Hz. Aişe validemizin Peygamberimizle nasıl evlendiği Hz. Aişe’nin hayatı, Hz. Aişe’nin vefatı, Hz. Aişe'nin peygamberimizle evliliği ve Hz. Aişe kimdir? gibi soruların cevapları tüm detaylarıyla haberimizde.

İşte, "Hz. Aişe kimdir? Hz. Aişe Peygamber efendimizle nasıl evlenmiştir? Hz. Aişe’nin hayatı, Hz. Aişe’nin vefatı…" sorularının cevabı.

Peygamber Efendimizin mübarek hanımı, "müminlerin annesi," Resulullahın (a.s.m.) en sâdık Sahabisi olan Hz. Ebû Bekir'in (ra) kızı Hz. Aişe'nin fazilet ve meziyetleri saymakla bitmez.

İlim, ahlâk, takvâ bakımından da eşsiz olan Hz. Aişe, fıkıh, hadis ve Kur'ân tefsiri gibi hususlarda temayüz etmiş, müstesna bir insandır. Hz. Aişe, nübüvvet güneşinin Mekke ufuklarını aydınlatmasından dört yıl sonra dünyaya gözlerini açmıştı. Babası Hz. Ebû Bekir Mekkelilerin çoğuna muhalif olarak putlara tapmamış, asîl ve temiz bir insandı. Ticaretle meşgul olurdu. Hali vakti yerinde, Mekke'nin ileri gelen şahıslarından biriydi. Tevhid dininin son kalıntıları olan Hz. İbrahim'in Hanif dinine bağlı olanlardandı. Annesi Ümmü Rûman da Peygamberimize ilk iman edenlerdendi.

Hz. Aişe, böyle asil ve temiz bir âilenin içinde, tevhid nurlarının aydınlattığı bir yuvada dünyaya gelmişti. Çocukluğu, Müslümanlarla müşrikler arasındaki mücadelelerin en şiddetli olduğu devreye rastlar. Her türlü müşrik zulüm ve baskısına rağmen, nübüvvet nuru parlamaya devam etti. İman-küfür mücadelesinin üzerinden henüz 10 yıl geçmişti.

Hz. Âişe altı yaşlarında bir kızcağızdı. Sevimli, zeki ve güzeldi. Hz. Ebû Bekir gibi büyük bir Sahabînin terbiyesinde yetişiyordu. Gerek böyle bir babanın terbiyesi, gerekse yaratılıştan Allah'ın kendisine verdiği zekâ ve kabiliyetler, onun büyük bir vazifeye namzet olduğunu gösteriyordu. Onuncu yıl, Peygamberimiz için "Hüzün Yılı" olmuştu. Zira aynı yıl için de pek sevdiği, en zor günlerde yardım ve himayelerini gördüğü iki büyük insanı kaybetmişti. Bunlardan biri amcası Ebu Talib, diğeri de hanımı Hz. Hatice idi.

Nasıl üzülmesindi? Ebû Talib Kureyş'in ileri gelen itibarlı şahsiyeti idi. Yeğenini koruyor, müşriklerin daha fazla üzerine gelmelerine mâni oluyordu. Hz. Hatice ise, yaşlı olmasına rağmen, Peygambere (a.s.m.) gösterdiği eşsiz sadakat, itaat ve teslimiyetle eşine rastlanmaz bir vefa ve kadirşinaslık örneği vermisti. Herkesin Resul-i Ekremi inkâr edip, ondan uzaklaştığı o çetin günlerde onu ilk tasdik eden olmuş, şefkat ve himaye kanatlarını üzerine germişti. Kötü anlarda onu teselli etmiş, hüzün ve sevincini paylaşmıştı. Hz. Hatice'nin vefât ettiği bu hüzün yılında Cebrail, Resul-i Ekreme gelerek onu teselli etti, Hz. Aişe'nin sûretini ona göstererek, "Ey Allah'ın Resulü, Hatice'ye mukabil bu kız senin hüzün ve yalnızlığını bir nebze giderip, sana hanım olacaktır" dedi.

Resulullah (a.s.m.) Hz. Ebû Bekir'in evine sık sık gider, İslâm’ın yayılması hususunda kendisiyle istişarelerde bulunurdu. Bu sırada bir gün yine bu mes'ud eve gittiğinde Ümmü Rüman'a, "Aişe'yi koruyup ona iyi muamele etmenizi tavsiye ederim" demişti. Resulullahın sözlerinde mutlaka yüksek bir hikmet olduğunu bilen bu anne-baba, kızlarına bundan böyle daha bir ihtimam göstermeye başladılar.

