Ne yazık ki dostlardan, yakınlarımızdan dünya hayatına veda edip ebedi sefere çıkanlara daha sık rastlıyoruz bugünlerde. Sosyal medya sayfaları aynı zamanda hastalık ve ölüm gibi acı haberlerinin dostlara duyurulduğu platformlar haline geldi. Salgın günlerinde en çok duyduğumuz sözler şunlar değil mi? "Başınız sağolsun, Allah rahmet eylesin, Mekanı cennet olsun", Bu tür tesellilere daha çok rastlıyoruz artık Facebook gibi sosyal medya sayfalarında.

Sonumuzun sonsuzluk olduğunu biliyor ve teselli buluyoruz. Gaflette değilsek, ebedi hayatı önümüzde görüyoruz. Yolcu yolunu düşünmeli ve tedarikli olmalı. Günler donmuş gibi gözükse de buzlu yüzeyin altında hayat suyu sessiz sedasız alttan akıp gidiyor. Aheste aheste de olsa hayat gemisinin eninde sonunda bizi tek götüreceği tek bir liman var…

Korona sebebiyle ahirete sevkiyatın arttığı şu günlerde ahiret yurdunun ve hayatın gerçekliği üzerine konuşalım dedik.

İnsan “daima genç kalmak istiyorum, ihtiyarlamayacağım” diyemediği gibi “ben bu âlemi çok sevdim, buradan gitmek istemiyorum.” da diyemiyor.

Hayatın gafletle kapanan yüzeyi insana zaman geçmiyor hissini veriyor. Oysa öyle hızla akıp gidiyor hayatımız. Hastalık ve musibetler gibi hadiseler, geniş gördüğümüz dünyanın aslında ne kadar dar olduğunu gösteriyor. Kendi dünyası aslında hücre hapsi gibi kapalı dar alan olduğu halde duvarlarının adeta cam gibi arkasını göstermesinden dolayı, insan etrafı geniş görür, halkın dünyasını da kendi dünyasına katar. Ama ne zamanki musibet okları kendimize isabet edince, ölümün bize ne kadar yakın olduğunuz anlarız. Kafamız o dar hücrenin duvarlarına çarpar. Gerçekle yüzleşiriz.

Hayat apartmanı bir gün yıkılacak elbette. Çünkü bu beden bu hayata direk olacak sağlamlıkta değil. Ölümün keşif kolları olan hastalıklar bunun habercisi. Bir gün akan sular duracak, yanan lambalar sönecek, telefonun şarjı biter gibi kalbimiz duracak.

Bu bitiş her şeyin yeniden başlangıcı olacak. Yok olmak için var olmadık çünkü. Çürüyüp mahvolmak için insan olmadık. Dünyaya dünya için, kısa bir müddet için yaşayıp da sonra yok olmak için gelmedik. Yaşamak, yemek , içmek evlenmek için insan olmaya lüzum yok. Onları serçe de, evdeki kedi de yapıyor.

Evet kainata dikkatle baktığımız zaman gerek kainatın bütün safhalarında gerek her mevcudunda bir tekamül kanunu olduğunu görüyoruz anlıyoruz. Kainatta basitten mükemmele doğru bir gidiş var.

Mesela bir çekirdek büyüyor gelişiyor filiz fidan derken meyve oluyor. Yani çekirdek tam kemale geliyor. Sonra ne oluyor? Bu meyveler çeşitli şekillerde (yenilerek veya çürüyerek) ölüyor. Peşinden yapraklar... Meyvesi, yaprağı ölen bir ağacın kendisinin ölmeyeceği söylenebilir mi?

Nitekim bir müddet sonra ağaç da ölüme doğru koşuyor. Bunlar hep kainat cinsinden ve onun meyveleri. Hayalimizi büyültelim, kainatın tamamına bir ağaç nazarıyla bakın. Biz ve diğer canlılar bu ağacın meyveleriyiz. Öyle ise meyveler öldüğüne göre ağacımız olan şu kainatın da muhakkak birgün ölecektir. Zamanı daha uzun olur, kıyamet denilen muhteşem saat gelecek.

Bu kainat fabrikası, şu ilahi apartman harabiyete doğru gidiyor, eceli yaklaşıyor.

Eğer ölümle herşey bitecekse buna tekamül denmez. Sonu hiçlik olan bir varlığa veya tekamüle varlık denmez. Yoksa herşey, bütün güzellikler, nisbetler, kemaller tersine döner. Yiyip, içip, yatıp, kalkma; yiyip, içip, yatıp, kalkmama...

Hiç yoktan böyle bir kainat sarayı kuran Allah cc. bunu yıkıp da ahiret denen çok daha büyük ve muhteşem bir alem kuracak. Kuracak olan Odur biz değiliz, bize kurdurmayacak ki akıldan uzak görelim, zor görelim. Kaldı ki zor olsaydı bu alemi ilk defa yapmak zor olurdu.

