Açmaya adım atmış bir bahar çiçeğinin heyecanından, bir masumiyet senfonisinden başka nedir ki çocukların tebessümü.. Onlar dünyanın bütün soğuk rüzgârlarına, insanla iletişim kuramayan insanın derin yalnızlığına rağmen bize hayatı dolu dolu yaşamayı öğreten, yarınlara büyüttüğümüz umutlar..

Ramazan ve çocuk kelimeleri ne kadar da yakışıyor birbirine. İftarı bekleyen bir çocuğun kurumuş dudaklarında saklanan sabrı, sahura kalkma heyecanıyla uykulu gözlerle sofraya oturan telaşı hangi kelime daha güzel karşılar bilmiyorum. Aşk, sevgili için bedel ödemek ve O’ndan başkasına ‘hayır’ diyebilmekti değil mi..? Oruçlu bir çocuğun masum bekleyişi, cami avlusunu hiç terk etmeyen kedilerin secde edişi, seher vakti şehre bir ezan sesiyle gelen yağmurun serencamı değil de nedir aşk..?

Çocukluğumda Ramazan, ipek mendille sakladığım zamanlardı. Gelmesi beklenen Ramazan amca ilk teravihle gelir ve ilk sahurla misafir olurdu evlerimize. Tekne orucu tutup karşılığında ödüllendirilmek kadar eğlenceli ne olabilirdi ki hayatının baharını yaşayan bir çocuk için.. İftarı yapar yapmaz koşarak gittiğimiz tarihi mescidin şadırvanında abdest alır, su savaşı yapardık arkadaşlarımızla. Minareye çıkmak, kırmızı mikrofona dokunmak o kadar önemliydi ki, hep şanslı hissederdim kendimi ezan okuyabildiğim için. İlk mikrofonla tanışmam da bu şekilde oldu. Teravihe gelen herkesi tanır, secde etmenin, aynı kıbleye yönelmenin bizi daha kardeş kıldığını hep hatırlardık.. Kadir geceleri sahura kadar beklemenin heyecanını, dağıtılan sıcak sütün üşüyen yüreğimize ne kadar iyi geldiğini ömrüm boyunca unutmayacağım sanırım..

Down sendromlu bir çocukla birlikte namaz kıldık geçenlerde. Secdeye yaklaşırken hissettiği heyecan, Allah’la kurduğu samimi iletişim kendi secdelerimi sorgulamama sebep oldu. Ramazan’ın çocukluğumuzda bıraktığı anlamlı izler ve güzellikler varken kalplerindeki nefret ve kötülüğü masum bakışlara yansıtabilen yaşlı amcaları, dünyaya sığabilen çocukları Allah’ın evine sığdıramayan sahte din-darlığı hangi cümleyle anlatalım? Namaz kılarken büyük bir sabır ve metanetle sırtındaki torununu bekleyen, çocukların ellerinden öpen bir Peygamber’in ümmeti olarak onlara kirlenmiş sözler söylemek, şiddetle bakmak ya da camiden kovmak revâ mıdır..? Hayatı yeni keşfeden bir çocuğun babasının ellerinden tutup heyecanla camiye gelmesi kadar zarif bir eylemin karşısında durmak kime ne kazandırır?

Tarih boyunca milletler inşa ettikleri camiler, medreseler ve kütüphanelerle anılmıştır. Modern mimarinin ürünü olan yapıtlar ancak hoşgörüyle, merhametle amacına hizmet edecektir. Çocukların olmadığı bir ortamda sevgiyi, masumiyeti nasıl tesis edebiliriz? Bugün yaşadığımız sorunların temelinde bilinçsizlik-ruh yitimi, dini tekeline alma ve sahte din-darlığı görüyorum. “Şüphesiz mescitler Allah’ındır” (72/18) ayetine rağmen ‘bizim cami’ bencilliğiyle sahiplenmek, çocuklara karşı merhametin giderek azalması ve yaş ortalamasının yüksek oluşunu sebepler arasında görebiliriz. Kutsal olanı izole edip hayattan dışlayan, ‘biz Kur’an’ı anlayamayız, birileri anlar bize anlatır’ diyen, mushafı evinin en yüksek yerine asıp hükümlerini de ortadan kaldıranlar camiyi de yalnızca belirli çevrelerin gidebildiği mekana dönüştürmüşler. Maatteessüf kendi cemaatinin, mezhebinin camisinden başkasına gitmeyen ve kardeş olduğumuzu, aynı kıbleye yöneldiğimizi iddia eden Müslümanlar da var değil mi..? Secdenin hakkını verebilmek çocuk seslerini duymamaktır fakat modern insan, dünyayı bir tekbir ile geride bırakamadığı için gündemine çocukları alıyor. Oysa ki bir çocuğun camiye küsmesi, İslam’a küsmesine sebep olurken telafisi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkıyor..

Fıtrata en yakın olduğumuz dönemde hayatı camiye, camiyi hayata taşıyarak ancak kalbi mescitlere bağlı nesiller yetiştirebiliriz. Zira sadece namazla sınırlı bir ortam değil, yoksulların, yolcuların, her yaştan insanın huzuru ve anlamı bulduğu mekanlardır. Osmanlı ve Selçuklu döneminde cami duvarlarına kuş evleri yapılır, büyük pencereler bahçeye açılır ve doğa ile iç içe tefekkürü teşekküre dönüştürerek secde edilirmiş. Şimdilerde bir çocuk sesine tahammül edemeyen insan, neden bu kadar merhametsiz hale geldi..?

Bir derginin arka kapağında tanıştığım Mahmut Bıyıklı’nın Teravih’te Gülen Çocuklar şiiri, camilerin ve Ramazan’ın çocuklarla daha da güzelleştiğini ifade ediyor:

“Teravihte gülen çocuklar / Size kızanlara ne dersiniz
Anlatsam onları bir size / Ömür boyu gülersiniz..”