Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türk demokrasi hayatına vurulan en büyük darbeler arasında yer alan ve "postmodern darbe" olarak hafızalara kazınan 28 Şubat'ın 24'üncü yılında AA'nın sorularını yanıtladı.

Türk demokrasisinin hemen hemen her 10 yılda bir vesayet odakları tarafından askıya alınmaya çalışıldığını belirten Kalın, 28 Şubat'ın 10'uncu yılındaki 'e-muhtıra' süreci ve FETÖ'nün 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimine dikkati çekti.

Kalın'a yöneltilen sorular ve cevapları şu şekilde:

Bin yıl süreceği belirtilen "demokrasiye balans ayarı"nın 24. yılındayız. 28 Şubat'ı nasıl tanımlarsınız?

28 Şubat Türkiye'de vesayetçi zihniyetin demokrasiye ve millet iradesine bir saldırısıydı. Diğer darbelere benzer bir şekilde demokrasiyi askıya almayı ve milletin iradesini yok saymayı merkezine almış bir yaklaşımın, bir zihniyetin müdahalesiydi. Milletin oylarıyla seçilmiş bir hükümeti etkisiz ve işlevsiz hale getirmek, bir vesayetçi grubun bunların içinde asker de var sivil de var sermaye de var medya mensupları da var, kendi iradelerini, kendi seçkinci yaklaşımlarını devlete, hükümete ve millete kabul ettirme çabasının bir sonucuydu. Maalesef Türkiye'de darbelerin böyle talihsiz ve karanlık bir tarihi var. Çok partili siyasi düzene geçtiğimiz 1950 yılından itibaren neredeyse her 10 yılda bir bu tür müdahalelere maruz kaldı Türk demokrasisi. 1960 darbesi 27 Mayıs malum, ardından 72 muhtırası, ardından 1980 darbesi, ondan sonra 97'de 'postmodern darbe' diye bilinen 28 Şubat süreci. İlginçtir 28 Şubat'tan yaklaşık bir 10 yıl sonra 2007'de bir e-Muhtıra süreci yaşandı biliyorsunuz. Ondan sonra da yine takriben 10 yıl sonra 15 Temmuz hain darbe girişimini yaşadık 2016'da. Yani tarihi sıralamaya böyle baktığınızda maalesef neredeyse her 10 yılda bir demokrasiye, milletin iradesine müdahale anlamına gelen o vesayetçi yapıyı yeniden inşa etmeye dönük müdahalelerin, darbelerin yapıldığını görüyoruz.

Her darbe ve darbe girişimi Türkiye'yi biraz daha geriletmiştir, ülkenin ekonomik, siyasi enerjisini heba etmiştir ama milletimiz de bunlara her seferinde basiretiyle, dirayetiyle, azmiyle bir karşılık vermiştir, kendi diliyle, üslubuyla. Yani o "Bin yıl sürecek" denilen süreci çok kısa bir sürede tersine çevirmiştir. Örneğin 28 Şubat'ı esas alacak olursanız, 1997'de yapılan bu müdahaleden sadece 5 yıl sonra AK Parti iktidara gelmiştir. Ama tabii arada büyük bedeller ödenmiştir. Yani büyük bir ekonomik kriz, milyarlarca dolarlık zarar, devletin kurumlarına ve demokrasiye olan inancın yıpranması, insanların sandıkta ifade ettiği iradelerinin anlamsız ve işlevsiz olarak işlem görmesi ve uluslararası alanda Türk demokrasisinin gerilemesi. Bütün bu konularda maalesef Türkiye büyük bedeller ödemiştir. Bundan sonra ben milletimizin iradesiyle, azmiyle, basiretiyle artık bu tür müdahalelere hiçbir zaman izin vermeyeceğine inanıyorum.

