Değerli Okuyucularım;

Sahabilerin içinde öyle mümtaz bir şahsiyet var ki, ona “Körlerin Efendisi” unvanını versek abartmış olmayız. Neden mi? Çünkü bahsettiğimiz sahabi,  Hz. Abdullah İbn-i Ümmü Mektûm, diğer sahabilerden farklı olarak bir görme engellidir. Ve daha da önemlisi Peygamberimizin (sav) de içinde bulunduğu iki enteresan olayda kendisi hakkında bütün engellileri temsilen vahiy inmiştir. İşte hem bu sahabiyi yakından tanımak, hem de Peygamberimiz (sav) ile birlikte yaşadıklarının hikmetini öğrenmek, günümüz engelli dostu sosyal politikaları belirlemek açısından da son derece elzemdir.

Abese Sûresinin Hz. Abdullah İbn-i Ümmü Mektûm ve Engellilerle İlgisi Nedir?

Birinci olay, şu şekilde cereyan etmiştir: Bir Kur’ân aşığı olan İbn-i Ümmü Mektûm, Peygamberimizin (sav) huzurunda bulunmak, onun manevî atmosferinden istifade etmek ve ondan Kur’ân’dan âyetler öğrenmek için, sık sık Resulullahın (sav) yanına giderdi. Bir gün yine İbn-i Ümmü Mektûm, bu niyetle Peygamberimizin (sav) huzuruna geldiğinde Resulullah (sav), belki içlerinden biri imana gelir ümidiyle Mekke’de Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerine canla başla İslâm’ı anlatmaktaydı.

İbn-i Ümmü Mektûm, Peygamberimizin (sav) meşgul olduğunu görmediği için, herkesin duyacağı bir şekilde “Ya Resulullah, bana Kur’ân okut! Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret!” dedi. Aslında İslâm öncesi dönemlerde Kureyş geleneğinde, kabile büyüklerinin yanlarında herhangi bir sosyal statüsü olmayan köle, fakir veya engelli bir kişinin bulunması ve söze karışması düşünülemezdi. Onun için, Kureyş’in ileri gelenleri, İbn-i Ümmü Mektûm’un bu tutumunu yadırgadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), İbn-i Ümmü Mektûm’un elinden tutup getiren kimseye “Daha sonra geliniz!” anlamında bir işaret yapma gereği duydu.

Fakat İbn-i Ümmü Mektûm, durumdan bîhaber halen isteğini dillendirmeye devam edince Peygamberimiz (sav), ona aldırmayıp yüzünü buruşturup döndü, sözünün kesilmesini istemedi ve yine misafirlerle ilgilenmek istedi. Ne var ki tam da bu süreçte belki de İbn-i Ümmü Mektûm’un duygularının incinmiş olmasından dolayı C. Hak, Resulüne (sav) şöyle bir ikazda bulundu:

“Yanına âmâ (görme engelli) geldi diye, yüzünü ekşitip döndü. Nerden bileceksin, belki de o, günahlarından arınacaktı. Yahut o, öğüt alacak ve o öğüt, kendisine fayda verecekti. Öğüde ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun (onu kurtarmaya özeniyorsun). Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun (Sen ondan yüz çevirip başkası ile oyalanıyorsun.). Sakın! (Bir daha öyle yapma!). (Abese: 1-10).

Allah’ın emirlerinin dışına bir milim dahî çıkmayan Peygamberimiz (sav), aldığı ilahî ikazın etkisiyle hemen toplantıya son verdi ve İbn-i Ümmü Mektûm’un gönlünü aldı. Bundan böyle İbn-i Ümmü Mektûm ve diğer engelli sahabiler hiçbir surette ihmal edilmedikleri gibi, Peygamberimizin (sav) hep yanında görüleceklerdi. Bu hadiseden sonra Resulullah (sav), engelli sahabilere daha çok iltifatta ve ikramda bulunmuştur. Bu bağlamda Peygamberimiz (sav) ne zaman İbn-i Ümmü Mektûm’u görse, hem espri olması, hem de o hadiseyi hatırlatması babında “Ey Rabbimin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba!” diyerek, onunla ilgilenirdi.

