Mikro ve makro bağlamda ferdi, ailevi, ticari, mesleki ve ictimai hayatımızı en güzel, en adil şekilde düzenleyen yüce dinimiz İslam, büyük ölçüde hayatlarımızdan fiili olarak çıkıp gitti artık. İmanlarımız bile neredeyse gerçekten tehlikede. Sanki akıllar durmuş ve bilinçler tutulmuş.

Daha çok kazanma hırsı ve makam-statü hevesi kalpleri de karartmış, gözleri de!

Hayat, sadece hazlarımızı tatmin ettiğimiz bir eğlence ve oyundan ibaret değil!

“İnsan, yalnız ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihân edilmeden bırakılaverileceğini mi sanır? And olsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah, doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da..” (Ankebut, 2-3)

İmtihanlar olacak ki, gerçekten iman edenlerle etmeyenler, cennete ve cehenneme gidecekler belli olsun.

Eskiden muhtıralar, darbeler, 28 Şubatlar vardı, zulüm vardı. Ama aslanlar gibiydik, yüreğimiz pek, sözümüze güvenilirdi. Zalimlerin karşısında, mazlumların yanında ve Hakk’ın tarfında dimdik duran harbi müslümanlardık.

“Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam” cümleleriyle aşağılanır, katsayı zulmü ile İmam Hatipliyiz diye üniversitelere girmemizin önü kesilirdi. Memursak, amir yapılmamız engellenirdi. Açıköğretimde okuyan kızlarımız dışarıdan sınavlara girerken bile, üniversiteden bir yetkili sınav binasının kapısına dikilir, başlarını açtırmak için var gücüyle çemkirirdi. 12 yaşına kadar çocuklarımızı camilere gönderemiyor ve hafızlık yaptıramıyorduk.

Balkan ülkelerinin birinde kumar oynarken burnuna yumruk yiyen ülkemin başbakanı, Kur’an kursuna giden çocuklarımızı aşağılayarak “yarasalar” diye avazı çıktığı kadar böğürerek hakaretler yağdırıyor, “siyasi hayatıma mal olsa da buraları kapatacağım” diye bi taraflarını yırtarak var gücüyle Kur’an kurslarını kapatmak için çaba sarfediyordu.

Her akşamüstü televizyonda, “irtica” diye diye ezilenleri, horlananları, yapılan zulümleri günlük haberler olarak izlerken  gözlerimiz tomurcuklanır, yemeye çalıştığımız yemek, boğazımıza yumruk gibi düğümlenirdi. “Allahım bu zulüm ne kadar sürecek, bize güç ver, imkan ver, Hakkı ve adaleti hakim kılmak için bize iktidarı nasip et” diye derinden çaresiz kalmış aciz bir muvahhid olarak dua eder, gecemizi gündüzümüze katarak zulmü bitirmek, karanlığı sona erdirmek için çalışırdık.

Allah’a hamdolsun bugün AK Parti ile, üzerimize giydirilen deli gömleğini çıkardık. Eski Türkiye’ye dair ne kadar jakoben zihniyetin statüko eseri zulüm kulesi varsa, bir bir yıkıldı. Bir çok doğru ve güzel şeyler yaptık.

Ama milletin değerlerinin ikame olması, adaletin ve merhametin hakim olması için çıktığımız yolda, bugün maalesef ciddi bir eksen kayması yaşıyoruz. Bu yola çıkarkenki düşüncelerimiz, ideallerimiz, heyecanımızla, bugün geldiğimiz nokta aynı mı? Kesinlikle değil!

Yoklukta imtihanı kazandığımızı zannediyorum ama bugün varlığın imtihanını sanırım kaybediyoruz.

Dün Hakk’ı hakim kılmak için istediğimiz iktidar ve servet, bugün bizi şımarttı.

Bugün elde ettiğimiz güç ve nimetler, aklımızın da imanımızın da önüne geçti.

Sabrı ve şükrü bir kenara bırakmakla kalmadık, zulmü ve batıl’ı yeryüzünden kaldırmak, adalet ve merhamet eksenli, Hakk’ı üstün tutan yeni bir dünya kurma mefkuremizi de yitirdik.

Bugün gerek siyasi gerek bürokratik makamları elde etmek için, dünya malı için, daha fazla ve daha da fazla kazanmak için birbirimizle didişmeye başladık.

Her devirde kendilerine pirim yaptırmasını bilen ganimet avcıları, bizim mahallenin çocuklarına her türlü puştluğu öğretti.

Hızla dünyevileştik. Şirazemiz kaydı. Hırs, gözümüzü bürüdü. Haram mı helal mi, hak mı değil mi hiçbir şey umurumuzda değil artık.

Biz, bu noktaya nasıl geldik?!

Allah’ın ipi’ni bırakınca, Allah da bizim ipimizi bıraktı!..

Dün, “yokluğu”, “meşakkati”, “dava”yı yüceltiyorduk, bugün “zenginliği”, “hazzı”, “güç odaklarını” yüceltiyoruz.

Dün, “tevazu”yu yüceltiyorduk, şimdi “kibir”le yürüyoruz.

Dün yokluğa rağmen “veriyorduk”, şimdi varlığa rağmen boyuna almaya çalışıyoruz.

Dün, ölümü ve ötesini düşünüyorduk, şimdi dünyada renkli yaşamanın hazzı ve keyfini düşlüyoruz.

Bunu bir an önce durdurmamız, geri çevirmemiz gerek!

Hani biz; bir insanın ölümünü, kainatın ölümü gören, Bir insanın kurtuluşunu kainatın kurtuluşu gören kadim medeniyetimizin erdemli çocuklarıydık?!

Hani biz; atalarımızın canlarıyla, kanlarıyla bedel ödeyerek bize miras bıraktıkları bu İslam topraklarında; istilacıların, Türkiye’yi yurt dışından yönetmeye kalkanların, ümmeti bölmeye kalkanların, mazlum coğrafyaları kan ve zulme garkedenlerin bir daha ayak izlerini görmeyeceğimiz 'Adalet ve Merhamet' temelli Kadim Medeniyetimizi küllerinden doğurarak yeniden inşa edecek "Diriliş Erleri"ydik!...

Hani biz; kardeş olacaktık, haklıdan, mazlumdan yana olacaktık. İşi ehline verecektik.

Ne oldu bize?!

Döküldük mü?!

Dönüştük mü?!

Unutmayalım ki; her topluluk layık olduğu gibi idare olur. Biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmez.

İslam, hayatımızdan fiilen çıkar, fantastik bir ritüeller oratoryosu haline gelirse, iktidar da elden gider, devlet de elden gider.

İçinde yüzdüğümüz nimetler de gider, izzetimiz ve şerefimiz de..

Bu dünya hayatı da zehir olur, ahiret hayatı da!..

Bu dünyamız da Cehenneme döner, öbür dünyamız da!..

Başımıza gelecek felaketler, Şeytanın ve düşmanlarımızın hilelerinin sonucu değil, bizim zaaf ve yanlışlarımızın sonucu olur..

Şeytan ve onun askerleri, ancak Allah’ın muttaki kullarına hiçbir zarar veremez!