Azez, Afrin ve İdlib’i kapsayan bir programla güneye indik geçtiğimiz günlerde. Gaziantep Havalimanında bizi karşılayan İHH Bölge Koordinatörü Ruhi bey mihmandarlığında araçla Kilis’e geçtik önce. Bab-us Selam lojistik merkezinde kısa bir mola verdikten sonra Öncü Pınar sınır kapısından geçerek Azez’in içlerine ilerledik. Bir çok menzilde, bir çok tecrübe edindik. Reyhanlı, Cilvegözü, çadır kentler, biriket evler, çadırsız insanlar, muhtaçlar, fakirler, garipler, düşkünler… Sabreden, Şükreden ve direnenler… 10 bin kişinin yaşadığı bir çadır kente geldiğimizde yüzümüze çarpan soğuktan daha da sert bir hakikatin ağır şamarını da yemiş olduk o an. Görüş açınız içerisinde alabildiğince uzanan çadırlar, ormanda yağmur sonrası bitmiş mantarlar gibi. Bunların içinde insanların yaşadığına inanasınız gelmiyor. Kimi çadırlardan soba boruları uzanmış, uçlarından kahpe dünyayının ta ciğerine üfler gibi isli, koyu gri dumanlar salıyor. Kimileri ise sadece boru, belli ki henüz yanacak bir şey bulamamış bir sobanın parçası. Sefere birlikte çıktığımız Kartepe’li Somuncu Yunus geliyor, anlatıyor heyecanlı heyecanlı, sözleri soğuk rüzgara karışıyor, duymuyorum ki! Ne anlatsa gördüğüm hakikati perçinlemez. İşte orada zaten! Öylece karşımda! ‘’Perdelerin tümü kalksa ve ben Hakk’ı temaşa etsem imanım bir nebze değişmez!’’ diyen İmam Ali’nin ‘’Hakka’l Yakin’’ makamındayız sanki. İlme’l Yakin, Ayn’el Yakin geride kaldı artık. Zanlar, olasılıklar, algılar, bilgiye ve şahitliğe dayanmayan fikirler uçmuş ve gitmişti artık şu sert esen rüzgarla birlikte. Suriye’li kardeşlerimiz ve Suriye hakkında ki intibalar, soyuttan somuta evriliyordu. Önümde uzanan uçsuz bucaksız gerçek oradaydı ve ben öylece bakakalmıştım. Soğuktan morarmış küçük ellerini avuçlarınız arasına alıp hohlayarak ısıtmak isteyeceğiniz çocuklar dolaşıyordu çadır aralarında.