Nisâ Sûresinin Hz. Abdullah İbn-i Ümmü Mektûm ve Engellilerle İlgisi Nedir?

Şimdi de ikinci olayı, bizzat Peygamberimizin (sav) kâtibi Zeyd bin Sabit’ten dinleyelim: “İbn-i Ümmi Mektûm, Resulullah (sav) bana vahyi yazdırırken gelmişti…Bu sırada Resulullahın dizinin bir kısmı dizimin üzerine geliyordu. Birden dizi ağırlaşmaya başladı. Vahiy başlamıştı. Dizim ezilecekti zannettim. Biraz sonra hafifledi. Bana dönerek: ‘Zeyd, yazdığını oku!’ buyurdu. Okudum: ‘Müminlerden savaşa katılmayıp oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir değildir.’... Bunu duyan İbn-i Ümmi Mektûm, gözyaşları içinde ‘Ya Resulullah! Vallahi, cihat etmeye imkânım ve gücüm olsa, ederdim.’ diyerek Cenâb-ı. Hakk’a yöneldi ve ‘Ya Rab! Özrümü beyan eden âyet indir! Özrümü beyan eden âyet indir!’ diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Peygamberimizin (sav) dizi yine ağırlaşmaya başladı. Daha sonra Resulullah (sav) ilâve olarak ‘Özürlü olanlar hariç’ yazmamı söyledi…”(Nisâ: 95-96).

Görüldüğü üzere cihada katılmayı niyetli olan fakat özürlerinden dolayı katılmaları mümkün olmayan engelli Müslümanlar da tıpkı mücahitler gibi sevap kazanabilmektedir. Buna bağlı olarak Peygamberimiz (sav) de bir savaş çıktığında İbn-i Ümmi Mektûm’u Medine’de kendisine vekil bırakmış, ona değişik dönemlerde imamlık ve müezzinlik görevi vermiştir. Böylece İslâm’da engellilerle ilgili pozitif ayrımcılık bağlamında çeşitli hükümlerin belirlenmesi, çoğu zaman Abdullah Bin Ümmü Mektûm sayesinde mümkün olmuştur.

Enteresandır; bu âyet-i kerimeyle mazereti olan sahabilerin sıcak çatışmalara katılmaları şart görülmediği hâlde Abdullah ibn-i Ümmü Mektûm, Peygamberimizin (sav) vefatından sonra mücahitlerle birlikte birkaç savaşa katılmış ve her defasında onlara şöyle demiştir: “Sancağı bana verin. Çünkü ben körüm, kaçamam. Beni düşman safları ile aranıza dikin.” Bu şekilde savaşlarda bağıra-çağıra askerlere cesaret vermiş ve düşmana korku salmıştır.

Şehit Olması

İbn-i Ümmü Mektûm, Hicrî 14. senesinde (Miladî 636), Hz. Ömer’in halifeliği döneminde, Pers İmparatorluğu’na karşı cihat etmek için yollara dökülmüştü. Sa’d bin Vakkâs’ın komutanlığı altında toplanan İslâm ordusu, Kâdisiye meydanına vardığında, İslâm bayrağını zırhını giymiş olarak İbn-i Ümmü Mektûm taşımaktaydı.

Üç gün kıran kırana süren bu savaşta Pers İmparatorluğu, fillerle ve modern teçhizatla donatılmış ve sayıca üstün olmasına rağmen mağlup edilebilmişti. İslâm ordusu ise, savaşa katılan mücahitlerinin yaklaşık olarak beşti birini şehit vermişti. Şehitlerin arasında, İslâm sancağını kucaklamış olarak yerde kanlar içinde yatan, canını İslâm davası için veren bir sahabi daha vardı: Körlerin Efendisi Hz. Abdullah İbn-i Ümmü Mektûm.