Mütereddit adımlarla yürüyor hakikat; plastik bakışların, kusur arayan gözlerin ve düşünmeyi yarınlara erteleyen kalabalıkların arasında. Ne yaparsak yapalım, nereye gidersek gidelim politik kamplaşmalardan, gündelik tartışmalardan uzak tutamıyoruz ruhumuzu. Oysa ki yağmur, anne eli gibi dokunuyor kalbinden başka sermayesi olmayanların üzerine..  

“İnsanlar neden bu kadar çok kullanıyor beni?” diye sordu ünlem işareti. Ve bilgece cevap verdi nokta, yanına iki kardeşini daha alarak: “Hayatı anlamlı kılan o sihirli kelimeyi, sevgiyi unuttukları için..” 

Trafikte yaşanan en küçük bir tartışma sonrası silahını çıkaran şahıs dehşet saçıyor! Henüz yeni doğmuş kediler, başları ve patileri kesilmiş halde bulunuyor! Çocuklarının geleceği için çalışan bir anne, yorgun akşamlarda evine dönerken eski eşi tarafından sokak ortasında öldürülüyor! Disiplin suçları sebebiyle okul değiştirmeyle cezalandırılan öğrenci, öğretmenini bıçaklayarak öldürüyor! Türkiye’de yüzde 85’i ruhsatsız olmak üzere yaklaşık 20 milyon kadar bireysel silah var! Cinsel şiddet rakamları son on yılda yüzde 94 artmış! Daha fazla olumsuz cümleleri bir araya getirip insanlığa dair içimizdeki umudu tüketmek istemiyorum.. 

Kalabalık bir caddede megafonla şiir okuma imkanım olsa şöyle derdim: “Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim -Ki bu en büyük kötülüktür size- Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla.." 

Siyaset dili, futbol, ekranlar, okullar ve daha birçok alanda görülen şiddet ve nefret söylemleri, toplumsal cinnetin bir başka göstergesi. Okul bahçesinde oynayan çocukları izliyorum bazen. Öfke dolu gözlerle bakıyorlar birbirlerine. Onları almaya gelen anne-babaları da aynı öfkeyi paylaşıyor. Evde hiç kapanmayan bir ekran var, polisiye diziler devam ediyor. Tarih bilinci oluşturma amacıyla çekilen fakat şiddeti hikmetin önüne koyan, senaryonun siyasal hegemonyaya göre şekil aldığı dizileri izleyen çocuklar üzerinde bir araştırma yapılsa tarihî bilinç noktasında hangi seviyelerde olduklarını merak ediyorum doğrusu. Elinde balta ile dizi izleyen başka bir toplum var mıdır dünyada bilmiyorum!

“Çocuğunuzla en son ne zaman oturup sessizliği paylaştınız, birlikte sakin bir şekilde hayata dair sohbet ettiniz?” diye soruyorum babaya, hatırlamıyor. “Emir cümleleri dışında, içinde incelik ve zerâfet barından, sevginizi ifade eden, konuşunca huzur bulduğunuz kelimelerle en son kime seslendiniz?” diyorum. “Çok yoruldum, zamanım yok oğlumla oturup konuşmaya” diyor sosyal medyada saatler geçiren bir başka anne. Henüz kendi olamamış, hayatı sorgulanmaya değer bulmayan, anlamlı yaşamanın, öğrenmenin, hakikati aramanın peşine düşmeyen ebeveynler, sadece biyolojik var olmanın yeterli olduğunu düşünebilir. Oysa ki mühim olan zihinsel açlıklardır. Onlara akledebilmeyi, doğru düşünmeyi, duygularını, acı ve sevinçlerini yönetebilmeyi öğretmekle birlikte başka hayatlara dokunmayı, iyilik ve fedakârlığı, hangi şartlarda olursa olsun adaletten yana olmayı öğretmek asli bir vazife olmalı. Şimdilerde neden bu kadar şiddet sarmalında olduğumuzu konuşmadan önce öğretmenini öldüren bir öğrenciyi yetiştirenleri, onların kullandığı dili, insan-insan ilişkilerinde davranışlarını mercek altına alıp, değişime oradan başlamalıyız.. 