Resulullah (a.s.m.) yine birgün, Hz. Ebû Bekir'in evine gitmişti. Küçük Âişe'yi kapıda ağlamaktan iki büklüm olmuş halde buldu. Bu içli ağlayış Resulullahın şefkatine dokundu. Küçük Aişe'ye niçin ağladığını sordu. Aişe, ağlamasına annesinin sebep olduğunu söyledi. Bunun üzerine Resulullah Ümmü Rüman'a, "Ben sana Aişe'ye iyi davranmanı söylememiş miydim?" dedi. Ümmü Rûman mahcup oldu ve bundan böyle ona sert davranmayacağına söz verdi.

Mekke'den Medine'ye hicret pek hazin olmuştu. Yurtlarından apar topar kopan mü'minler kâh tek başlarına, kâh âileleriyle yollara dökülmüşlerdi. Bilindiği gibi, Hz. Ebû Bekir Peygamberimizle birlikte hicret etmiş, çoluk çocukları Mekke'de kalmıştı. Hz. Ebû Bekir'in oğlu Abdullah daha sonra annesini ve iki kız kardeşini alarak yollara düşmüştü. Yolda giderken Hz. Aişe'nin bindiği deve çöle doğru sür'atle koşmaya başlamış, bir ara iyice gözden kaybolmuştu. Neredeyse küçük Aişe'yi üzerinden fırlatacaktı. Annesi buna çok üzülmüş, kızının başına bir şeylerin gelmesinden korkmuştu. Ne var ki, biraz sonra deve sakinleşmiş ve dönüp kendiliğinden kafileye katılmıştı.

Hz. Âişe, Medine'de annesi ve kız kardeşiyle birlikte Hazreç Oğulları mahallesine yerleşmiş ve burada sekiz ay kalmışlardı. Muhacirlerin çoğu Medine'nin hava ve suyuna intibaksızlık yüzünden hasta olmuştu. Hz. Ebû Bekir ve kızı Aişe de bu hastalananlar arasındaydı. Hastalık sona erip normal hayata dönünce Hz. Ebû Bekir, Resulullahın Hz. Aişe'yi neden yanına almadığını sordu. Resul-i Ekrem ise henüz ona verecek mihri hazırlayamadığını söyledi. Bunun üzerine, Resulullahın uğrunda her şeyini feda edecek bir sadakat gösteren Hz. Ebû Bekir, borç olarak Hz. Aişe'nin mihrini vermeye hazır olduğunu bildirdi. Peygamberimiz bu teklifi kabul etti ve Hz. Aişe’yi nikahına aldı.

Hz. Aişe'nin düğünü de nişanı gibi Şevval ayında yapıldı. O güne kadar Arap lar Şevval ayında düğün yapmazlardı. Zira geçmişte bu ayda bir veba salgını olmuştu. Bundan dolayı o ayı uğursuz sayarlardı. Hz. Aişe'nin evliliğiyle bu batıl inanış da ortadan kalkmış oluyordu. Hz. Aişe düğünlerin Şevval ayında yapılmasını tavsiye ederdi. Kendi düğününü misal göstererek, en güzel en talihli ve en bahtiyar kadının kendisi olduğunu söylerdi. Bu düğünde kaldırılan hurafelerden biri de, gelinin, önünde ateş yakılarak götürülmesiydi.

Peygamberimiz bu evliliğiyle erkeklerden ilk Müslüman ve sadık bir sahabisi olan Hz. Ebû Bekir'le daha da yakınlaştı. Ama Peygamberimizin bu evliliğindeki en büyük hikmet, Hz. Aişe'nin, nikahında bulunduğu dokuz yıllık kısa bir müddet içinde kazandığı İslâmî ilim ve faziletlerle, İslâm’a yaptığı hizmette aranmalıdır. Dinî hükümlerin zahiri olan olanını Ashabının görüp bilmesi her zaman mümkündü. Ama İslâm’ın aile mahremiyetine ait hükümleri böyle değildi. Bunların ümmete duyurulması için böylesine zeki ve ferasetli bir hanıma ihtiyaç vardı.

