Hz. Hüseyin, Kerbela’ya savaşmaya gitmedi. Mazlumların yakarışına koştu, onların davetine icabet etti. O, savaşmak niyetinde olsaydı Mekke’den on binlerce seveni O’na katılırdı. Elçilerle gönderilen binlerce mektupla Küfe’ye davet edildi. Ve O örnek imam, sözünde durdu, ailesiyle yola çıktı. Ama Kerbela’da kendini davet edenlerin kılıçlarıyla yolu kesildi. Fırat’ın suyu kendisine, ailesine, hatta bebeklere bile yasak edildi. Seksen kişilik aile ve yarenlerinin etrafı silahlı askerlerle sarıldı. Etrafını saranların kalplerinin kendisiyle, kılıçları çıkar ve kuvveti temsil eden Yezit ile olduğunu görünce, “Madem kılıçlarınızla karşılayacaktınız neden davet ettiniz. Bırakın Mekke-i Mükerreme’ye geri döneyim. Kabul etmiyorsanız Şam’a giderek Yezit ile görüşmeme izin verin, buna da izin yoksa sınır boylarına cihada gideyim” dedi. Ve devesinin üzerinde  beyaz elbisesi içinde parlayan nur yüzüyle, mübarek dudaklarından dökülen inci sözler tesirini göstermeye başlayınca, Yezit’in ordu komutanı Ömer, (cennetle müjdelenmiş sahabelerden Sa’d.b. Ebi Vakkas (r.a)’ın oğlu) sözünü keserek Hz. Hüseyin’e, “Hiçbir şartını kabul etmiyoruz, senin için iki tercih var; Ya Yezit’e biat edecek (yani onun iktidarını onaylayacak) ya da başını vereceksin” diyerek kararını duyurdu. Ya biat ya ölüm.

Hz. Hüseyin (r.a) kalben olmasa da dil ile biatı  kabul edebilirdi. Yani İslam hukukundaki ruhsatı uygulayabilirdi. İslam dini zor durumlarda, can tehlikesi karşısında buna cevaz vermektedir Ama O, dedesi Hz. Resulullah (s.av)’ın izindeydi. Tarihe altın harflerle nakşedilecek ve  yüce İslam’ın siyaset, ehliyet ve emanet hukukunu  şehadet mürekkebiyle yazmayı tercih ediyor ve üç mühim şeyden dolayı Yezit’e biat etmeyerek kıyamete kadar tüm Sünnî ve Şia olduğunu iddia eden biz müminlere ders veriyordu.   

Birincisi İslami siyaset hukukudur. Kerbela’daki Hüseynî direniş, (batıdan 1370 yıl önce) babadan evlada geçen saltanat yolunu açmamak adına yapıldı. Yezit’e babası Muaviye’den ev, arsa, bağ, bahçe kalabilir ama miras malları arasında evlatlara düşecek iktidar koltuğu yoktu. Şûra yoluyla istişareyle yani danışılarak yöneticiler seçilmeliydi. Asr-ı Saadet’in dört halifesi (Devlet başkanı) seçimi önce istişare sonra devlet başkanı ilan edilmişlerdi. Zalim Yezit ile bu adil seçim sistemine son verildi ve önce ilan sonra baskıyla, ölüm tehdidiyle biat etme zulmünün kapısı açıldı. Herkes Allah’a karşı sorumlu ve bağlı iken, Yezit ile halk önce kralın kulu haline getirilerek mutlakıyetçi bir sistemin yolu açıldı. Bu sebeple İslam aleminde ilk despot yönetici Yezit’tir. Halkın idarecisini hür iradesiyle seçme özgürlüğü uğruna, Hz. Hüseyin (r.a), batıdan 1300 sene evvel can veriyordu. Ve şehid kanıyla, İslami siyaset hukukunun yani gerçek cumhuriyetin temellerini atıyordu.

O gün Müslümanlar, Hz. Hüseyin’in, batının demokrasi, bizim şûra dediğimiz yönetim şekli adına, Saltanata (Monarşiye) karşı başlattığı mücadelesine sahip çıksalardı bugün Ortadoğu dahil, halkı Müslüman hiçbir ülkede krallık yönetimleri hüküm sürmeyecekti.

