Felaketin şiddetini artıran karanlık ve soğuk insanların korkusunu derinleştirip dirençlerini kırdı. Derinden gelen uğultular, binaları yerle bir eden sarsıntılar; çocukları, yetişkinleri ve yaşlıları dehşete düşürdü. Maddi yıkımın boyutları henüz zihnimize tam yerleşmemişken, psikolojik buhranın sınırları muhayyilemizi zorlamaya başladı. İnsanların bu büyük travmayı atlatabilmek için ihtiyaç duyduğu en önemli duygu neydi?

ÜMİT...

Evet ümit; Allah'ın rahmetinin, inayetinin anahtarıdır. Kırılmış kalplerin teskin edici ilacıdır. Buhrana sürüklenmiş ruhların yeniden dirilişidir. Her türlü felaketi atlatmak için güç kaynağıdır. Fizyolojik olarak da vücudun direncini artıran enerjisidir.

Hiçbir şey devamlı değildir. Mutlaka her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır. Önemli olan kışı ve geceyi atlatacak tedbirleri alarak bahara ve sabaha ulaşacak sabrı göstermektir. Sıkıntılı dönemi aştıktan sonra her türlü maddi kayıpları telafi etmek kolay olacaktır.

TARİHİ ÇÖKÜŞLER VE DİRİLİŞLER

İslam Tarihi'nde yaşanan büyük çöküşler, krizler, bunalımlar; ister zalimlerin eliyle olsun, isterse izni İlahiyle gelen musibetler ve afetler yüzünden olsun ümmet üzerinde büyük sıkıntılar meydana getirmiştir. Uzun yıllar devam eden buhranlar, din büyüklerinin manevi irşadı ile aşılmış ve yeniden dirilişler yaşanmıştır. 
Hz. Ali (r.a.) zamanındaki dahili olayların ve Kerbela sonrasındaki derin ihtilafların İslam dünyasında meydana getirdiği kaos malumdur. Emevilerin hilafeti saltanata dönüştürmeleri ve siyaseti zulme alet etmeleri bütün Müslümanları büyük bir ümitsizliğe sürüklemişti. Fakat sekizinci halife Ömer bin Abdülaziz, iki buçuk senelik kısa hilafetinde İslam'ı bütün kurumlarıyla Asrı saadet ruhuna uygun hale getirdi. Bu yüzden kendisine Beşinci Halife ve İkinci Ömer dendi.

İslam Tarihi'nin en büyük tahribatı ve katliamı olan Moğol istilası; ilim, kültür, sanat namına ne varsa ezip geçti. Camiler, medreseler, kütüphaneler yerle bir edildi. Kitaplar yakıldı ve nehirlere atıldı. Katledilen insanların sayısı yüz binleri aşıp milyonla ifade edildi. Tarihte böyle bir afet ve musibet görülmüş değildi.

Müslümanların içine düştüğü bu büyük buhrandan kurtulmaları kolay olmadı. Anadolu, başta Mevlana Celaleddin Rumi olmak üzere Türkistan Erenlerinin manevi irşadıyla yeniden dirilişi yaşadı. Uzun süren gecenin sabahında ve şiddetli geçen kışın baharında, Söğüt toprağında bir çınar fidanı dal budak salmaya başladı. Kısa zamanda büyüdü, üç kıtayı saran gölgesinde Müslümanlar rahat nefes aldı.

Orta Asya'da Moğol selinin silip süpürdüğü güzelim İslam diyarları Buhara, Taşkent, Semerkant ise, başta Şahı Nakşibend Buhari olmak üzere Hacegan Erenlerinin manevi riyasetinde yeniden ihya oldu. Allah, zalimlerin neslinden bazılarına hidayet nasip etti. Müslüman olan Çağatay hanları İslamiyet'in tekrar yükselişine ve hakimiyetine hizmet etti.

