İslam düzenindeki helaller ve haramlar; devletlerin vatandaşlarının emniyeti için koyduğu trafik çizgi ve işaret levhaları gibidir. Düz çizgiler kesin sollama yasağını, kırmızı çizgili devamlı ok işaretli trafik levhaları da tehlikeli virajları gösterir. Aynen bunun gibi dinimizdeki haramlar da ferd, toplum ve devlet için zararlı ve tehlikeli yolları gösterir. Helaller de, aralıklı sollanabilir çizgilere benzer. Aşırıya kaçmamak şartıyla fert, toplum ve devlet için faydalı yolları gösterir. Biz vatandaş olarak bu trafik kurallarına uyup uymamakta, sonuçlarına katlanmak şartıyla nasıl serbest isek, Yüce Dinimizin helal ve haram ilkelerine uyup uymamakta da serbestiz. Hepimiz kulluk okulunda imtihan olan birer talebeyiz. Hayrı (Helali) ve şerri (Haramı) seçme özgürlüğümüz var. Neticede kendi düşen ağlamaz.

İlmen, aklen ve vicdanen düşünen bir kişi faiz, fuhuş, kumar, içki ve cinayet gibi Hz. Adem (a.s)’den beri dinimizin haram kıldığı şeyleri çağdışı sayabilir mi? Eskiden zararlıydı şimdi faydalı oldu diyebilir mi? Peygamberler, Allah Teala’nın; (cc) fert, toplum ve devletin huzuru ve mutluluğu için helal (faydalı) ve haram (zararlı ve tehlikeli) ilkelerini yaşayarak duyurmakla görevlidirler. Medeniyetlerini Allah’ın bu ilke ve inkılab temelleri üzerine kuranlar, maddi ve manevi alanlarda yükselerek insanlığa her sahada örnek olmuşlardır.

Asırlarca dinin ilkelerine, milli kültür, örf ve adetlerine bağlı bir toplum iken izzet içinde süper güce sahip bir devletin Müslüman vatandaşları olarak yaşadık. Malazgirt, Çanakkale ve en son İstiklal savaşlarında bombaların altında bile namazlarımızı terk etmeyerek inaçlarımızdan taviz vermiyorduk. İçki dökülen tarlalarımızda koyunları bile otlatmayan bir millet idik. 1911’de Edirne’yi işgal edip yüzlerce kızımızı bir handa esir ederek, “Size üç gün müddet! Ya vücutlarınızı bize teslim edecek ya da yanacaksınız!!!” diyen düşmana, “Bre gavur! Üç gün düşünmeğe gerek yok. Yanacağız ama sizin pis ellerinize tek bir saçımızı dahi teslim etmiyeceğiz” diyerek namusları uğruna yanarak şehadeti seçen bir ümmet idik.

Şairimizin “Bize bir nazar oldu, Cuma’mız pazar oldu, bize ne olduysa hep azar azar oldu” mısralarında belirtildiği gibi asrımızın Müslümanlarını bilhassa genç neslimizi kelime oyunlarıyla şeytan ve yandaşlarının hile ve desiselerinin kurbanı yaptılar. 

"Bu Kur’an, bu Müslümanların hayatına ilaç olduğu sürece biz bunları yenemeyiz” diyen masonik çevreler gizli toplantılarındaki protokollerinde “Change starts with a word! (Her değişim bir kelimeyle başlar)” oyununu sahneye koydular.

Savaşlarda yenemedikleri yeryüzündeki Müslümanların nesillerini; yobaz, ilerici, gerici, çağdaş ve çağdışı gibi kelimelerle yenmeği başardılar. Bu kelimeler sadece halkı Müslüman ülkelerde kullanılan zehirlerdir. Hıristiyan, Yahudi, Budist toplumlarında batıl da olsa inançlarının gereğini yapanlara hatta ineğe tapan Hindulara bile gerici, yobaz, çağdışı diye bir tabir kullanılmazken; yaratıcımız, yaşatıcımız ve yöneticimiz Allah’a (cc) kul olmak için uğraşan en son ve en mükemmel İslam dinini yaşayanlara yobaz, gerici, çağdışı, fanatik, tutucu kelimeleriyle saldırdılar. Namaz kılana yobaz, içki içmeyene gerici, başörtüsü takana çağdışı diyerek bizi tarihimize, medeniyetimize ve dinimize yabancı hatta birçok gencimizi düşman ettirmeyi başardılar. Batının “tek dişi kalmış canavar” medeniyetine hayran hale getirdiler.

İşte bugün 31 Aralık Cuma akşamı Miladi 2011 yılına gireceğimiz yılbaşı gecesi eğlencelerindeki maskaralık bu kelime zehirlerinin acı neticeleridir.

Şunu iyi bilelim ki, biz Müslümanlar 1432. yeni yılımızın başlangıcı olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz’in hicretini esas alırız. İbrani takvimine göre ise 4 ayrı yılbaşı vardır, bugün kullanılan ve takvim yılı olarak 5771. yılı gösteren İbrani takvimi ise Musevi inancına dayanan varsayımsal bilgiye göre Evrenin yaratılış gününü esas almaktadır. Hıristiyan alemi de Hz. İsa (a.s)’ın babasız dünyaya gelişindeki mucizevi doğumu takvimlerinin başlangıcı yapmıştır. Bütün bu yeni yılların başlangıcı peygamberlerin şanlı mücadelelerine dayanır. Miladi olsun, Hicri olsun yeni yıl takvimlerinde İslam’ın hakimiyeti vardır. Dine dayanan ve bir büyük Peygamberin doğumunu esas alan bir miladi yılın gecesi olan yılbaşı içkiyle, fuhuşla ve çılgınca eğlenceyle nasıl kutlanabilir? Ellerinde içki şişeleri sarhoş naralarıyla “İYİ Kİ DOĞDUN İSA” hezeyanlarıyla nasıl kutlanabilir?

Bu haram sahneler Allah’a isyan değil midir?
Peygamberlerle alay etmek değil midir?
Onlar içkiyi, zinayı, fuhşu ve faizi yasak etmek için mücadele edecekler, iman ettiğini söyleyenler de onlarla dalga geçercesine bir Peygamberin doğumunu yasak ettiği yollarla kutlayacaklar!

Gelin Müslümanlar olarak haram ve helalleri insanlara tebliğ mücadelesi uğruna hayatını çilelerle geçiren, çarmıha gerilen fakat Allah’ın(cc) lütfuyla hâlâ semalarda yaşayan Hz. İsa (a.s)’ın doğumunu, helalleri terk ederek haram yollarla kutlayanların elinden kurtaralım. İslam alemi olarak babasız mucizevi bu doğum olayını namazla, dua ve şükürle kutlayalım. Hz. Amine ve Hz. Hatice anamızla birlikte ismi Kur’an’ı Kerim’e Sure olmuş, namus iffet ve sabır örneği, “mabede adanan kadın” manasına gelen Hz. Meryem anamızı da rahmetle analım. Temeli dini öğretilere dayandığı halde bugün bir karnaval çılgınlığıyla taşkınlıkların ve ahlaksızlıkların merkezi haline gelen YILBAŞI’nda dinimize, örfümüze ve ahlaki düsturlarımıza aykırı hal ve davranışlardan kaçınmamız temennisiyle...

Yüzünüzden tebessüm, dilinizden dua eksilmesin.