Madem yapan bilir, öyleyse bilen konuşur ve konuşmuş. Sarayı biz yapmadık ki yıkılmasına da biz karar verelim. Yapılmasında hissemiz yok ki yıkılması hakkında laf edelim.

Evet, şu kainatın Hâlik-ı Zülcelal'i gönderdiği bütün elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isim ve sıfatlarıyla ve şu kainat bütün hakikatlarıyla kıyamet ve ahireti istiyor, iktiza ediyor, haber veriyor. Bu kadar kuvvetli şahit ve muhbirleri olan bir davayı kim çürütebilir?

Bu gecenin sabahı ve bu kışın baharı gelmesi katiyetinde kıyamet kopacak.

Meselenin bütün insanları ilgilendiren yönü şu değil mi?

“Hayatımı nasıl değerlendireceğim ve nasıl öleceğim?” Dünya imtihanının bütünlemesi yoktur. Ne yapılacaksa bu dünyada yapılacaktır. Hatalar ölüm gelmeden önce görülürse hemen düzeltilebilir. Süre yetmezliği söz konusu değildir. Yetmiş yıl yanlış yolda giden kişi doğruyu görüp mazisine tövbe ettiğinde artık cennet yolcusudur. “Dünya ahiretin tarlasıdır.” (Hadis-i Şerif)

Bilim adamları hayatın ne olduğunu ve nasıl meydana geldiğini anlamak için ömürler tüketseler de Vahyin rehberliği olmadan tatmin edici cevaplar bulamıyor.

Hayatın menşei hakkında inanmayan nice insan araştırma yaptı. İnanmaya inanmaya gittiği o alemde şimdi kabir hayatını tadıyor olmalılar ve hayatlarının hesabını vermekteler.

Hayatın hakikatini ararken onun kaynağına bakmamız gerekmez mi? Mesela her bir fiil ve olay bizi ilahi isimlere ulaştıracaktır. Bu bir bakış bizi “Muhyi” ismine götürür: Allahın hayat verici, diriltici ismine…

Hayatın bir tek fonksiyonu olan konuşma sıfatını ele alalım. Bu özellik madde aleminin hiçbirinde yok. Konuşmayan bu varlıklardan konuşan, gören duyan mahluk yaratılması, ancak İlâhî bir ihsanla olabilir, o da Muhyi isminin tecelliyle olur.

Ölümle bedenden ayrılan cesettir. Ölüm konusundaki gafletimiz esasen ruhu bilmemek ve tanımamakla ilgili olmaktadır. Bu cehaletimiz ampülün arkasındaki elektriği, yahut da bilgisayarı çalıştıran programı bilmemeye benzetilebilir.

Ampülün bozulması elektriğin yok olması anlamına gelmediği gibi, bilgisayarın bozulup çalışamaz hale gelmesi de programların bozulacağı ve yok olacağı anlamına gelmiyor. Benzer şekilde bozulan ve çalışamaz hale gelen bedenimizdir; ruhumuz değil.

Beden ülkesi ruh sultanı tarafından yönetilir. Sultan ülkeden ayrılınca beden ülkesinde de çözülmeler, dağılmalar başlıyor. Sonunda o trilyonlarca canlı hücrelerin her biri de ayrıca ölüme mahkum oluyor.

Öldükten sonra tekrar nasıl dirileceğim diyorsun. Haşirde bütün insanları birden diriltmesini aklına sığıştıramıyorum diyorsun. Deryayı bardağa doldurmaya çalışıyorsun. Suç bardakta mı? İlahi icraatler senin dar aklının ölçüsü ile yürütülmüyor. Kışın ölen bitkiler âleminin bahar mevsiminde yeniden yaratılmalarını görüyorsun halbuki.

Uyumaya ve uyanmaya gücü yetmeyen sen, nasıl dirileceğini düşünüyor. Halbuki insan kendi dirilmeyecek, diriltilecek. Seni uyutan öldürecek ve uyandıran diriltecek. Dünya yüzünden ölüm kanunu ile silindiğinde, onun iradesine karşı koyamadığın gibi, onun diriltmesine karşı da koyamayacaksın.

Kur'an'da şöyle buyrulur: “Sizin haşirde (ahirette) dirilmeniz dünyadaki yaratılışınızdan daha kolaydır”(Rum, 27). “ O ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarıyor ve yeryüzünü ölümünün ardından canlandırıyor. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız”(Rum, 19)

Öyle ya, bir zamanlar dünyada yoktuk; bizi yoktan yaratıp dünyaya getiren alemin sahibi için ahirette tekrar nasıl yaratacak denilir mi? Gören gözlere düşünen akıllara herşey açık!tuk; bizi yoktan yaratıp dünyaya getiren alemin sahibi için ahirette tekrar nasıl yaratacak denilir mi? Gören gözlere düşünen akıllara herşey açık!