Bu mühim vazifeye namzet olacak birinin de, daha küçük yaştan itibaren Resulullahın terbiyesinde bulunması gerekiyordu. Zira, bir insanın belli bir gaye için yetiştirilmesi, onun kabiliyetlerini tâ küçük yaştan itibaren o gâyeye doğru yönlendirmekle mümkündür.

Nitekim kadınlardan Hz. Aişe bu vazifeyi yerine getirirken, erkeklerden de Enes bin Malik aynı şekilde Resulullahın terbiyesinde küçük yaştan beri bulunmuş, görüp duydukları birçok hadisi ümmete duyurmuştur.

Gençliğinin en verimli çağını Resulullahın yanında geçiren Hz. Aişe, kısa zamanda ondan pek çok şey öğrendi. Hz. Aişe'nin Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Resulullah onu çok sever ve bunu da zaman zaman ifade ederdi. Bir defasında Resulullaha sordular:

"İnsanlardan sana en sevimli kimdir?" Peygamberimiz (a.s.m.), "Aişe'dir" buyurdu.

"Erkeklerden, ya Resulallah?" dediklerinde ise, "Babası" buyurdu.

Hz. Aişe, Peygamberimizin diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu, bir şükür vesilesi olarak bizzat kendisi de ifade ederdi. "Benim gibi genç yaşta Resulullahla nikâhlanan olmadı. Anne-babası benden başka muhacir olan olmadı. Benim beraetimi Allah semâdan indirdi. Ceb rail (a.s.) Harîre'de inip benim sûretimi ona arz etmiş ve 'Onunla evlen, çünkü o senin hanımındır' demiştir.

Resulullah İle aynı kapta birlikte yıkanırdık, başkalarıyla böyle olmazdı. Namazda yanında dururdum, başkaları duramazdı. Yanında olduğum halde Cebrail huzuruna girerdi, halbuki diğer hanımlarının yanında gelmezdi. Allah onun ruhunu, başı göğsüme yaslı olduğu sırada aldı. Benim evimde vefat etti, yine benim evime defnedildi.

Hz. Aişe'nin de ifade ettiği gibi, Cebrail'i (a.s.) görme şerefi ona nasip olmuştu. Bunu da Hz. Aişe şöyle anlatır:

 "Bir gün Cebrail'i (a.s.) odamdan gördüm. At üzerindeydi. Resulullah ona nida ediyordu. Resulullah evin içine girdiğinde 'Ya Resulallah, o çağırdığın kimdi?' diye sordum.

'Sen onu gördün mü?' buyurdu.

'Evet' dedim.

Onu kime benzettin?' diye sordu.

'Dıhyetül-Kelbî'ye' dedim.

'Sen muhakkak büyük bir hayır görmüşsün. İşte o Cibrîl'dir' buyurdu. "Biraz sonra da 'Ey Âişe, Cibril sana selâm ediyor' dedi. Ben de selâmına mukabele ettim.

Hz. Âişe, hassas bir mizaca sahipti. İnsanlık icabı zaman zaman sinirlenir ve kızardı. Kızdığında bunu Resulullaha olan hitap tarzıyla ortaya koyardı. Bir defasında Resul-i Ekrem (a.s.m.), "Ey Aişe, senin kızdığın ve memnun olduğun zamanları ben bilirim" buyurdu. Hz. Aişe, "Nasıl biliyorsun, yâ Resulallah?" diye sordu. Peygamberimiz, "Memnun olduğun zaman 'Muhammed'in Rabbine' diye yemin ediyorsun. Kızdığın zaman ise 'İbrahim'in Rabbi hakkı için' diyorsun." Hz. Aişe Vâlidemiz, Peygamberimizi sevindiren ve ona olan saygısını ifade eden şu mukabelede bulundu:

"Evet, yâ Resulallah, vallahi öyledir. Fakat ben sinirli olduğum zamanlarda sadece sizin isminizi dilimden bırakırım, sevginiz ise dâima gönlümde yaşar"

Resulullah ona iyi davranır, bir dediğini iki etmezdi. Hattâ onunla yarış ederdi. Bir defasında yarışı Hz. Aişe kazanmıştı. İkinci yarışta biraz şişmanladığı için Hz. Aişe yarışı kaybetmişti. Resulullah, "Bu öncekine bedeldir [ödeştik]" diye lâtifede bulundu.

