Hangi devlete güvenebiliriz bugün bilmiyorum. Kaddafi, Saddam kötü idi de Trump iyi mi, Esad, Sisi iyi mi? Trump dünyanın en zengin, en güçlü ülkesinin lideri değil mi? Bizim hayalimizdi “Küçük Amerika”, olmaz “Amerikan demokrasisi” örnek, marka bir demokrasi idi.

Gerçek ortada. Alın size Yüzyılın projesi, Corona virüsü, terör destekçisi Amerika’nın bölgede yediği haltlar ortada. İdlib’den Türkiye sınırına doğru gelen yüzbinler kimin umurunda.

Devleti böyle olunca, devletlerin bir araya geldiği uluslararası örgütlerden ne çıkar.

Toplum yuvarlanır, devletini bulur. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunur. Aslolan toplumun liyakatidir. Devlet ya da toplum sapıtmışsa, bu suça, zulme, sapkınlığa, ifsada karşı sesini kısmayanlar kurtuluşa erenlerden olacak. Onlar mahzun da olmayacaklar. Yani Allah’ın ipine tutunanlar bir şekilde kurtulacak, Hz. Nuh ya da Lut (a.s) gibi de olsa kurtulacak. Ama haksızlıklar karşısında susanları ise uyarıyorum: O ateş size de dokunacak. Sizi ne devlet, ne lider, ne örgüt, ne de şeyhiniz Allah’ın elinden alamaz. O yardım ettiğiniz zalimleri, örgütleri, kişileri başınıza bela eder. Dininizi de dünyanızı da kaybedersiniz.

“Devlet”, geçen gün de yazdım, benim açımdan, asli olarak mal, can, namus, akıl ve inanç, nesil emniyeti ile ilgilenmeli. Kutsal değil. Adalet, barış, hürriyet temelleri üzerinde yükselmeli. Çünkü adalet yoksa barış da yok. Adalet ve barış yoksa hiçbir ülke güvende değildir.

Bir ülkede bunlar varsa, yukarıda saydığım 5 temel emniyet güvence altında ise, bu ülkede insanlar karınlarını doyurabiliyorlar, haksızlığa uğradıklarında haklarını alabiliyorlar ve haksızlık yapan cezalandırılıyorsa, devletin bastığı para, onların alın terlerinin karşılığı olarak değerini koruyorsa, katılımcı, çoğulcu, şeffaf, insan haklarına saygılı bir hukuk devletin varsa insanları oradan kovsanız da gitmezler, bunlar yoksa insanları bağlasan da orada durmazlar.

Aile önemli değil mi, hem de devletten daha da önemli, ama Allah korusun ailede kocası hanımının, hanımı kocasının başının belası ise, onlar belalarını bulmuşlar, onlara bela gerekmez.

Ya da gelin kaynananın, kaynana gelininin başının belası ise, onların ABD gibi bir belaya ihtiyacı yok. Onlar Amerika’sını, ya da ABD kuklası bir darbeci cunta benzeri bir iktidarın kendi halkına yaptığı zulme benzer bir şekilde belasını bulmuş demektir!

Bunun sağı-solu, liberali, muhafazakârı yok. Zalim zalimdir. Bunun dindarı, milliyetçisi olmaz. Bunlar onların dilinde oltaya taktıkları yemdir. Baldaki zehirdir. Yalancı, zalim, ikiyüzlü, müstekbir, torpilci, rüşvetçidirler. Zalim bir yönetimin kanatları altında, siyaset, bürokrasi ve iş dünyasından, çok sayıda müptezel adam bulursunuz.

Değilse, o makam aynı zamanda bazı peygamberlerin de meşgul oldukları bir alandır. Bir hizmet makamıdır. Ama önce “La ilahe” diye başlayarak insanlara İlah’lık ve Rab’lik taslayanlar (Hüküm koyan ve insanları kendine göre terbiye etme iddiası taşıyanlar) hakkında toplumu uyarmak ve kutsal devlet ve kutsal tarih yalanlarının arkasına saklanan kendini dev aynasında gören krallık tacı giymiş cüce “çıplak krallar” hakkında dikkatli olmak gerek.

Kendimizden örnek vermek gerekirse, alın size Mısır’daki Sisi yönetimi. Esed ya da Suudi veliahd Prens bir başka örnek. Akıllarınca PYD de, DAEŞ de devlet olma iddiasında. Biz yakın tarihte 28 Şubat’ı yaşadık. Derin Devleti gördük. BÇG’sini, FETÖ’sünü hatırlayın..