Sokağa çıkmaya, kendi gibi düşünmeyene yaşam hakkı tanımamaya, silahlanmaya hazır bir kitle var düşünebiliyor muyuz? Her zaman söylüyorum; asıl sorun kötülüğün normalleşmesidir. Medya ve diğer malzemelerle bir mühendislik projesi gibi genç ruhlara işlenmiş her kötülük, insanlığın merhamet potansiyelini tüketir. Şiddetin politik kutuplarda görüldüğü bir toplumda magandacılığı, mafya tipi yaklaşımları, sokaktan demokrasi bekleyen zihniyeti ilk reddeden devletin kendisi olmalıdır. Sizin gibi düşünmeyen, gayet özgür bir şekilde size destek vermeyenleri terörle ilişkili görmek, farklı düşünen herkesi susturmak, gazete manşetleriyle hedef göstermek, adalet mefhumunu sadece kendiniz için geçerli kılmak, ilkel toplumlardan kalma alışkanlıklardır. Cahiliye kavimlerine adaleti, insanlık ortak paydasında buluşmayı öğreten Nebi’nin tebliğ ettiği o vahiy ‘hakkı ayağa kaldırarak adaletin timsali olun, bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin’ diyordu. (5/8) Hiç kimsenin tekelinde değildir adalet, hakikat ve yaşamak eyleminin üstün değerleri.. Hastanede sıra beklerken başkalarına karşı nasıl davrandığınız, iftara yakın saatlerde trafikte gösterdiğiniz sabır, hayata bakışı tamamen farklı biriyle ortak kelimelerde bir araya gelip konuşabilmek üslubunuzun kimliğinize yansıyan normlarıdır. Evrensel ahlâkı tesis edip öteki ile olan iletişimi daha sağlıklı hale getirmek, duvarları yıkıp köprüler inşa etmek, her şeyden önce insan olmanın bir gereğidir. Birilerine göre oldukça hümanist söylemler belki bunlar. Hayatını güç, şehvet ve nefretle şekillendiren, menfaati uğruna yapamayacağı kötülük kalmayanlar nasıl anlasınlar bu gönül dilini? Bu topraklarda farklı ırklarla, farklı ideolojiler ve renklerle bir arada yaşamayı, dengeli tavrı, terör ve şiddet karşısında itidal ve iz’anı korumak zorundayız. Benim için değil, bizim için de değil, hepimiz için adaleti savunmuyorsak kalbimizle baş başa kaldığımızda nasıl bir cevap vereceğiz? Charles Bukowski’nin şu sözü yıllar yılı haklılığını koruyacak gibi: “Sanırım çoğu insanın adaletsizlik olduğunu düşündükleri tek zaman, kendilerine adaletsizlik yapıldığı zamandır..” 

Toprağı incitmeyen, ağaçları göz alıcı bir güzellikle sabaha hazırlayan, ruha teselli olan bir Nisan yağmurudur şimdi aradığımız. Ya da bütün bu yorgunluğumuza, sınırsızlığımıza iyi gelecek, insanı fabrika ayarlarına döndürecek bir rahmet mevsimi. Kuşlar senfoniye çağırıyor gereksiz yere konuşan onca insanı. Kâinatın o eşsiz korosuna siz de katılın, bülbülün konserine iştirak edin, bir şarkı da siz söyleyin diyorlar. Bu çağrıya cevap vermek ruhumuzla baş başa kalmaya, unuttuğumuz değerleri hatırlamaya, yeryüzünde ve içimizde keşfedilmeyi bekleyen nelerin olduğunu fark etmeye sebep olacaktır. 

Ne vakit ayaklarım kaysa hatırladığım o meşhur duâyı bir kez daha tekrarlıyorum içimden: Kalemimizi hakikat çizgisinden, kalbimizi adalet ve merhametten ayırmasın Rabbim.  

Hiç eksilmesin baharımız..