İşte, "Hz. Ömer kimdir? Ömer bin Hattab kimdir? Hz. Ömer’in hayatı..." sorularının cevapları...

Hz. Ömer (r.a.) Kureyş kabilesinin Benû Adiyy kolundan olup nesebi, büyük atası Ka’b ibn-i Lüey’de Peygamber Efendimiz’in temiz nesebleriyle birleşir. Hz. Ömer (r.a.) Fil Vak’ası’ndan on üç sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir. Bu durumda, Resûl-i Ekrem Efendimiz’den 10 küsür yaş küçük olmaktadır.

Peygamberlik güneşinin kâinatı aydınlatmasının üzerinden 6 yıl geçmişti. Şirk ile Tevhid arasındaki mücâdele, her geçen gün daha da artıyordu. iman safına geçenlerin sayısı arttıkça, müşriklerin baskı ve zulümleri de o nisbette artıyordu. Resulullah (a.s.m.) İslâmın kuvvetlenmesi ve Müslümanların zulüm ve işkenceden kurtulması için çâreler arıyordu. Bu maksatla, bir grup Müslümanın Habeşistan'a hicret etmesine izin veriyordu. Müşriklerin bir araya toplanıp Resulullahı ortadan kaldırma kararı aldıkları günlerdi. Müslümanlar, ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Henüz Müslüman olanların sayısı kırka ulaşmamıştı.

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN DUASI

Resulullah (a.s.m.), müşrikler arasında bulunan, güçlü kuvvetli ve halk arasında itibarlı iki Ömer'den birinin Müslüman olması için Allah'a duâda bulundu ve şöyle niyaz etti:
"Allah'ım! İslâmı Ebû Cehil bin Hişam veya Ömer bin Hattab'la kuvvetlendir!"
Ne garibtir ki, bu iki Ömer'den biri olan Ömer bin Hişam diğer namıyla Ebû Cehil, Resûlullah'ı öldürecek olana yüz deve vadederken, Ömer bin Hattab da, bu teklifi kabul edip Resulullahı öldürmek üzere yola çıkıyordu. O Ömer ki, cesaret ve şefaat ile, Kureyş arasında nam salmıştı. Dediğini yapar ve kendisine hiç kimse mâni olamazdı. Kılıcını kuşanıp Resulullahı öldürmek üzere yola çıktı.

MÜSLÜMAN OLUŞU

Bütün hiddet ve şiddetini üzerinde toplamış gidiyordu. Yolda yeni Müslüman olmuş Nuaym'a rastladı. Nuaym, "Nereye gidiyorsun böyle Ey Ömer!" dedi. Hz. Ömer celâlliydi. "Kureyş'in arasına yeni din icat edip ayrılık düşüren Muhammed'in vücudunu ortadan kaldırmaya" cevabını verdi. Nuaym, "Ey Ömer," dedi. "Kız kardeşin ve enişten de onun dinine girdi. Ondan haberin var mı? Sen önce onları o dinden döndür." Ömer, bir şaşkınlık ve tereddüt geçirdi. Sonra hışımla yolunu değiştirdi ve doğruca eniştesinin evine yöneldi. Ömer bin Hattab, kız kardeşinin evine gelince, kapıda durdu ve içerden yanık sesle eniştesinin Kur'an okuduğunu işitti. Hızla içeri daldı. Eniştesi ve kız kardeşi okudukları Kur'ân sayfasını hemen sakladılar. Ömer, "Getirin bakayım okuduğunuzu" dedi. "Yok bir şey" dediler. Ömer öfkeyle, "Demek duyduğum doğruymuş, siz de ona uymuşsunuz" dedi. Hemen arkasından eniştesinin yakasından tutup yere yapıştırdı. Kocasını kurtarmak isteyen kız kardeşi Fâtıma'ya indirdiği darbelerle kanlar içinde bıraktı. Kız kardeşi hem ağlıyor, hem de kelime-i şehadet getirerek Müslümanlığını ilân ediyordu. Bu acıklı manzara birden Ömer'in öfkesini dindirdi. Gazabının yerini bir acıma aldı. Yumuşak bir sesle, "Getirin bakalım okuduğunuzu" dedi. Fâtıma (r.a.) ondan önce temizlenmesini istedi. Sonra da Tâhâ Sûresinin başından okumaya başladılar.