İran’da, sosyolojik olarak en büyük toplum Azeri toplumu. Azeri Türkmen, Kürt, Belüc, Arap ve hatta Farisi milyonlarca da Sünni var. İran’da doğru düzgün bir Sünni camisi bulamazsınız. O kadar Azeri var, Azerbaycan’ın bir Karabağ sorunu var, ama İran yönetimi Ermenistan’la çok yakın ve sıcak dostane ilişkiler içindedir, Türkiye’ye ve Azerbaycan’a rağmen. İran Karabağ’da, halen yeni yerleşim bölgeleri ve askeri güvenlik altyapısı inşa ediyor. Aynı şekilde Esed rejimi ile de iç içedir. Türkiye en azından Hindistan’la ilişkilerini geliştirmek isterken Pakistan’a karşı Hindistan’ın yanında yer almaz. Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ın yanında durmaz. Doğu Türkistan’a karşı Çin’i desteklemez. Çin’le, Hindistan’la ilişki kurarken de, soruna adil, insani, kalıcı bir barışı mümkün kılmak için sorumluluk üstlenir.

İran ilginç bir örnek. İran yönetimi “Şiicilik” yaparken, mesela Arap Şiası ile de sorunludur. Necef ve Huzistan’daki Arap kökenli Şia uleması ile de sorunlar yaşıyorlar. Aslında İran’da Şia yönetimi ile halk arasındaki mesafe de gittikçe açılıyor.

Şia’da Mehdi konusu nerede ise imani bir konu, ama bu konuda da kendi aralarında tam bir görüş birliği olduğu söylenemez. Bırakın 12. İmam’ın gaybubet zamanından sonra geri dönüşünü, babasının çocuğu olmadığı iddiası söz konusu yani öyle bir imamın yaşadığı bile kuşkulu.

Artık Şii’ler arasında, çok sonra tartışma konusu yapılan Gadir-i Hum vakasına atıf yapılarak, Hz. Ali’nin kendinden sonra yerine geçeceği iddiasına dayalı menkıbeler anlatılıyor ki! Bunlara dayalı bir “Devlet dini” üretiliyor adeta. Öbür taraftan İran’da yönetim, bu teolojik tartışmaların ötesinde, kendi içinde çok farklı dengeler üzerinde bir iktidar ve çıkar çatışmasına gırtlağına kadar batmış durumda.

İran’da bugün Türkiye’deki kadar başörtülü yok, nerede ise. Dahası deist, agnostik, alkolik, uyuşturucu kullanan, batı hayranı, batılı yaşam tarzını savunan kişi sayısı Türkiye’den daha fazla.

İran özellikli bir ülke olduğu için “İslam devrimi” ile zalim şah’â karşı halk desteğinde iktidara el koyan, devrimci bir Müslüman topluluğunun kısa zamanda geldiği yeri görmek açısından önemli gördüğümden dolayı misal olarak ele aldım. Devrim bugün kendi evlatlarını yiyor sanki. Ne Rafsancani kaldı, ne Ahmedi Nejat. Devrim Muhafızları ile hükümet aynı yöne bakmıyor. Kum artık o inkılapçı karakterini kaybetti.

Devleti ele geçirmeye çalışanlar, onun dönüştürücü gücünü kullanarak toplumu dönüştürmek isterken, önce kendileri dönüşüyorlar ve kısa sürede alamet-i farikalarını kaybediyorlar ve başa dönüyorlar. Yöntem ve sonuç değişmiyor. Sloganlar değişiyor. Dayandıkları sosyolojik taban değişiyor, ama sonuçta benzer icraatlar söz konusu oluyor. Rüşvet, yolsuzluk, torpil.. Gözleri var görmeyen, kulakları var duymayan, kalpleri var hissetmeyen, kibirli, inatçı, istişare ve şuraya yabancı politikacılar, iş adamları ve bürokratlar köşe başlarını tutuyorlar. Mollalar da sistemin bir parçası oluyor. Din ritüel, seremoni ve ikonalara indirgeniyor. İşler bu noktaya gelince içeriden ve dışarıdan kendinize düşmanlar bulmalısınız. Halkı susturmak için onlara ölümü gösterip hastalığa razı etmelisiniz. ABD, İsrail, Suudi Arabistan, DAEŞ, Halkın Mücahidleri, Kürtler, iç ve dış düşman olarak yetiyor da artıyor bile.

Birileri düşmansız yapamıyor. Düşman olunca içeriyi daha iyi dizayn ediyorsunuz, dışarıda da kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle kabilinden başkalarına mesaj veriyorsunuz.

Yaşadığımız zamana ve mekâna şahid olacağız. Görevimiz Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmak. Biz O’na doğru yürüyerek gidersek O bize koşarak gelecektir. O’nun yardım eli bizim ellerimizin üzerinde ise ne gam! Selam ve dua ile.

Not: Bugün Cuma. Filistin’deki ABD’nin “yüzyılın ifsad hareketi”ne karşı ne yapıyoruz?