-‘’Şu an gördüklerimiz imkansızlık içinde olanlara nazaran beş yıldızlı konfora sahip olan muhacir kardeşlerimiz! Bugün-yarın ziyaret edeceğimiz yerlerde daha da vahim gerçeklerle yüzleşeceğiz…’’ deyince Yunus, kulak veriyorum. Toplam çadır sayısını, çadır alamayanların sayısını, biriketten yapılan yeni projeleri, 1+1 biriket evlere geçiş yapılacağını. Bölgede hizmet veren STK’ların gayretli çalışmalarını, devletin canhıraş bir fedakarlıkla mazlumlara nasıl kol-kanat gerdiğini, kömürden tırnak çakısına, ilaçtan gözlüğe ihtiyaç duyulan malzemeleri sıralıyor önem sırasına dikkat etmeden. Her bir malzeme önemli çünkü orada! O anlatırken uçsuz bucaksız uzanan çadır sahrasında gözlerim. Mihmandarımız Bölge Koordinatörü Ruhi bey alıyor sözü: ‘’Daha aşağı ineceğiz. 40 km daha ineceğiz. İdlib’e doğru…’’ diyor. ‘’Efendimizin Suriye’de daha genç bir delikanlıyken görüştüğü Rahip  Bahira’nın yakınlarında mıdır ki gideceğimiz yerler? Ayak izlerine değermiyiz Efendimizin?’’ diye aklımdan geçiriyorum. Acaba diyorum; ‘’Halid Bin Velid buraya kadar gelmiş midir?’’ Hicri 13, Miladi 634'te Kudüs-ü Şerif’in kapılarını açan ve Suriye'ye ilk girdiğimiz Ecnâdeyn Savaşı'nı hatırlamaya çalışıyorum. Buraya yakın mıydı acaba? Şimdi Afrin önümüzde, El Bab, İdlib! Halep biraz doğuda olmalı! ‘’Selahaddin Eyyubi at koşturmuşmudur ki buralarda? Yavuz, otağını nereye kurmuştu acep?’’ İsimler bir gelip, bir gidiyor zihnimde! Ebu Ubeyde Bin Cerrah, Şurahbil b. Hasene, Amr b. As'lı Ashab ordusuyla fethedilen Suriye! ‘’Onlarda buralara gelmişler miydi? Vadilarâbe neresiydi? Ya Gamr'ul Arâbat? Mercirâhit? Humus, Şam! Peki ya Busra buraya kaç km idi? Doğru Ya, Rahip Bahira Busra’lıydı! Beyt'ul Cibrin’de kurulan çadırların olduğu yere mi kurmuştu yoksa İHH bu çadırları? Kızılay’ı, AFAT’ı, Sadakataş’ı ve diğer fedakar, ahiyan ruhuyla mazlumların yaralarını saran eller?’’ Sergios'u, Vadilarâbe'de yenip sonra Gamr'ul Arâbat'ı alınca Heraklius paniklemiş, kardeşi Theodoros'u 80 bin kişilik orduyla üzerimize yollamıştı. Hz. Halid, Mercirâhit'i alınca Busra'ya geçmiş, yıllar sonra Yavuz'un otağını kuracağı Remle'de konuşlanmış, Beyt'ul Cibrin korunağıyla iki ordu ECNÂDEYN'de karşılaşmış kesin galibeyetle meydandan çıkmış,  iki yıl sonra kazanılan Yermük Zaferiyle de bölgenin fethini tamamlamıştık. Yermük! Ah Yermük! Siyonist devlet 1948’de kurdurulduğunda vatanlarını terke zorlanarak Suriye’ye yıllar önce hicret eden Filistinlilerin kaldığı devasa 12 kamptan biri olan Yermük Kampı aklıma geldi sonra. Suriye Savaşı’nın ilk yıllarında en büyük insanlık dramı Filistin kamplarında yaşanmış ve kamplarda yaşayanlar açlıktan ölmüştü! Savaş, ilk intikamını yıllar önce Suriye’ye hicret eden Filistinli mültecilerden almıştı! Önce Filistin’li mültecilerden kurtulmuştu Küreselciler! Çünkü onlar potansiyel direnişçiler arasındaydılar! ‘’Yermuk haritada nerede kalıyordu ki? GolanTepeleri’nin doğusuydu sanırım! Cepten Google haritadan baksam! 4G çekiyor mu buralarda? Filistinlilerin 1948’den beri Suriye’de yaşadığı o kamplar duruyor muydu ki? Ne garip, aradan elli yıl geçmeden, şimdi Suriye’liler mülteci! O Filistin’li kardeşlerimizden kaçı hayattadır şimdi?’’

Dikkatimi tam da şu köşede çıplak ayaklarında terlik olan dayı çekiyor. Cigarasını içerken elinde çekiç, bir köseleye mi vuruyor, pençe mi atıyor ayakkabılara? Yanında bir çocuk, belli ki işi öğretiyor çırağına. Çocuk şarkı mı mırıldanıyor ne?;

‘’Elim sanata düşer usta, yürek acıya! Ölüm hep bana, bana mı düşer usta…’’

Yunus şarkıyı bölüyor;

-‘’Abi, ne zaman buraya gelsem Kudüs hasretim depreşiyor! Kudüs’ü özledim!’’ diyor.

‘’Kudüs!’’ deyince, 4 yıldır yediğim deport yüzünden gidemediğim Mescid-i Aksa aklıma geliyor. Ayakkabıya perçin vuran amcanın yanında ki çırak şarkısına devam ediyor bir yandan;

‘’Gurbet ne yana düşer usta, sıla ne yana…’’

Hassas yerimden konuya giren Yunus devam ediyor;

-‘’Kudüs’ün kokusunu alıyor musun abi? Ne zaman Suriye’ye insem Mescid-i Aksa’nın kokusu geliyor burnuma…’’ diyor kayıtsızca! Takdirsel bir duygu ve garip bir çelişkiyle yanıt veriyor zihnim! ‘’Peh! Özlemiş! Burnuna Kudüs’ün kokusu geliyormuş!’’ ‘’o da bir şey mi’’ diyorum içimden Golda Mayer’in sözlerini düşünürken içten içe! Mısır, Suriye ve Ürdün’le başlayan, akabinde Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir’in de bu üçlüye destek verdiği ve 1967 yılında İsrail’e karşı gerçekleşen, İsrail’in galibiyetiyle sonuçlanan 6 gün savaşlarından aylar sonra Ürdün sınırındaki İsrail askeri karargahına zafer kazanmış bir devletin baş komutanı olarak ziyaret gerçekleştiren İsrail’in ilk kadın başbakanı Golda Mayer! Siyonist rejim askerlerinin çevresini sardığı bir anda gözlerini kapatır Golda, askerler pür dikkat izlemektedir başbakanlarını. Bir sessizlik olur. Golda derin derin birkaç kez nefes alır ve verir, sonra;

-‘’Çocuklarım! Sizde benim aldığım kokuyu alıyor musunuz?’’ der. Askerler ve devlet erkanı şaşkın bakışlarla bakar Golda’ya. Golda bir kez daha derin bir nefes alır ve şöyle der;

-‘’Hayber’in ve Yesrib’in kokusunu alıyorum!’’