Resulullah Tebük ve Hayber seferinden dönüyordu. Evin ön kısmında bir örtü vardı. Esen rüzgâr örtüyü kaldırmış, arkasında Hz. Âişe'nin çocukluğundan kalan oyuncakları meydana çıkmıştı.

Bu sebeple aralarında şöyle bir konuşma geçti:

"Ey Âişe, bunlar da ne?"

"Kızlarım"

Fakat aralarında iki kanatlı bir de at bulunuyordu. Resulullah onu kastederek,

"Peki aralarındaki şu nedir?"

"Bir at."

"Ya üzerindeki?"

"Kanatları."

"Kanatlı at olur mu?"

"Duymadın mı, Hz. Süleyman'ın kanatlı atı vardı."

Resulullah bu cevap üzerine mübarek dişleri görününceye kadar tebessüm etti. Bu aynı zamanda Hz. Aişe'nin zekâsına ve kültürüne işaret eden bir cevaptı.

Hz. Aişe ilim ve zekâsıyla temayüz etmiş, Resulullahın (a.s.m.) vefatından sonra Sahabenin mercii olmuştu. Hz. Aişe hadis, fıkıh ve diğer dinî hususlarda ümmetin kendisine yaptığı müracaatlara cevaplar verirdi.

Ebû Mûsâ' Eş'arî onun hadisteki derecesini ifade ederken, "Biz Peygamberin Ashabı, bir hadis üzerinde müşkilâta uğradığımız da Hz. Aişe'ye sorar ve Hz. Âişe'yi muhakkak o hadisin üzerinde bilgi sahibi olarak bulurduk" demiştir.

Bazı dinî hususlarda tek başına hüküm çıkararak fakih Sahabiler sırasına da geçmiştir.

Hz. Aişe'nin esas hizmeti şüphesiz, dinin aile mahremiyetine ait ve ümmetin öğrenmesi çok zor olan meselelerde olmuştur. Mahrem meselelerin Resulullahın yanında bahsedilmesinden, önceleri o da utanırdı. Fakat zamanla dinin hükümlerini bildirmekte utanma olmayacağını idrak etmişti.

Bir gün Ümmü Süleym, Peygamberimize gelmiş ve şöyle bir sual sormuştu:

"Ya Resulallah, kadın rüyasında erkeğin gördüğünü görse gusül icap edermi?" Âişe de oradaydı. Ümmü Süleym’e "Kadınları rezil ettin, ey Ümmü Süleym" dedi. Bunun üzerine Resulullah, "Hayır, kadınları rezil eden sensin" diye Aişe'ye karşılık verdi. Sonra Ümmü Süleym, "Evet, ey Ümmü Süleym, gusletmesi gerekir" buyurdu.

Ümmü Süleym bu hadiseyi anlatırken, bundan dolayı utandığını ifade eder.

Hz. Aişe'den hadis rivayet eden Tâbiîn âlimlerinden Mesrük, bir gün Hz. Aişe'ye gelir ve selâm verir. Sonra da "Size bir şey sormak istiyorum, fakat utanıyorum" der. Bunun üzerine Hz. Âişe'nin, "Ben senin annenim, sen de benim oğlumsun" demesi üzerine Mesrûk, "Kadın, hayızlı iken kocasına neresi helâl olur?" diye sorunca, Hz. Aişe, "Cinsî münasebet hariç, her çeşit oynaşma" cevabını vermiştir.

Resulullahın dizi dibinde yetişen Hz. Aişe, takvada da çok ileri gitmişti. Namaz kılarken cübbe, geniş elbise ve göğüsleri üzerine sarkan bir başörtüsü giyerdi. Onun takva derecesini gösteren şu hadise de ibretlidir. "Evlerinizde vakarınızla oturun. İlk (Cahiliye Devri kadınlarının) açılıp saçılarak zinetlerini göstererek yürüdükleri gibi yürümeyin" meâlindeki âyeti okuduğunda cahiliye kadınlarının içinde bulunduğu fecaati hatırlayıp örtüsü ıslanacak kadar ağlardı.

Tesettüre son derece dikkat eden Hz. Aişe, yanına gelenleri bu hususta ikaz ederdi.

Bir gün kardeşi Abdurrahman'ın kızı Hafsa yanına gelmişti. Üzerinde içini gösteren şeffaf bir elbise vardı. Hz. Aişe bunu görünce o elbiseyi giymemesi için ikazda bulunmuş ve "Bilmiyor musun, Allah Teâla Nûr Sûresinde ne buyuruyor?" demiştir.