"Sivil siyasetin zayıflatıldığı, hor görüldüğü, itibarsızlaştırıldığı dönemler yaşadık"
Türkiye'nin 28 Şubat'a ve diğer darbe ve darbe girişimlerine sürüklendiği süreçlerde kırılgan bir siyasi atmosfer hakimdi. Koalisyonlar nedeniyle sık sık değişen hükümetler, siyasi istikrarsızlığa neden oluyordu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bu riskler tamamen ortadan kalktı mı? Askerlerin sivillere bazı şeyleri dayattığı dönemlerin tamamen geride kaldığını söyleyebilir misiniz?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin en önemli kalkış noktalarından bir tanesi de tam da bu vesayetçi yapıları ortadan kaldıracak, millet ile devlet arasındaki aracı sınıfları, zümreleri, çıkar gruplarını ortadan kaldıracak, aradan çıkartacak bir yapı kurmaktı ve bu başarıldı. Çünkü artık cumhurbaşkanı da milletin iradesiyle seçildiği için başarılı olması halinde cumhurbaşkanı yine milletin desteğiyle görevine devam eder. Edememesi halinde, hükümetin ya da Meclisin birbiriyle niza ederek krize girmesi halinde tekrar millete gidilir, seçimlere gidilir. Böyle bir yapı kuruldu yani her seferinde hakemin doğrudan millet olduğu, seçmen olduğu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının her birinin tek tek bireyler olarak konumlandırıldığı bir sisteme geçildi. Bu çok önemli bir artıdır, bir kazanımdır.

İkincisi, genellikle darbe ve müdahalelere zemin hazırlamak için üretilen suni siyasi krizlerin kalkış noktalarından bir tanesi de zayıf koalisyon hükümetleri olmuştur. Yani "milletin oyunu alan siyaset bakın çözüm üretemiyor, kriz üretiyor, kendini hükümet olarak var edemiyor, siyasi kavgalarla milletin enerjisini harcıyor" gibi gerekçelerle sivil siyasetin zayıflatıldığı, hor görüldüğü, itibarsızlaştırıldığı dönemler de yaşadık biz. Türkiye'de darbe zihniyetinin en çok başvurduğu yollardan bir tanesi hep bu olmuştur, sivil siyaseti yani milletin oyuna talip olan, milletin teveccühünü kazanan siyasetçileri itibarsızlaştırmak olmuştur. Bunun da en somut, elle tutulur tezahürlerinden biri genellikle koalisyon hükümetleri döneminde ortaya çıkan zayıf hükümetler, zayıf yönetim biçimleri, ekonomik krizler olmuştur. Yani oralarda ekonomik ve siyasi gerekçelerle, bu asker olur başka vesayet çevreleri olur, artık bu yapıya müdahale etme zamanı gelmiştir düşüncesiyle, "ordu yönetime ülkenin menfaati, milletin çıkarı için el koymaktadır" gibi gerekçelerle bunu yapmışlardır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin getirdiği en önemli ilkelerden biri de sivil siyasete yeniden itibar kazandırmaktı. Çünkü artık doğrudan millete giderek, milletin karşısında hesap vererek siyaset yapmak zorundasınız. Yani başka bir zümrenin, bir çıkar grubunun, bir vesayet odağının, herhangi bir devletin içindeki bir kurumun, askerin, yargının, sermayenin ya da başka bir yapının değil doğrudan milletin teveccühünü kazanmak, yani milletin imtihanından geçmek zorundasınız. Milletin önünüze koyduğu soruları cevaplayarak oradan doğru bir netice alarak ancak yönetme imkan ve kabiliyetine sahip olabilirsiniz bu yeni sistemde. O manada vesayet yapılarının önünü kapatacak bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin kurulduğunu söyleyebiliriz.

"Medya tarihimiz açısından da karanlık ve utanç verici bir dönem olarak tarihimize geçti"
28 Şubat sürecinde medyanın rolü neydi?

28 Şubat sürecinde medya diğer darbe dönemlerinde olduğu gibi çok kötü bir sınav verdi. Darbeyi, darbecileri, vesayet odaklarını destekleyen yayınlar yaptılar, tetikçilik yaptılar, karakter ve itibar suikastları yaptılar, insanları hedef gösterdiler. Yani özellikle 28 Şubat'ta dindar kesime yönelik bir şeytanileştirme kampanyası yapıldı, bir ötekileştirme. Özellikle başörtülü kadınları bir öcü gibi, bir karanlık, kötü bir odak gibi gösterme kampanyaları yapıldı ve bu büyük oranda da medya üzerinden yapıldı. Her darbe döneminde buna benzer propagandaların yapıldığını, projelerin hayata geçirildiğini biz daha önce de gördük. Yani 27 Mayıs darbesinde bu Demokrat Partililere karşı yapıldı, Adnan Menderes'e ve çalışma arkadaşlarına karşı yapıldı. 80 darbesinde diğer siyasi partilere, liderlere karşı yapıldı. Sağ-sol çatışması olarak körüklenen o dönemde medya da buna bir zemin hazırladı. Ama özellikle 28 Şubat sürecinde, "postmodern darbe" denmesinin sebeplerinden bir tanesi de belki buydu, medyanın, devletin, yargının, sermayenin, bütün bu farklı çıkar gruplarının ve kurumların imkanları kullanılarak belli bir kesime karşı muazzam bir karalama, kötüleme, kötücülleştirme, şeytanileştirme kampanyası yapıldı.