Kur'ân okundukça, Ömer'in kalbinde dalgalanmalar oldu. Kur'an'ın belâgati kalbine ılık ılık akmaya başladı. Daha fazla dayanamadan, "Bu ne tatlı bir kelâm" dedi. Resûlullah'ın nerede olduğunu sorup öğrendi ve doğruca Dâr'ül Erkam'ın evinin yolunu tuttu. Resulullah o sırada Sahabilerle sohbet ediyordu. Hz. Hamza, Ömer'in gelişini gördü. Sahabîler endişeye kapıldı. Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) hiç telaş göstermeden, "Bırakın gelsin" buyurdu.

Hidâyet güneşinin cazibesine kapılan Ömer, kelime-i şehadet getirip Müslüman olduğunu ilân etti. Peygamber Efendimiz ve orada bulunan Sahabiler sevinçle tekbir almaya başladılar. Resulullahın bir gün önce iki Omer'den birinin Müslüman olması için yapmış olduğu dua kabul olmuştu. Hz. Ömer, kırkıncı Müslümandı. Artık o cesaret ve kahramanlığını İslâm dâvâsı uğrunda kullanacaktı. "Ne duruyoruz," dedi. "Gidip Kâbe'de açıkça ibadetimizi yapalım." Resulullah, sağında Hz. Ömer, solunda Hz, Hamza olduğu halde Kabe'ye yöneldi. Bu manzarayı gören müşrikler şaşırdılar. Bazıları Hz. Ömer'in onları teslim aldığını sandı. Fakat Ebû Cehil durumu farketti:
"Hayır," dedi. "Bu geliş başka geliş, Ömer'i de kaybettik" diye hayıflandı
Gerçekten de biraz sonra Hz. Ömer onların önünde durdu ve "Kimse yerinden kımıldamasın, yoksa boynunu vururum" diye haykırdı. Müşrikler donup kalmışlardı. Hiçbir şey diyemediler. Böylece, Müslümanlar ilk defa açıktan açığa Kâbe'de namaz kılmağa başladılar. O Zaman Resul-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ömer'e, hakla bâtılın arasını ayıran manâsındaki "Fâruk" ünvanını verdi.?

Hz. Ömer'in Müslüman olması sadece mü'minleri değil, gökteki melekleri bile sevindirmişti. Nitekim az sonra Cebrail (a.s.) Peygamber Efendimize (a.s.m.) gelerek, "Gök ehli Ömer'in Müslüman oluşunu birbirine müjdeliyorlar" dedi.

HİCRET DÖNEMİNDEKİ TAVRI

Müşrikler Müslümanlara Mekke'de hayat hakkı tanımıyor, her türlü işkenceyi reva görüyorlardı. İşkenceler dayanılmaz hal alınca, Sahabelere, hayatlarını korumaları ve dinlerini rahatça yaşayabilmeleri için Medine'ye hicret izni çıktı. Birer ikişer veya kafileler halinde, bilhassa geceleyin gizlice Medine'nin yolunu tuttular

Fakat Hz. Ömer böyle yapmadı. Cesaret ve îmânî şecaati burada da gösterdi. Resulullah, hicret etmesini isteyince hemen kılıcını kuşandı ve Kâbe'nin avlusuna gitti. Müşrikler orada toplanmış, Müslümanlara yapacakları işkenceleri planlıyorlardı. Hz. Ömer'i karşılarında görünce, birden şaşırdılar. Ömer (r.a.), onların şaşkın bakışları altında Kâbe'yi tavaf etti, iki rekât da namaz kıldı. Sonra da müşriklere dönüp, "İşte, gidiyorum," dedi. "Anasını ağlatmak, karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa çıksın." Bu îman ve şecaat karşısında müşriklerden hiç kimse kalkıp bir şey söyleyemedi. Hz. Ömer, gün ortasında sâkin ve emin adımlarla Medine'nin yolunu tuttu.