Bir defa Hac mevsiminde kadınlar Hz. Aişe'ye gelerek onunla birlikte Hacerü'l-Esved'i ziyaret etmek istediklerini söylediler. Hz. Aişe onlara, "Siz gide bilirsiniz, ben erkeklerle birlikte ziyaret edemem" dedi. Tavaf vazifesini de kalabalık döndükten sonra yerine getirdi.

Tâbiinden Hz. İshak’ın gözleri görmezdi. Hz. Aişe onu kabul ettiği zaman başını örterdi. Bir gün İshak, Hz. Aişe'ye "Ben âmâ olduğum halde benim yanımda örtünüyormuşsun. Halbuki benim sizi görmeme imkân yok" demişti. Hz. Aişe,  "Evet, sen beni görmüyorsun, fakat ben seni görüyorum" diye cevap vermiştir.

Hz. Aişe kimseyi incitmez ve fenalık etmezdi. Binlerce hadis rivayet ettiği halde, onun birisi hakkında fena bir söz söylediği vâki değildir. Mü'minlerin Annesi vaktinin büyük kısmını ibadetle geçirirdi. Resul-i Ek remle birlikte geceleri teheccüd namazına devam ederdi. Resul-i Ekremin vefatından sonra da bu namazları bırakmadığı rivayet edilir. Bir gece teheccüd nanamazı kılarken yeğeni Kasım gelip, namazdan sonra ne namazı kıldığını sorduğunda Resul-i Ekremin kıldığı teheccüd namazını kıldığını söylemişti.

Resulullah (a.s.m.) bir gün eve dönmüş, Hz. Aişe'nin başının şiddetle ağrıdığını görmüştü, Hz. Aişe ağrının şiddetinden "Vah başım, vay başım!" diyordu. Bunun üzerine Resulullah kendisine, "Ne ehemmiyeti var Aişe? Eğer benden önce vefat edersen seni kendi elimle teçhiz eder, tekfin eder, namazını kılarım" diye lâtife etti. Hz. Âişe "Yoksa ölmemi mi istiyorsun?” dedi.

Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.), "Ey Aişe! Senin başının ağrısı geçicidir. Asıl baş ağrısı benimkidir ki, ondan kurtuluşum yoktur" diyerek kendisinin vefat edeceğini haber verdi. Sonra da Hz. Âişe'nin evinde kalmak için diğer hanımlarından izin istedi. Başını onun göğsüne dayadığı halde ruhunu Rahman'a teslim etti. Ve onun odasına defnedildi.

Resulullahın vefatından sonra herkes Hz. Aişe'ye hükümet duyuyor, bilmedikleri hususlarda ona müracaatta bulunuyorlardı. Onunla iftihar eden Hz. Ebû Bekir ölüm, döşeğinde iken ona karşı hislerini şöyle dile getiriyordu:

"Ey kızım, benden sonra senden daha sevimli bir servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum."

Hz. Aişe aynı zamanda hadis ve fıkıhta talebeler de yetiştirmiştir. Bazı hanımlar ondan aldıkları ilimle temayüz etmişlerdir. Bunlar arasında Âişe bint-i Talha ile Amre bint-i Abdurrahman, Hafsa bint-i Sirin en meşhur olanlardır. Hatta Aişe bint-i Talha, çeşitli beldelerden Hz. Aişe'ye gelen çeşitli hediye ve mektuplara cevap verir, bir nevi Hz. Aişe'nin sekreterliğini yapardı. Ömer bin Abdülaziz bu kadın için "Hz. Aişe'nin hadislerini ondan daha iyi bilen yoktur" demiştir.

Hz. Aişe'den hadis rivayet eden Tâbiîn büyükleri de vardı. Bunlar arasında Said bin el-Müseyyeb, Alkame bin Kays, Mesruk bin el-Ecda en meşhurlarıdır. Mesruk, bir gün Hz. Aişe'nin huzuruna çıkmıştı. Ona "Rasulullahın ahlâkını bana anlatır mısın?" dedi. Hz. Aişe, "Sen Kur'ân okuyan bir Arap değil misin?" dedi, O "Evet" deyince, "İşte onun ahlâkı Kur'ân'ın tâ kendisidir" diye cevap verdi.

