İkinci öykü Sibel Eraslan imzalı: İzmir Caddesi’nde Bir Ölüm Vak’ası.

Öykü, mekan bakımından geniş, şahıs kadrosu bakımından çok sınırlı. Avukat Hanım, Tamer, Oğuz, doktor ve ille de bir ankebut...

Ankebut, aynı zamanda öyküdeki olay(lar)-dan ve dolayısıyla hayattan bir mecaz: Yaptıklarımızı bozulması için yaparız!

Şahıs kadrosuna tabi bir planla kurgulanmış öykü. Bir aşk kırgınlığını, daha doğrusu Avukat Hanım’ın, hayatındaki eksiklikleri içinde sakladığı kalın bir zırhın parçalanmasıyla yaşadığı travmayı, Avukat Hanım, kardeşi Tamer, Oğuz ve doktoru kendi bakış açılarından anlatıyorlar. Avukat Hanım’ın zihinsel bölünmeler içinde arkadaş edinmesiyle kişilik kazanan Ankebut ise temsil ettiği hakikatleri açtığı oranda kapatıyor.

Bir cümle içinde aynı işlevle iki kez kullanılan doğru kelimesi; konuşma esnasında meczup kelimesine mecnunla mukabele edilmesi dışında, pürüzsüz bir dil kullanmış Eraslan; Ankara ve İstanbul esaslı mekanları birbirinden açan, sanatı kendiliğinden içine çeken, örgüde tekrara düşmeyen ve yağmurlu bir gecede sıkça şavkıyan şimşekler gibi, birinin diğerini tetiklediği sarsıcı imgelerden kurulu bir dil!

Söz konusu imgelerden alıntı yapmama gerek yok, zira öyküden edebi bir zevkin devşirebilmesi için onun bizzat okunması gerekir.

Mezardan Sesler adlı öykü Kamil Yeşil’in.

Öyküleyenle aynı adı taşıyan öykü kahramanının vefat anlarını, defnini, mezarının türbeleşme süreçlerini... ihtiva eden bir öykü!

Mustafa Kutlu’nun Sır öyküsünden tatlar taşımakla birlikte, ironi bakımından ondan daha yoğun. Şu farkla ki, Kutlu gibi ironiyi öyküye yedirmiyor Yeşil, öyküyü ironiye yediriyor.

Dil bakımından da hoş bir öykü Mezardan Sesler; Yeşil, kasılmayan bir dille tatlı tatlı anlatıyor ama bu aşırı bir yayılmayı da beraberinde getiriyor. Diğer bir söyleyişle, dile hükmeden anlatıcı zekaDAN, ifade enflasyonu doğuyor. Yeşil gibi ustalığıyla maruf bir anlatıcının, kipleri karıştırması, çoğul söyleyişleri tekil olarak bitirmesi hiç de hayra alametmiş gibi görünmüyor.

Muhit’in dördüncü öyküsü, Abdullah Harmancı’dan.

Nisan Rüzgarı adlı bu öykü için şimdilik diyebileceğim tek şey şudur: Harmancı, neye dokunsa öykü oluyor!

Fakat öykünün “Nisan rüzgarı, masanın üzerindeki demli çayın buharını iplik iplik karıştırarak gökyüzüne yükseltiyor” şeklindeki son cümlesine, hani benim gibi sanattan anlayanlar(!) takılmazlar pek ama, sanattan anlamayan birileri “bardak da bardak değil, haza buhar makinesi” diye cahilce bir tepki gösterirlerse, haksız sayılmayabilirler.

Son öykü Güray Süngü imzalı: Dip.

Dili cihetinden Süngü’nün öyküsü Harmancı’nınkine göre daha çok ibnü’l-vakt!

İnternete düşmek, outdoor insanlar, bigbang, yutup da yayınlamak, periskop, ışık kaynağı, tepe kamerası... Dip’te anlatılan bir ahir zaman saçmalığına mahsus güncel kelimeler.

Söz konusu saçmalığın, eşzamanlı ve güya bir yenilik olarak keşfe tabi kılınması, çoğunluğun ve haliyle medyanın büyük ilgisini hak etmesi başlı başına bir ironi. Ancak Yeşil’in öyküsünden çok farklı olarak öyküyü yiyen değil, öyküye yedirilen bir ironidir Süngü’nünki. Üstelik anlam kazandırılan durumun anlamsızlığı bir tez, bir öngörü değil bilakis bir vakıadır ve Süngü, bu zamanın bir vakıasını kendi doğallığı içinde, ona mahsus kelimelerle pekiştirerek anlatmaktadır.

Bu manada Süngü, okurunu Muhit’te olmayan bir sayfaya yönlendirerek öyküsünü bitirmekle, anlam yüklenen bir saçmalığı sona erdirmenin imkânsızlığına dair meçhul bir yeni bir sayfayı eklediğini de hissettiriyor. Onda nelerin olabileceğini bilmekse, sanırım Netflix bağımlılarına düşüyor.

Beş öykü Muhit’in her kuşaktan öykücüyü bünyesinde toplama niyetinin bir sonucu olarak önemli görünüyor. Zira iyi bir edebiyat dergisi öyküdeki dil, öz ve biçim esaslarını birlikte gözetmek esasında ancak genç öykücülere doğru bir dil ufkunu ve kurguda yeni imkanları kazandırabilir.

Son değerlendirmeyi ise şu şekilde yapabiliriz:

Tosun’un seküler dil özentisinin ve sanattan anladığını beyan etme çırpınışlarının dışavurumu gibi görünen öyküsünün, kendisine ve yerli öykücülüğe bir katkısının olmayacağı, ’50 kuşağı öykücülerinden zikredilen bu iki durumu saplantı haline getirenlerin, şimdi esamesinin okunmayışından bellidir.

İroni yapma hazzını dizginlediğinde Yeşil’inki de dahil EraslanHarmancı ve Süngü’nün öyküleri, Muhit’te yer aldıkları sürece, hem onun hem de genç öykücülerin ufukları hep açık olacakmış gibi duruyor.

Görünen odur ki, Muhit öykü cihetinden, çok az bir arızayla yapmış bulunuyor ilk binasını.