Hz. Ömer, Medine devrinde de İslâm'ı yaymaktan bir an bile geri durmadı. Yapılan bütün savaşlara katıldı ve büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu büyük insan, Müslüman olduktan sonra, zaman zaman Cahiliyede geçen hayatını hatırlardı. Kendisi anlatıyor:
"Hatırladığım iki şeyden birine ağlar, diğerine de gülerim. Ağladığım şey, kızımı diri diri toprağa gömdüğümdür. Güldüğüm de, helvadan putlar yapar, acıkınca da yerdik."

HALİFELİĞİ VE ADALETİ

Hz. Ebû Bekir'in vefatı üzerine, Müslümanlar Hz. Ömer'i halife seçtiler. Çünkü Hz. Ebû Bekir'den sonra o makama en lâyık olan oydu. Ömer (r.a.) halife seçildikten sonra, minbere çıkarak şu güzel konuşmayı yaptı:
"Cenab-ı Hak, beni işlerinize vekil tayin etti. Size faydalı olacağımı ümit ederim. Yüce Allah'tan da bana yardımcı olmasını, sizin haklarınızı korumak hususunda bana ilhamda bulunmasını niyaz ediyorum. Çünkü ben zayıf bir kulum. Bana ancak Allah'ın yardımı kuvvet verir. Halifelik vazifesini üzerime almış olmam, inşaallah ahlâkımdan hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.
"Büyüklük Cenab-ı Hakka mahsustur. Kulların büyüklenmeye hakları yoktur. Hiç biriniz, 'Ömer halife olunca değişti' demesin. Ben hakkı kendi nefsimden önce düşünürüm. Onu daima başa alırım. Yaptığım işleri de size açıklarım. İçinizden haksızlığa uğrayan ve kendisine zulmedilen olursa bana haber versin. Çünkü ben de sizin gibi bir insanım. Siz söylemezseniz ben bilemem."
Hz. Ömer, bunları söyledikten sonra, Allah'a şöyle duâ etti:
"Allah'ım, ben sert ve şiddetli biriyim. Bana yumuşaklık ihsan eyle. Ben güçsüzüm, bana kuvvet ver. Ey Rabbim! idaresini üzerime aldığım bu ümmeti doğru yola irşad için bana güç ve kuvvet ver."7

Artık bundan sonra Hz. Ömer'in gözlerine uyku girmez oldu. Müslümanların bütün yükünü üzerinde hissetmeye başladı. Gece gündüz demeden çalışıyor, ümmetin işlerini eksik bırakmamaya gayret ediyordu. Öyle ki, Fırat nehri kenarında bir koyun kaybolsa, onun hesabını dahi Allah'ın kendinden soracağına inanıyordu.

Hz. Ömer, yasakladığı bir şeyi evvelâ kendi nefsine ve âile efradına tatbik ederdi. Hattâ o kadar ki, hemen âile efradını çağırır ve onları şöyle ikaz ederdi:
"Ben şu şeyi yasakladım. İçinizden kimin bunu yaptiğını duyarsam, onu başkalarına vereceğim cezanın iki misli ile cezalandırılır."

Hazret-i Ömer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat, bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah babasına,
"Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sana vereyim de, kendine güzel bir elbise yaptır" demişti.
Hz. Ömer de oğlunun hediyesini kabul ederek, bir elbise yaptırmıştı. Bir kaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu halde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı. "Ey Mü'minler! Beni dinleyin ve bana uyun" der demez, arka saflarda oturan fakir bir zât ayağa kalktı, "Ey Mü'minlerin emiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum. Çünkü sen Allah ve Resulünün yolundan gitmiyorsun" dedi. Halife, bu büyük iddia karşısında sarsıldı:
"Neden?" diye sordu.
O zât sebebini şöyle izah etti:
"Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptırmışsın."
Hz. Ömer, hesabını veremeyeceği bir iddiayla karşılaşmayı bekliyordu. Bunu duyunca rahatlamıştı. Cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah'a (r.a.) işâret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi. Halk sevinçliydi. Gözler ikazda bulunan zâta yönelmişti. o zat ayağa kalktı ve "Şimdi konuş, ey Mü'minlerin Emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum" dedi.
Bunun üzerine ellerini Rabbine açan adalet kutbu Halife Ömer şöyle dua etti:
"Ey Rabbim, Sana sonsuz hamd ediyorum ki, beni yapacağım hatalardan dolayı ikaz edecek bir ümmete halife etmişsin."

