Tanımın tanımlananın işareti ve simgesi olduğunu ve buna göre tanımın tanımlanana mana açısından denk gelmesi gerektiğin belirten Ebu Hamid el-Gazzali, buna tabi olarak ilmin de, imgesi olduğu şeye duyular bakımından mutabık olarak nefiste hasıl olan bir imgeden başka bir şey olmadığını söyler.

Tanım ile ilim ilişkisini bu minvalde yeniden düşündüğümüzde, daha önceden yapılmış tanımları daha yerli yerinde kullanmak suretiyle geçmişin bilgi mirasını yeni yönelimlere doğru açmakla kalmaz, geçmişle tahkim edilmiş şimdiki ifadeleri ve dolayısıyla anlayışları da geleceğe perçinlemiş oluruz.

Şeyh Muhyiddin’nin (Rahimehullah), (Ekrem Demirli çevirisiyle) Fütûhât-ı Mekkiyye’sinden yapa geldiğimiz seçmelerin bir yenisini daha okurlarımıza sunarken, Hazretin çoğunluğu tanım merkezli olan sözlerinin, aynı zamanda ilme mahsus yeni yönelimlere de bir mesnet oluşturduğunu hatırlatmayı gerekli görüyoruz.

Şeyh Muhyiddin İbnü’l-Arabî diyor ki:

“Keşif sahibi okkada bulunan mürekkep içinde katibin yazacağı bütün harfleri, kelimeleri ve ressamın çizeceği sureti görür.” (FM, 14/15)

“Kitap, ordunun dizilişi anlamındaki ketibetü’l-ceyş’ten türetilmiş bir kelimedir.” (FM, 14/14)

“Bilgi, cennette kendi menzilini talep eder.” (FM, 14/86)

“İnsan, idrak ettiği bir şeyi hayal gözüyle idrak etmiş olduğunu idrak edilenin mahiyetini öğrenmeden bilemez. Âlemde hayalin duyuyla karıştırılmasından daha büyük bir karışıklık ve belirsizlik yoktur. Çünkü insan bu ayrıştırmayı yapabilirse, zorunlu bilgilerde kuşku ortaya çıkar; başaramazsa bazı işleri ve şeyleri ait olmadıkları mertebelere indirir.” (FM, 14/163)

“Âlim bilgisiyle cehaletinde cahile eşlik edebilir (onu anlayabilir). Alim olmayan cahil ise âlime eşlik edemez ve ona bilgisizce yaklaşır.” (FM, 14/232)

“Düşüncelerdeki bozukluğun kaynağı, yaratılmış olanların kendilerini var eden Hakk üzerinde hüküm vermiş olmalarıdır.” (FM, 14/250)

“Anahtar senin istidadındır. Sen onun vasıtasıyla öğrenir ve bilgiyi kabul edersin. Bu yönüyle açılma, talim, yani öğrenmektir. (...) Talim açılmanın kendisidir.” (FM, 14/267)

“Bilgi, bilen ile bilinenler arasındaki bir nispettir (bağdır).” (FM, 14/353)

“Bir kelime terim itibariye konuşanın muradından farklı pek çok anlam içerdiği halde, dinleyenin konuşanın o kelimeyle kast ettiğini bilmesi anlamak denilen şeydir.” (FM, 15/47)

“Bilgiye ulaştıran bütün yöntemlerde kuşku bulunur.” (15/223)

“Nefisler bilinmezleri idrak etmek, hazineleri ortaya çıkarmak, remizleri çözmek, kapalılıkları açmak, içlerin gizlediklerini ve hikmetlerin sırlarını araştırmayı sevmek özelliğinde yaratılmıştır ve bu nedenle de kendiliğinden zahire yönelmezler.” (FM, 16/74)

“Herhangi bir konuda bilgi elde edebilmek, görmeyle değil, görülen hakkında verilen (zanna dayalı) hükümle gerçekleşebilir. Çünkü gördüğün şeyi yok etme gücüne sahip değilsin. Bütün güçlerin (konularına) ilişmeleri böyledir.” (FM, 16/79)

“Bilgi bir kemal niteliğidir ve ancak malumdan ortaya çıkar.” (FM, 16/304)

“Bilgi, bilinmek istenilenin zatını kendinde bulunduğu duruma göre idrak etmek anlamına gelir. (...) Bilen bilineni (âlim malumu) hayal ve tahayyül etme sahibi iken tasavvur eder; halbuki her âlim tasavvur olmadığı gibi, bilinen şey de tasavvur edilme özelliğine sahip değildir. Bununla birlikte hayalin bir gücü ve otoritesi olmalıdır.” (FM, 17/181)

“Bilenin elde ettiği kazanılmış bilgi, hem hâdis (zamanda var olan) hem kadimle ilgilidir ve her ikisini de şamildir.” (FM, 17/237)

“Duyuya bağlı herhangi bir bilgide karışıklık bulunmazken, fikrin ortaya çıkarttığı bilgilere itimat edilmez.” (FM, 17/246)

“Göz (hakikate ulaştıran) bir yol iken, bilgi tahakkuk anlamına gelir. Bilgi görmekten üstün olmasaydı (sahabe için) Huzeyme’nin şahitliği iki adamın şahitliğinin yerini almazdı. İnsan anlaşılsın diye konuştuğu gibi öğrenmek için bakar.” (FM, 17/256)

“Bilgi, bilinenin değişmesiyle değişirken, bilinen de bilgi sayesinde başkalaşır.” (FM, 17/279)

“İnsanı saptıran benzerliklerdir.” (FM, 17/279)

“Düşünmek bir sarhoşluktur. Fakat onun şarabı karışık, yaratılışı da vakitsizdir. Bu vakitsizlik ise mizaçtan ortaya çıkar. (...) Düşüncesinde zahit olan kişi, sarhoşluğunda ayık kalandır.” (FM, 17/382)

“Akıl yaratılmışın bir niteliğidir ve bunun için Hakk onunla nitelenmemiştir. Şeriat, dünya şehvetini sınırlamamış olsaydı, aklın dolaşabileceği bir alan kalmazdı.” (18/17)

“Ârif yazıya ilave yapmadığı gibi lafza da ekleme yapmaz. Ârif, bir ziyade olmaksızın söylendiği yerde durur ki, ibadet de bu demektir.” (FM, 18/92)