ASRIN FELAKETİNDE BÜYÜK YIKIM

Ülkemizin maruz kaldığı bu deprem fırtınası, gerçekten asrın felaketi oldu. Maddi ve manevi çok büyük yıkıma uğradığımız bu musibeti, elbette çok kolay atlatmak mümkün değildir. Fakat bu büyük buhranı aşmanın tek yolu, ümidimizi kaybetmeden çok yönlü manevi bir seferberlik başlatmaktır. Maddi yardımlar, devlet ve kadirşinas milletimiz tarafından daha ilk günden itibaren zaten yapılmaktadır.

Birlik ve beraberlik ruhuyla kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma, milletimizi kısa zamanda ayağa kaldıracaktır.  Bilhassa çocukların, gençlerin ve yaşlılarımızın manevi desteğe çok ihtiyacı vardır. Musibete uğrayan insanların tek tesellisi, inanç ve dini duygulardır. Bu maneviyat takviyesine karşı çıkanları anlamak mümkün değildir!

Her yer şiddetle sarsılırken, zemin ayaklar altından kayıp giderken, koca beton bloklar karton gibi param parça olurken insanların ağzından neler dökülüyordu?

- Allahım sen yardım et...

- Yarabbi sen büyüksün... Allahüekber...

Televizyonda gördüklerimiz film senaryosu değildi. İnsanların gayri ihtiyari yüreklerinden kopup gelen samimi haykırışlardı. Bu musibetzedeleri hangi sözlerle teselli edebilirsiniz? Hangi ifadelerle onların ruhundaki fırtınaları dindirebilirsiniz? Allahüekber sözünden rahatsız olmak nasıl bir psikolojik hastalıktır?

Düşmekte olan bir uçakta, batmakta olan bir gemide, yıkılmakta olan bir binada bulunan insan dindar olmasa bile "Allahım sen büyüksün, bana yardım et" demeye mecbur kalır. Sıcak evinde keyiflle kahvesini yudumlayarak ahkam kesen, yarım yamalak bilgisiyle "Allahüekber" kelimesini siyasi bir slogan zanneden zavallılar! Musibete uğramış bu insanların üzerinden kirli ellerinizi çekin. Bu inançlı insanları vicdani kanaatleriyle baş başa bırakın. Onlar nerede, ne denileceğini sizden çok daha iyi bilirler. Konuşmayı sizin gibi ukalalardan öğrenecek değiller.

KADERİMİZ BÖYLE Mİ?

Bir aklı evvel de çıkmış şöyle diyor: "Kader inancı İslam'da yokmuş! Bu, Emeviler zamanında dine sonradan sokulmuş!" Ahmak herif, daha Cebriye ve Mutezile'nin kader anlayışlarını bilmeden insanlara kelam dersi vermeye kalkmış.

Amentüde yer alan kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanan Müslümanlar, Ehli sünnet görüşünü kabul etmiştir. Yani, kader inancı insanın karar verme iradesini elinden almaz. Maddi ve manevi bütün yaptığımız işlerden sorumlu olmamıza engel değildir. Kader, Allah'ın ilminde her şeyin zaman mefhumu olmadan önceden yazılı olmasıdır.

Mutezile görüşüne göre, insan bütün fiillerini kendi yaratır. Allah insanın kendi iradesiyle yaptığı işlere karışmaz. Cebriye ise tam tersine, insanın iradesinin hiç önemli olmadığını ve Allah'ın her şeyi insanları zorlayıcı bir şekilde yarattığını ileri sürmektedir. Halbuki Ehli Sünnet görüşü, insanın iradesiyle kendi fiillerine karar verdiğini fakat her fiilin, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığını kabul eder.

O halde biz tembelliğimize kader ve tevekkül adını takarak sorumluluktan kaçamayız. Dünya ve ahirete ait her fiilimizi şartlarına uygun yapmak zorundayız. Nasıl ki, farzlarına uygun yapılmayan ibadet kabul edilmiyorsa, kurallara aykırı olan her türlü dünyevi fiil de hüsranla sonuçlanacaktır.

