Önce konum belirlemesi yapalım. Kimin nerede, kiminle olduğundan bana ne? 

Temel felsefem, başkasının yanlışının benim doğrum olmadığıdır. Başkasının doğrusu da benim yanlışım olamaz, olmamalı. Bu nedenle bireyin kiminle nerede olduğu, durduğu önemli. 

O halde kendi varlığının bilincine ermiş insan, doğru ve yanlışın, dış etkenlerden soyutlanmış, içsel dinamiklerle örüntülü nesnel mevcudiyetine yönelmeli. 

Neden mi? Çünkü doğru, özünde doğrudur, yanlış özünde yanlıştır. Millet devlet esastır…

Cihanşümul Kadim Türk Devletinin varoluş felsefesinin, "Devlet-i ebed Müddet” kavramları üzerine inşa edildiği yadsınamaz. 

Bu zaviyeden bakıldığında Türk tarihinin bir bütün olduğu görülmez mi? Devlet-i Ebed-Müddet; süregelen sonsuza kadar sürecek devlettir.

Sonsuzluğa akan, yüzlerce yıl yaşatılması gereken devlettir.  Yol-yöntem belli, insanı yaşat ki, devlet de yaşasın! Devlet, ehliyet/liyakat ve adalet üzre ayakta durur. 

Kimin yanında olmalı? Gara/Gare operasyonunun başarısızlıkla sonlandırılması, kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor.   Her geçen gün sözde, operasyonun bilinmeyenlerini veya  operasyonun ne kadar zor şartlarda gerçekleştirildiğini anlatmak bahanesi ile düzenlenen TV programlarında, yeni bir ayrıntı ortaya çıkıyor. Her detay, şişedeki cini çıkarıyor.

Pandoranın kutusu açıldı bir kere. Her cenahtan her türlü bilgi, yorum, analiz ortalığa saçılıyor.  Bu konjonktürde, sorumluluk sahibi herkesin payına  düşeni  alması kaçınılmaz. Men dakka dukka... Devlet geleneğimiz başarıyı ödüllendirir, başarısızlığı cezalandırır.

Ortası pek nadirdir. Mesela Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Viyana  yenilgisinin bedelini, Padişahın gönderdiği cellatlara kafasını uzatarak ödemişti. Gara'da şehit düşen askerlerimiz vatan borcunu canları ile ödediler. Ateş düştüğü yeri yaktı. Televizyon kanallarında, bir siyasi partinin il kongreleri kadar yer bulamadılar.

Pandemi kısıtlamalarına rağmen kongre  salonlarının 'Lebâleb' yani ağzına kadar dolması ile övünen siyasiler, “şehitler tepesi boş değil, ne mutlu  onlara” demekle yetindiler. Oysa şehitlerin kanları ve canları ile ödedikleri bedelin sorumluluğunu üstlenmesi gerekenler, işi pişkinliğe vuruyor, ona-buna taş atıyor.

Bu zamanda, kimse şah değil, padişah değil. Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilmeyenler elbet “gelen ağam, giden paşam” demeyecektir. Bizlerden beklenen, milli şairimiz bir Mehmet Akif duruşudur: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem. Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.”

Sosyal medyada, operasyonun ikinci dereceden sorumlusu Milli Savunma Bakanı Hulusi  Akar'ı desteklemek amaçlı paylaşımlar yapılıyor. -Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, TBMM'de Gara operasyonunu anlattı- Bazı kurumların, sosyal medyadaki köşe taşları, "paşam yanındayız" mesajı veriyorlar.

Anlamış değilim.  Metehan’ın, “Islık çalan ok” hikayesini bilenler, bugün bu okun Hulusi Paşa’nın üstüne düştüğünü de biliyordur. Devlet, kimsenin şahsi ihtirası ile kaim değildir. “Bu vatan, toprağın kara bağrında Sıra dağlar gibi duranlarındır. Bir tarih boyunca onun uğrunda, Kendini tarihe verenlerindir.”