Ben-i İsrail’in evladı Golda! Dünün Yesrib’i, bugünün Medine’sinden sürülenlerin torunu Golda! Ben-i Kurayza’nın mı, Ben-i Kaynuka’nın mı, Ben-i Nadir’in mi soyundan geliyordu bilinmez! Hayber’in ve Yesrib’in hasreti burnunda tüten Golda! Bu motivasyondu bir avuç yahudiyi İslam coğrafyasının kalbine getirip, Filistin’de bir devlet kurdurtan! Bu motivasyondu Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den GolanTepeleri'ni ve Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail’in, 6 gün savaşlarında topraklarını dört katına çıkartmasındaki gayreti. (*)

O gayretti Anadolu’da 18 yıl yasaklanan ezanlar, İstiklal Mahkemeleri, asılan alimler, yapılan darbeler, asılan başbakanlar, suikastler… Kartepe’li Yunus’un, ‘’Kudüs’ün kokusunu alıyor musun abi?’’ sorusu bir kez daha yankılanıyor zihnimde! ‘’Almaz mıyım Yunus’um almaz mıyım! Sen, Kudüs kokarken, bu kamp Kudüs kokarken, şu çadırda yanan sobanın borusundan tüten duman dahi Kudüs kokarken, Azez, Afrin, İdlib bana Kudüs kokmaz mı? Bölgede kucaklaştığımız Mehmetçik, şu başını okşadığımız Suriye’li yetim Kudüs kokmaz mı? Şu kömür torbalarını çadırlara tek tek taşıyan gönüllü, biriket evi inşa eden usta, içinde Ümmetin emaneti olan zarfı ta Bursa’dan gelip malzuma ulaştıran el Kudüs kokmaz mı? Beraber çıktığımız yolda, iki gündür gittiğimiz her menzilde bir köşeye kendini çekip, şehidlerin emaneti, ayakları çıplak yetimlerin başını okşayan; için için ağlayan ve not defterine şu satırları düşen tornacı MehmetAli, Kudüs kokmaz mı?: ‘’Amcam Üzülme! Ben terliklerimi siler tekrar giyerim… Yalın ayak, baş açık, bu çileyi çekerim… Akan gözyaşlarımı siler, sonra tekrar gülerim. Fakat, Amca, Babam! BABAMI,  ÇOOK ÖZLEDİM…’’

‘’Yunusum, İsmail başkana çok yüklendik (İHH Kocaeli Sorumlusu) hele Ruhi kardeş! Arabayı süren o, yardımlara el atan o, halkla konuşan o, dağıtımı organize eden o, nere dönsek o! Yoruldu oraya buraya koşturmaktan bak ayağı hafiften sekmeye başladı sanki aksıyor, bize de bir görev versin yükü paylaşalım olmaz böyle’’ diyorum. Yunus cevap veriyor yine öylesine, umarsız, kaygısız, hesapsız:  ‘’Abi! Ruhi abi Güneydoğu Gazisi! 1993’te Siirt Pervari’de Jandarma komando olarak askerliğini yaparken mayına basıyor! Sağ ayağı diz altından yok! O aksayan ayağı protez!’’

Yaşlı dayının yanında ki çocuk almıştı şimdi eline çekici. Dudakları arasında birkaç çivi, köseleye pençeyi sabitlemiş halen o şarkıyı söylüyordu;

‘’Elim sanata düşer usta, yürek acıya…

Ölüm hep bana, bana mı, bana mı düşer usta?

Sevda ne yana düşer usta? Hicran ne yana?

Yalnızlık hep bana, bana, bana mı düşer usta?

Gurbet ne yana düşer usta? Sıla ne yana?

Ayrılık hep bana, bana, bana mı düşer usta?’’

“Neyseki yarın var. Umutların en sevdiği gün”

Bülent Deniz – Habervakti.com Genel Koord.

@bulentdenizim

İnsta: @bulentsea

http://www.bulentdeniz.com

(*) (Savaş sonrasında Sina Yarımadası'ndan Mısır lehine çekilen İsrail, ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrail'in BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur. Savaş sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde Türkiye arabulucu olarak davet edilmiş ve konseyde İsrail'i destekleyen bir tutum sergilemiştir. Ayrıca Türkiye, Fas'ta toplanan İslam Konferansı Örgütü'nde alınan İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi kararını veto etmiştir.) "washingtoninstitute.org"