Hanım talebelerinden Amre de bir gün kendisine "Resulullah evde bulunduğu zaman nasıl idi?" diye sordu. Hz. Aişe buna şöyle cevap verdi: "O da sizin erkeklerinizden biri gibiydi, lakin insanların en yumuşağı ve en iyisi, çok gülümseyen ve tebessüm eden birisiydi,"

Hz. Aişe çok ıstıraplı ve sıkıntılı günler yaşamasına rağmen, hiç bir zaman geçim darlığından şikâyetçi olmamıştır. Hz. Peygamberin saadethanesinde maddi refah görmemekle beraber, o hep başkalarının refahını ister, kanaatkâr bir hayatı her şeye tercih ederdi.

Resulullahın vefatından sonra İslâm fetihleri gelişmiş, halk ganimetler sayesinde refaha emişti. Ancak Hz. Aişe Resul-i Ekrem zamanındaki hayatından kıl payı bile ayrılmamış, kanaatkârlığına devam etmişti.

Bir gün Ümran bin Zeyd huzuruna girmiş ve "Selamün aleyküm, ey anne" demişti. "Aleyküm-selâm" dedikten sonra da Hz. Aişe ağlamaya başlamıştı. Ümran "Ey anne, seni ağlatan ne?" diye sorunca, Hz. Aişe şöyle cevap vermişti: "Duydum ki, sizlerden bazıları her çeşit yemekten istediği kadar yiyebiliyor ve bu kendilerine hoş geliyormuş. Nebînizi hatırladım, onun için ağlıyorum. Çünkü o, bu fâni âlemden ayrılıncaya kadar midesini bir günde iki yemekle doyuramamıştı. Kâh hurmadan yer, ekmekten yiyemezdi, ekmeği bulduğunda da hurmadan yiyemezdi. İşte beni ağlatan budur."

Hz. Aişe günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Bir defasında kızgın bir Arefe gününde oruçlu idi. Şiddetli sıcak sebebiyle baygınlık geçirmişti. Bu halini gören kardeşi Abdurrahman, ona orucunu bozmasını söylemişti. Hz. Aişe kardeşine şöyle cevap vermişti:

"Resul-i Ekremden duydum: Arefe günü oruç tutanın bir senelik günahları bağışlanır." Hz. Aişe, 2210 hadis rivayet ederek en çok hadis rivayet eden yedi Sahabîden dördüncüsü oldu. Bu hadislerden birkaçının meâli şöyledir:

"Kadınların en hayırlısı ile evlenmeye bakın. Denginiz olan kadınlarla evlenin ve emsâlinizin kızlarını isteyin."

"Resulullah hiçbir hizmetçisini ve hiçbir hanımını dövmemiştir. Allah yumuşaklık ile muamele edilmesini sever."

"Kadın kaburga kemiği gibidir. Düzelteyim dersen kırarsın."

Hz. Aişe her haliyle Müslüman hanımlarının ideal mânâda örnek alacağı bir hayat geçirmiştir. O da her fâni gibi bu âleme veda etmiş, Resulullaha kavuşmuştur.

Muaviye devrinin son zamanlarıydı. Birçok karışık hadiseleri görüp geçiren ve ismi etrafında dalgalanmalar meydana gelen Hz. Aişe, artık hastalanmıştı. Hicretin 58. senesi Ramazan ayının 17. gecesi 66 yaşındayken vitir namazından sonra ruhunu Rahman'a teslim etti. Hastalığı sırasında kendisini ziyaret eden İbni Abbas, "Aişe ezelden beri mü'minlerin annesi idi, Hz. Peygamberin en sevgili zevcesidir. Teyemmüm hükmü onun sebebiyle nazil olmuştur. Kur'ân'ın onun şânına inen âyetleri mescidlerde okunuyor" sözleriyle onu medhedince, Hz. Aişe sözünü kesti ve "İbni Abbas! beni bu gibi medihlerden uzak tut" dedi.

Vefatı ümmet arasında derin bir üzüntü meydana getirdi. Cenazesine çok büyük bir kalabalık katıldı. Namazını o sırada Medine vali yardımcısı olan Ebû Hüreyre kıldırdı. Baki kabristanına defnedildi. Ashab, "Peygamberlik hareminin bir meş'alesi daha söndü" diyerek hüzünlerini dile getirdi.

Allah ona rahmet eylesin.