Hz. Hüseyin’in direnişinin ikinci sebebi EHLİYETE (Liyakate) riayet hukukudur. Bu da, fasıklık (sarhoşluk, kumarbazlık, tefecilik, namazsızlık gibi aşırı günah) içinde olan ehliyetsiz kişilere biat (oy)verme kapısını açmamaktır. Çünkü Yezit ömrünün  son üç yılında iktidar sarhoşluğuyla sapıttı içkiye başladı. Saraya dansözler (Rakkase) getirterek içkili eğlencelere başladı. Hz. Hüseyin “Fasık ve facir birine oy vermektense ölümü tercih ederim” diyerek kıyamete kadar  Alevi, Şia ve Sünni Müslümanlara hangi partiye ve hangi adaya oy verilir ve bürokraside kimler göreve getirilir hukukunu yazıyordu. Yani “Allah size (vatan, aile, akıl, mal, can, namus ve din gibi kutsal) emanetleri ehline vermenizi emrediyor” (Ennisa s. 58) ilahi mesajıyla “Emanetler ehliyetsiz (Liyakatsiz)kişilere verildiğinde kıyameti (fakirlik, kavga, terör gibi belaları) bekleyiniz.“ Peygamber (s.a.v) uyarısını ölüm pahasına şiar ediniyordu.

Şanlı Kerbela direnişindeki yazılan üçüncü hukuk ise EMANET hukukudur.  “ ... Kim (DEVLET MALINA) hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.” (Ali İmran,161) ilacıyla eğitilen Asr-ı Saadet’teki (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin (Allah hepsinden razı olsun) devlet yönetiminde emanete sadakat esastı. Hazine (Beytülmal, devlet malı) ateşten gömlekti. Halk, seçtiğini denetleme ve hesap sorma toplantısı olan Cuma günü hutbedeki halifeden giydiği elbisenin hesabını rahatlıkla sorabiliyordu. Emevi saltanatıyla bu emanete sadakat terk edildi. Yezit’le beraber “devlet malı deniz yemeyen domuz” dönemi başladı. Emanetler, iktidar koltukları dalkavuklara teslim edilince; devlet hazinesi, saltanat yanlılarına peşkeş çekildi.

Bugün kaç Şia, kaç Alevi ve kaç Sünni Müslüman, iktidara getirmek için parti tercihi yaparken Hz. Hüseyin’in yolundadır ve kaçımız bu şuurla muhtarından belediye başkanına, milletvekilinden cumhurbaşkanına kadar bu ölçülere uyarak seçme hakkını kullanmaktadır? Kaç Müslüman babadan evlada miras malı gibi geçen tarikat, mezhep ve siyaset önderlerinin istişaresiz tayinine Hz. Hüseyin gibi karşı gelebilir. Ve kaç Müslüman Sünni ve Alevi kardeşlerimiz, sarhoş, kumarbaz, faizci, insan hak ve hürriyetlerinin, inancın düşmanı fasık olan parti ve yöneticilerine Hz. Hüseyin gibi “Hayır ölürüm ama size oy vermem” diyebilmektedir.

Aleviyim demekle Alevi, Sünni’yim demekle de Sünni olunamıyor. Unutmayalım ki, her mazlum ve savunucusu bir Hüseynî ve her zalim  ve taraftarı bir Yezidîdir. Artık yeryüzünün her yeri Kerbela olmasın istiyorsak Alevi ve Sünni kamplaşmasını bırakıp Hz. Hüseyin (r.a) gibi KURAN-I KERİM’İN ve SÜNNETİ SENİYYE’NİN (İslam Düzeninin) etrafında mümin kardeşler topluluğu olacağız. O zaman emperyalist ülkelerin, Firavuni saltanatlarından ve içimizdeki taşeronları Yezitlerin masonik iktidarlarından kurtulacağız. Türkiye’miz bunu başarmak üzere. Darısı diğer halkı Müslüman ülkere...

Yüzünüzden tebessüm, dilinizden dua eksik olmasın...

- - - -