Müslüman sanatçıyı ve sanat idrakini Kur’an’la ilişkilendirmek, balığı su, arıyı çiçekle ile ilişkilendirmek gibidir. Sudan çıkan balığın, bal yapmayan arının hükmü neyse o sanatçının ve sanatının da hükmü odur.

İslam sanatlarının oluşumunu / idrakini araştırma babında Oryantalistler tarafından başlatılan köken, temel, esas arayışında sözü çoğunlukla Kur’an’la başlamaları, önce kendilerine bir konuşma zemini, çıkış ya da hareket noktası oluşturmak içindir.

Müslüman sanatçıya ve dolayısıyla Müslümanın sanat ilişkisine “yerinden” diğer bir ifadeyle Müslüman hayatının içinden bakanların yolu ise böyle değildir. Çünkü nehir, su ve nazar istiaresiyle sanatçının hayatındaki akışın, akışa tabi olan şeyin ve o şeyin şeyliğinin hükmü, ilgilenen nezdinde bir ameller manzumesi olarak somutlaşır. Sanatçı ve sanatı hakkındaki görüş, kanaat ve yorumlar da buradan, daha özet bir söyleyişle İslami hayatın bizzat kendisinin içinden yapılır.

Öyle ki, meseleleri asla sanat yapmakolmayan, ancak bizim bugünkü bölümlenmiş kafa yapımızla kendilerini sanatçı olarak vasıflandırdığımız Ferîdüddin Attâr (v. 1221) ile Mahmûd Şebüsterî’nin (v. 1320) metinlerindeki “Kiliseden de, havradan da, camiden de usandım!” şeklindeki reddiyeleri bile, yukarıda sunduğumuz paradigma / çerçeve esasında, onların İslami hayat telakkilerine ve yaşama biçimlerine, zaman ve şatlarına göre Bakara suresinin 136. ve 285. ayetlerindeki “Allah’ın peygamberlerinin arasını ayırmayın!” hükmü içinden okunur.

Bu manada Müslüman bir sanatçının zihniyetiyle, hal ve gidişatını, Rahman suresinin bizzat içinden okumamız / değerlendirmemiz de mümkündür.

Rahman suresinde yapılan ilâhî uyarılar ve vaadeler insanın hakikatine göre yapılmış uyarılar ve vaatlerdir.

Şöyle ki, insanın evveli cennet hayatıdır. Cennet ise amel yeri değil, ödül yeridir. Amelin olmadığı yerde düşünme ve buna tabi bir çalışma olmayacağı için Adem ile Havva’nın evvelinde düşünme ve çalışma yoktur, bilakis rahatlık ve serbestlik vardır. Cennetin bir çalışma, bir gayret olmaksızın onlara verilişi ise Allah’a borçlandırılma nimetlerinin / Allah tarafından şey olarak değerli görülmelerinin bir gereğidir, ancak onlar bu nimeti, kendi hakikatleri nedeniyle kaybetmeden bilemeyecekleri için, İlâhî kıssadaki aşamalarla başka bir borçlandırılma mekanına yani dünyaya indirilmişler; ilk borçlanma yerinin değerini ancak bu şekilde idrak ederek, onu bu kez bir ödül olarak kazanabilme sürecine girmişlerdir.

Rahman suresi, yeni borçlanma yerinin hem nimetleri hem de imkanları bakımından insan düşüncesine sokulduğu bir suredir. Bunu, “O halde, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz (ey insanlar ve cinler)?!” mealindeki on üçüncü ayetine kadar olan ayetlerin mealini verirsek daha iyi görebiliriz:

1. Rahman

2. Öğretti Kur’an’ı...

3. Yaratıp da insanı...

4. Öğreterek ona beyanı...

5. Bir hesaba göre hareket eder Güneş ve Ay.

6. Secde eder bitkiler, ağaçlar...

7. O; göğü yükseltmiş ve mizanı koymuştur

8. ki siz de tartıda haksızlık etmeyin;

9. doğru tartın; tartarken zarara uğratmayın.

10. Ve onu yaratıkları için yerleştirmiş (yani onların altına sermiş)tir.

11. Meyveler, salkımlı hurma ağaçları var orada;

12. yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler...

Sonrasında, İnsanın ve cinlerin yaratılış bilgisinin; yönlerin hakikatinin; denizlerin ve oradaki nimetlerin; yeryüzünün geçiciliğinin ve Rabbimiz’in ise bâkî oluşunun; göklerin ve yerin sınırlarıyla birlikte durumlarının; kıyametin kopacağının; cehennem ateşinin; iki cennetteki ödüllerin ve ikametin; ihsanın bilgilerini de ihtiva eden Rahman suresi, bizim asıl konumuz olan İslam sanatının oluşumunu / idrakini anlama çabamız esasındaki okuyuşumuzla sanatçımızın ve sanatımızın hadlerini de ihtiva etmektedir.

Şöyle ki, Zemahşerî’nin Keşşâf Tefsiri’ndeki kelimeleriyle, Rahman suresinde “Allah Teâlâ nimetlerini sıralamakta ve nimetlerinin türleri, lütuflarının çeşitleri içinde en önde geleni en başta zikretmeyi murat etmektedir ki o da din nimetidir. Din nimeti içinde de mertebe bakımından en yüce ve amaç yönünden en üstün olanını öne almıştır ki, o da Kur’an ile, onun indirilmesi ve öğretilmesi yoluyla olan nimetidir; çünkü o mertebece Allah’ın vahyinin en büyüğü, değer itibariyle en yücesi, etkisi bakımından en güzelidir, semavi kitapların zirvesidir, onların doğrulayıcısı ve mihengidir.”

Dolayısıyla iman ve Kur’an sanatçı için de asıldır; hidayet nimetine erişmiş olmak ve sadece Kur’an hakikatlerinin ikliminde yaşamak onun önceliği değil zorunluluğudur.