Bundan da maalesef en fazla başörtülü öğrenciler mağdur oldu. Onlar sanki bu ülkenin evladı değilmiş gibi, sanki bu ülkeye başka bir yerden gelmiş gibi yahut başı kapalı olduğu için sosyolojiden, tarihten, felsefeden, fizikten, kimyadan, tıptan, mühendislikten anlamazmış gibi, anlayamazmış gibi bir zihniyet inşa edildi ve bu büyük oranda medya üzerinden yapıldı o dönemde. Siyasilere karşı çok büyük kampanyalar yapıldı. Hatta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a "Artık muhtar bile olamaz" manşetleri o dönemde atıldı. Yani bir şiir okuduğu için hapse gönderilen bir belediye başkanıyla ilgili normalde herhalde medyanın yapması gereken, bunun büyük bir haksızlık olduğunu, kanunsuzluk olduğunu ortaya koymak iken o 28 Şubat'ı inşa eden, o projeyi hayata geçiren çevrelerin talimatlarıyla manşetler atıldı, kampanyalar yapıldı, yazılar yazıldı, görseller kullanıldı. Bu, medya tarihimiz açısından da karanlık ve utanç verici bir dönem olarak tarihimize geçti. ​​​​​​​

"O dram tamamen ortadan kalkmadı"
28 Şubat da 12 Eylül ve 15 Temmuz gibi perde arkasında bazı uluslararası aktörlerin yer aldığı bir darbeydi. Bu döneme dair hala karanlıkta kalan noktalar var mı?

Dünyanın hiçbir yerinde darbeler sadece bir ülkenin kendi iç dinamikleriyle olmaz, mutlaka bunun uluslararası sisteme uzanan bir ayağı, bir kolu vardır. Kimisinde doğrudan müdahil olurlar bu yabancı aktörler, kimilerinde yol verirler, sessiz kalırlar, zemin hazırlarlar, çeşitli şekillerde bu süreçlerin içerisinde yer alırlar. Hele ki Türkiye gibi uluslararası sistem için vazgeçilmez olan bir ülke söz konusu olduğunda ister 60 darbesini esas alın ister 80 darbesini ve diğer darbe ve darbe girişimlerini, buralarda mutlaka uluslararası sistemin, aktörlerin de bir payı hep olmuştur.

28 Şubat süreciyle ilgili Mecliste bir komisyon kuruldu, bununla ilgili raporlar yazıldı. Meclis aslında bu konuda güzel çalışmalar da yaptı. Orada epey şey ortaya çıkartıldı. Yani o süreç nasıl oldu, meşhur 28 Şubat günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ne kararlar alındı, bunun topluma, millete, ekonomiye, Türkiye'ye, demokrasimize etkileri ne oldu, bunun üzerine epey kapsamlı çalışmalar yapıldı. Ama 28 Şubat'la ilgili yeni bilgi ve belgeler elbette çıkabilir, yeni araştırmalar yapılırsa bu mümkün. Çünkü binlerce mağduru var bu sürecin ve o mağdurlar tabii ki haklarını aradılar, hala arayanlar var. O dram tamamen ortadan kalkmadı, o insanların yaşadığı travma bütünüyle tedavi edilmedi, ortadan kalkmadı. Ama asıl önemli olan, tarihi seyri içerisinde Türk demokrasisine bu tür müdahalelerin ve darbelerin yarattığı travmanın ürettiği maliyetin ne olduğunu bizim millet olarak çok iyi anlamamız, kavramamız ve hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor.

