince ürettiği bir vazgeçilmezler listesi üzerinden diğerlerinin saygı ve sınırları belirlemesini istiyor.

“Bence bu, bana göre şu, benim için o” gibi başlama noktaları aslında sabit bir kör noktayı ifade ediyor. Bana göre böyle olan başkasına göre öyle olmayabiliyor. Ve o noktada tıkanıklık yani sosyal sorunlar başlıyor.

Benlik duygusunun tavan yaptığı çağımızda, bunun tek sebebi ferdiyetçilik değil daha çok menfaatçilik olarak isimlendirilebilir. Üstelik bu hal artık yeni yetmelerin, ergenlerin ya da daha genel ifadesiyle yeni neslin değil neredeyse herkesin bir sorunu olarak büyüyüp gidiyor.

Menfaat ve zevk temelli bir hak sistemi kurgusuna kendini kaptıran ve belki de bu saçmalığı savunabilmek için, körü körüne inatla sahip çıkılan bir dogmaya dönüştüren kafa yapısı, bir de üstüne normal insanlardan bu yaklaşımına saygı hatta özel bir özgürlük alanı bekleme şımarıklığı gösteriyor.

Örneklendirmeden belki de meramımın tam anlaşılmayacağını tahmin ediyorum ama ısrarla gayri insani istek ve hak iddialarından herhangi birini örnek vermemeye çalışıyorum. Zira kötü örnek olarak vermek için bile konuşulması, kullanılması tiksindirici bir kötülükler silsilesi bunlar.

Çağdaş ve modern dünyanın; insanlığın vahiy temelli dinden kaynaklanan mukaddeslerine açtığı savaş sonunda ortaya çıkan boşluğu doldurmak için uydurduğu, yerine ve zamanına göre içeriği ile oynama hakkını sadece kendinde gördüğü, istediğinde ve sadece istediği insanlar veya toplumlar için gündeme getirdiği, uygun görmedikleri coğrafyalarda adını bile anmadıkları ama pek değerli, çok mukaddes, oldukça özgür ama bir o kadar aptal bir insan hakları anlayışı var.

Yönetim bazında, bir yerde krallık, diğer yanda diktatörlük bu haklara uyabiliyor.

Bir kıtada renk, diğer kıtada dil, başka bir coğrafyada din bu haklar kapsamına girmeyebiliyor.

Yaşama hakkı gibi temel varlıkla ilgili bir konuda, bazı halkların soykırıma uğratılmaları sorun olmayabiliyor.

Yer altı ve üstü zenginlikler konusunda sömürülmek, kağıt üzerinde en büyük insanlık suçu ya da insan hakları ihlali veya mülk edinme hukukunu ihlal gibi şatafatlı tamlamalarla manşetlere çekilse de, bazı ülkelerde yaşayan insanların bu kategoriye girmeleri ve normal bir insan muamelesi görmeleri düşünülemiyor.

Aile oluşturmak ve neslini devam ettirmek gibi sadece insan türünün değil hemen tüm canlı yaratıkların en doğal ve temel hakları iken; elleri ve dilleri, silahları ve teknolojileri ile gelişmiş ülke ve kurumların, dünyanın geri kalanının çocuklarını nasıl yetiştireceklerine, nasıl yaşayacaklarına müdahale etme, yönlendirme ve hatta itiraz etme cüretinde bulunanları yok etme gibi bir azgınlık işlemeleri, kesinlikle bir insan hakları ihlali sayılmıyor.

Canları, malları, nesilleri, akıları ve dinleri çiğnemekte bir mahsur görmeyen modern insan hakları, ne hikmetse her türlü melanet ve pisliği savunmak için kendini paralayan, paralı militanlara sahip bir terör örgütü gibi, hiç beklenmedik yerlerde, örneğin bir Müslüman mahallesinde salyangoz satmak isteyebiliyor ve bunu en tabii hak olarak ilan ediyor.

Oysa yalnız Müslümanlar için değil, fıtratını kaybetmemiş bütün canlılar için; işlenmesi veya serbest bırakılması, tercih edilebilir bulunması veya saygı duyulması asla mümkün olmayan birtakım işler bunlar.

İnsanların haklarının neler olduğunu belirleme işinin, emperyalist toplumları inşa eden fikir ve sistemlere bırakılması yanlışın ilk adımı idi. Olayın dürüst ve düzgün bir hukuk belirleme amacından çok, kendi menfaat ve zevklerine hizmet eden, kurguladıkları inançsız ve tüketim temelli toplumun oluşmasına hizmet etme noktasına gitmesine sebep oldu. Gidişata isyan ve itiraz etmeyi düşünemeyecek kadar kendi keyfinin peşinde bir insan kitlesi üretmeye yönelik haklar belirlenmesi ve bunları da gerektiğinde izaha bile ihtiyaç duymadan değiştirme yetkisini de batılıların ellerinde tutmaları, neticenin insanlık ve dünya için hayır olmayacağının kesin bir işaretidir.

Ürünün sahibi onlar, tasarımı ve çalışma sistemini onlar kurdu, kullanım koşullarını onlar belirliyor. Canları istediğince üründe ya da kullanım yer ve şartlarında değişim yapma hakkı da onlarda.

İşite tam da bu yüzden, adil ve merhametli bir dünya düzeni için, ne ahlak ne de adalet sisteminin insanların keyfine bırakılması mümkün değildir. Tarihin bilinen bütün devirlerinde ve bugün yaşadığımız bilişim toplumlarında karşımızda duran hakikat budur.

Pek çok insan bilmese ya da yanlış bilse de; insanlığın fıtratına uygun, fert ve toplumu dünyada huzur ve rahat içinde yaşatabilecek kurallar ve kanunlar silsilesi Allah(cc)’in dinindedir. Buna karşı çıkanların büyük bir bölümü inatlarını bir kenara bırakıp, samimiyetle bu dinin hakikatini öğrendiklerinde, bu büyük hakikate boyun eğmekten başka bir yolları kalmıyor.

İçinizde hiçbir endişe ya da tereddüt olmadan, bütün rahatlığınızla, İslam’ın bütün helal ve emirlerine sahip çıkmaktan asla imtina etmeyin ve aynı şekilde, hiçbir acaba hissine kapılmadan, bu dinin bütün haram ve yasaklarına karşı olmaktan geri durmayın.

Bilin ve ilan edin ki; helal ve temiz olan her şey güzeldir, haram ve pis olan her şey çirkindir!