Müslüman olsun, olmasın; Hz. Ömer'in yanında herkes rahatlıkla hakkını arayabilir, şikâyetini dile getirebilirdi. Hattâ gerektiğinde valileri bile kendisine şikâyet edebiliyorlardı. Hz. Ömer, şikâyetin kimin hakkında yapıldığına değil, haklı olup olmadığına bakardı. Bu hususta halka açık açık tenbihte bulunmuş ve şöyle demişti:
"Ben, vâlileri size zulmetmeleri, malınızı haksız yere yemeleri için tayin etmiyorum. Onları, size İslâmiyeti öğretmeleri, aranızda adaletle hükmetmeleri ve işlerinizi güzelce yapmaları için vazifelendiriyorum. Şayet onlardan bu hususlara aykırı hareket görürseniz, çekinmeden bana şikâyette bulunun ki, hemen cezasını vereyim." Bu sözler üzerine, Müslümanlar arasından biri ayağa kalktı ve bir vali hakkında şikâyette bulundu, "Bana haksız yere yüz sopa vurdu," dedi. Hz. Ömer

meseleyi araştırdı. Haksız olduğunu tesbit etti. Sonra vâliyi çağırıp şikayet eden zâta, "Haydi şimdi sen de ona vur" diye emretti. Mısır Valisi Amr bin As da oradaydı. Söz istedi. İzin verilince de, "Ey Mü'minlerin Emiri! Şâyet böyle bir şey yaparsanız, välilere bu çok ağır gelir. Sizden sonraki halifeler de bu âdeti devam ettirir" dedi. Hz. Ömer, bu gerekçeyi kabul etmedi, "Ben, Allah Resulünün bile kendi nefsi için aynı muameleyi yaptığını gördükten sonra, başkaları için bunu tatbikten nasıl yüz çevirebilirim?" Amr bin As (r.a.) tekrar söz aldı ve "Bize bıraksanız da biz onu râzı etsek olmaz mı?" deyince, Ömer, buna razı oldu. Şikâyet edilen vâli birkaç dinar vererek dayak yiyen kişiyi râzı etti. Hz. Ömer, hilâfeti zamanında sık sık Medine sokaklarında dolaşır, halkın durumunu kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini tespit çalışırdı. Bir gece dolaşırken, bir evden çocuk ağlamaları işitti. Eve yaklaştı, kapıyı çaldı. İçerden yaşlı bir kadın çıktı. Hz. Ömer, çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın, İki günden beri aç olduklarını, bundan dolayı ağladıklarını; onları avutup uyutmak için boş tencereyi karıştırıp durduğunu söyledi.

Hz. Ömer bu cevap üzerine irkildi. Kadıncağıza, "Biraz bekle, ben hemen geliyorum" dedi. Hemen koşup bir miktar un ve yağ sırtladı. Hizmetçisi de yanındaydı. Torbayı taşımak için ısrar ettiyse de, Hz. Ömer, "Kıyâmet Gülüm benim yükümü de taşıyacak mısın?" diyerek onun isteğini reddetti. Kadıncağızın evine vardığında, Hz. Ömer nefes nefeseydi. Hemen yemek yaptı, çocukların karnını doyurdu. Çocuklar sevinç içinde gülmeye, oynamaya başladılar. Bunu gören Hz. Ömer kalbi rahatlamış olarak oradan ayrılırken, kadıncağızın, "Allah senden razı olsun. Ömer'in makâmına asıl sen lâyıksın" dediğini işit. Kadın, gece karanlığında gelenin Halife olduğunu fark etmemiştim.

ŞEHADET İÇİN DUASI VE ŞEHADETİ

Hz. Ömer'in en büyük arzusu şehitlikti. Duâlarında, "Ey Allah'ım!" derdi. "Senin yolunda ve Resulünün beldesinde ölmeyi arzuluyorum." Bu arzusuna nail oldu. Hicretin 23. yılında, bir sabah namazı sırasında, Ebû Lü'lü adında bir köle tarafından şehit edildi.