Yani şimdi 24 yıl önce yaşanan bir hadise tabii genç nesil açısından çok eskilerde yaşanmış bir olay gibi görülebilir ama işte biz hayattaydık, öğrenciydik, biz hatırlıyoruz bunları. 80 darbesini hatırlayanlar var, elbette yaşayanlar var, hala hayatta olanlar... Şimdi bütün bunlara baktığınız zaman bu hadiselerin yeniden yaşanmaması için bireysel ve kolektif olarak ne yapmalıyız, ne tür tedbirler almalıyız, siyasal sistemimizi hangi ilkeler üzerine bina etmeliyiz ki bu tür boşluklar oluşmasın, bu tür suistimale, istismara, manipülasyona açık müdahaleler, ortamlar oluşmasın? Bunlar üzerinde kafa yormamız gerekiyor, hatırlamamız gerekiyor, unutmamamız gerekiyor ki bütün bunlardan bir ders çıkartalım.

"İrtica söylemlerinin hangi amaçlarla kullanıldığını defalarca gördük"
Milli Güvenlik Kurulu görüşme tutanakları yasaya göre açıklanamaz. Açıklanması için MGK’de bir karar alınması gerekiyor. 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu görüşme tutanaklarının bir gün açıklanması gündeme gelebilir mi?

Mecliste bununla ilgili kurulan komisyonda o zaman da bunlar konuşuldu, değerlendirildi. Zaten baktığınız zaman o MGK'de alınan kararların sonuçları, uygulaması, o günkü bildiri, baktığınız zaman zaten üç aşağı beş yukarı tabloyu net bir şekilde ortaya koyuyor. Yani orada Cumhuriyet değerleri üzerine vurgu yaparken adeta milleti yok sayan daha doğrusu Cumhuriyet değerlerini kendi sınıfsal çıkarları için, vesayet zihniyetlerini meşrulaştırmak için kullanmaları kendi başına zaten bir belge, her şeyi ortaya koyuyor. Dönem dönem Türkiye'de bu irtica söylemlerinin hangi amaçlarla kullanıldığını defalarca gördük. Vaktizamanında Türkiye'de belli bir grup, belli bir çevre kendi çıkarlarını garanti altına alma, kendi gündemlerini millete empoze etmek istediğinde bunu genellikle irtica söylemi üzerinden yapardı, yıllarca böyle oldu bu.

28 Şubat MGK bildirisini okuduğunuz zaman bunun en güçlü örneklerinden birini, en özet ifadelerinden birini görürsünüz zaten. Dolayısıyla o günkü toplantıda alınan kararlar değerlendirilebilir, bu MGK'nin vereceği bir karardır ama netice itibarıyla bunun sonuçlarına, o söylemin nasıl inşa edildiğine baktığınız zaman diğer darbe girişimleriyle benzer bir yapı arz ettiğini görüyoruz. Cumhuriyetin değerleri, Atatürk, ilke ve inkılaplar, demokrasi, insan hakları, laiklik gibi, sosyal devlet gibi kavramların aslında hangi amaçlarla kullanıldığını, bir darbeyi ve müdahaleyi meşrulaştırmak için nasıl seferber edildiğini göstermesi açısından çarpıcı bir metin. O gözle bir okumak lazım. Bir darbe söyleminin grameri nasıl inşa ediliyor, kelimeleri, terimleri, kavramları nasıl inşa ediliyor, nasıl kullanılıyor bunları anlamak için o metinleri, o tartışmaları tekrar tekrar bir gözden geçirmek lazım.

"Umarım tüm mağduriyetler hızlı bir şekilde telafi edilir"
28 Şubat'a yönelik hukuki sürecin, tüm mağdurları tatmin eden bir boyutta tamamlandığını düşünüyor musunuz?

Değil, hala bu dönemde mağdur olup hakkını arayan kişiler var. Hatta geçenlerde yine bir hukuki dava sonuçlandı nihayet. Yaklaşık 14 yıl devam eden bir hukuki süreçten sonra bir dava sonuçlandı. Ama o dönemde yüzlerce hatta binlerce özelikle başörtülü öğrenci mağdur edildi. Bunları aileleriyle birlikte düşündüğünüz zaman bu insanların yaşadığı travmanın bir psikolojik, sosyolojik boyutu var, ekonomik boyutu var. Çünkü bu insanlar işlerinden oldular, okullarından oldular, bir kısmı eğitimlerini yarım bırakmak zorunda kaldı. İmkanı olanların bir kısmı yurt dışına gitmek zorunda kaldılar. Çok büyük travmalar yarattı. Hukuki olarak da haklarının iadesi noktasında pek çok davalar açıldı ama bazıları yıllar yıllar sürdü. Umarım ve ümit ederim ki artık bu mağduriyetler çok daha hızlı bir şekilde telafi edilir. Hala bu şekilde davası devam edenler var, biliyorum. Bunların davaları en kısa zamanda sonuçlandırılır ve hak ettikleri telafi imkanına da kavuşurlar.