Allah'ın iki türlü kanunu vardır. Birisi Kur'an-ı Kerim'de bildirilen kavli kanunlar. Diğeri Kitab-ı Kebir-i Kainattaki kevni kanunlar. Her ikisine de uymayan ya dünyada veyahut ahirette cezasını görür. İşte bu kevni kanunlardan birisi de yeryüzünde meydana gelen depremlerdir. Eğer binamızı sağlam yapmazsak başımıza yıkılır. İnşaatlarımızın kontrol ve denetimini; jeoloji, mimarlık, mühendislik ilimlerine uygun şekilde doğru yapmak zorundayız. Ancak bu tedbirleri gereği gibi aldıktan sonra,

Allah'a güvenip tevekkül edebiliriz.

ÖYLEYSE NE YAPMALIYIZ?

Nasıl ki insanlar için ölümün vakti bilinmiyor, her an gelebilir. Deprem ülkesi olan ülkemiz için de aynı uyanıklık içinde olmalıyız. İnsanlarda vesvese ve endişeye sebep olmadan, sürekli bu düşünceyi canlı tutmalıyız. Ev veya iş yeri alırken önceliği lükse değil sağlamlığa vermeliyiz. İyice araştırmadan sadece dış görünüşüne bakıp, bir depremde kendimize mezar olacak binalara talip olmamalıyız.

"Hafızayı beşer nisyan ile malüldür" Yani insan hafızası çabuk unutur. Ona bir hatırlatıcı yani ihtar edici lazım. İşte depremde İnşaallah şehit olan 50 bine yakın canımız, bize en açık muhtırayı vermiştir. Onlar hal ve ibret lisanıyla bize şöyle sesleniyorlar:

"Ey kardeşlerimiz! Bir gece uyuduk, bir daha uyanamadık. Ne planlarımız, ne hayallerimiz vardı. Hepsi binalarımızla birlikte saniyeler içinde yok oldu. Bizler dünyadan gittik, inşaallah mükafatımızı ahirette alırız. Fakat siz uyanık olun. Maddi ve manevi olarak gafletten sakının. Gaflet, nefsin insanı aldatması, hiç ölmeyecek gibi dünyaya daldırmasıdır. Hele lüksten, eğlenceden, pahalı zevklerden uzak durun. Bunca ihtiyaç sahibi varken, aşırı tüketim, israf ve savurganlık yapmayın. Fakirlerin yetimlerin hakkını gözetin. Sıkıntıda olanların yardımına koşun. İnsanlığınızı sakın unutmayın. İmkanlarınızı ihtiyacı olanlarla paylaşın, bencil olmayın.
Depreme karşı her türlü tedbirinizi alın. Sonra Allah'a tevekkül edin. İnancınızı ve ümidinizi sakın kaybetmeyin. İnsan manevi yönden güçlü olursa her zorluğun üstesinden gelir. Devlet millet el ele verdiği zaman kısa zamanda bu yaralar sarılır. Binalar yeniden yapılır. Acılar zamanla küllenir. Fakat size en önemli ihtarımız, depremi ve ölümü daima hatırda tutun. Bu inanç sizi kötü ahlaktan, yalandan, hırsızlıktan, adaletsizlikten, başkalarına haksızlık yapmaktan alıkoyar. Dürüstlük, güzel ahlak, kul hakkını gözetmek, yardım yapmak, paylaşmak hem dünyada hem ahirette karşılığı olan en yüce hasletlerdir.

Geride bıraktığımız yetimler ve yaşlılar size emanettir. Onlara kendi evladınız ve yakınınız gibi bakın, gönüllerini alın, yokluğumuzu hissettirmeyin. Unutmayın ki bizim yerimizde siz de olabilirdiniz. Bize de dua edin, fatihalar gönderin. Ümidinizi asla kaybetmeyin! Her kışın bir baharı olduğu gibi her gecenin de bir neharı vardır. Belki şu anda en koyu karanlıktasınız ama sabahın çok yakın olduğunu düşünün!  Devlet, millet ve ümmet el ele bu badireyi de İnşaallah atlatacaksınız. Yüce Allah yar ve yardımcınız olsun"