Yeni anayasanın amacı
Daha önce bir değerlendirmenizde "Bin yıl sürecek denen 28 Şubat milletin iradesi ve basiretiyle tarihin çöplüğüne atıldı. Vesayetçi ve tepeden inmeci projeler çökmeye mahkumdur. Böyle utanç tablolarının bir daha yaşanmaması için hikmetle, azimle, el birliğiyle çalışmaya devam edeceğiz." ifadelerini kullanmıştınız. Yeni anayasa tartışmalarını da bu doğrultuda değerlendirebilir miyiz?

Mutlaka, yeni anayasanın amacı zaten Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarına 21. yüzyılda layık oldukları bir anayasayı armağan etmektir. Bunun için aslında çok geç kaldık. Mevcut anayasamız biliyorsunuz 1982 Anayasası'dır. Defalarca tadilattan geçmiş, değişiklikler, düzenlemeler yapılmış, insicamını, bütünlüğünü kaybetmiş bir anayasadır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşları, Türk milleti daha iyi bir anayasayı hak ediyor. Bunun için de aslında Mecliste uygun bir zemin var, siyasi partiler var, temsilciler var, milletin temsilcileri orada. Cumhurbaşkanımız da zaten "Bütün partilerin katılımıyla böyle bir anayasa yazma sürecini birlikte başlatalım." diye bir çağrı yaptı. Bu aslında çok önemli tarihi bir fırsattır. Umarım siyasi partiler ve onların dışında diğer bütün paydaşlar bu çağrıya olumlu cevap verirler.

Bir anayasayı sadece hukukçular ya da hukuk uzmanları yazmaz. Yazımını hukukçular yapar ama anayasanın ruhunu inşa eden milletin ortaya koyduğu iradedir, onun tarihidir, onun zaman ve mekan algısıdır, onun kendisini dünyada nasıl konumlandırmak istediğiyle ilgili zihninde sahip olduğu dünya görüşüdür. Bu manada anayasanın paydaşı herkestir, bireylerdir, STK'lerdir, üniversitelerdir, uzmanlardır, sıradan vatandaşlardır, siyasetçidir, iş adamıdır, medya mensuplarıdır vesaire. Bu süreci hep birlikte el birliğiyle sahiplendiğimiz zaman gerçekten Türkiye'ye, 21. yüzyıla yakışır bir anayasayı yazma imkanımız olur. Bunu yaptığımız zaman da darbeler, müdahaleler, postmodern veya başka tür müdahaleler, demokrasinin kesintiye uğraması, millet iradesinin askıya alınması, yok sayılması, sivil siyasetin itibarsızlaştırılması, kurumların aşınması gibi sorunları ortadan kaldırırız. Bunun yerine gerçekten demokratik, şeffaf, meşruiyeti olan, milletin iradesine, basiretine, hikmetine dayalı, bizim tarihimizi, coğrafyamızı, insanımızı, insanlık anlayışımızı yansıtan bir anayasayı yazabiliriz.

Bunun için önümüzde önemli bir fırsat var. Cumhurbaşkanımız da bu yönde çok güçlü bir çağrı yaptı ve bütün siyasete "gelin bunu birlikte yapalım" dedi. Bu kıymetli bir çağrıdır, bunun değerlendirilmesi gerekir ki biz gerçekten her yönüyle işleyen bir demokrasiyi, kurumlarıyla, kuruluşlarıyla, ilkeleriyle, tarihi perspektifiyle hep birlikte bunu yapabilelim. Bunu belki de özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra milletimizin sokak sokak, semt semt, şehir şehir ortaya koyduğu iradenin ve 251 şehidimizin hatırasına bir saygı olarak da yapmamız gerekiyor. Öyle bir anayasa yazalım ki öyle bir demokrasi inşa edelim ki bir daha bu tür acılar bu memlekette yaşanmasın.