Kalbimizin kuyularında büyüyen karanfil kokulu bir umudun peşindeyiz. Yürüdüğümüz yollar çetin. Fakat o yolun kenarında güz terennümüne dönüşen renklerle karşılıyor bizi kâinat. Her ân bir sebep ortaya koyuyor teşekkür etmek için. Her zaman insana ilk yaratıldığı mahcubiyet ve masumiyette kalmasını hatırlatıyor. Ne acı ki aynalarda gördüğü sûreti tanıyamayan, dünyayı ruhuna katmış yalnızlar coğrafyası olmuş yeryüzü. Yanılmışız, yorulmuşuz, adanmadığımız için aldanmışız..

Yaralarımız var; ortak acıların sebep olduğu. İnsan başlı başına bir endişe olup o yaraları sarmaya çalışırken tükeniyor aslında değil mi? Evladını kaybeden anne, hasta babasına bakan evlat, evlilikle sınanan eş, yokluğun uçurumunda yorgun düşen baba.. Bütün bunlar yaşamak eyleminin öznesi. Hayat dertli bir türkü olup yaşananların arkasından yükselerek hatırlatıyor kendini. Ve sevdiklerimiz geliyor aklımıza, sevenlerimiz. Kalbin erbâni olan o sesi duymak istiyoruz hep. O ses hiç eksilmesin başımızdan istiyoruz. Bir Hira sessizliği yaşanıyor gönlümüzde. Yanı başında beklediği çocuğunun nefes aldığını görüp içi rahatlayan anneler gibi.. Ya da gecelerin ne kadar uzun olduğunu uykusuz kalınca anlayan, sabahı hep umutla bekleyen çağın yalnızlık âbideleri gibi..

Dünyada misafir olduğunu unutan, ruhunu demir parmaklıklar ardına hapseden insanın sınandığı temel eylemlerdendir bedel ödemek. İyiliğe karşı iyilik yapmak kolaydır fakat mühim olan kötülüğe karşı da iyilik yapabilme iradesi gösterebilmektir. Zira kâmil insan olabilmenin yolu karşılıksız iyilikler sokağından geçiyor..

Geleceğe dair umudunu kaybetmiş, her şeyin olumsuz yanını, eksiklerini gören, insana ayet gözüyle bakmak yerine Allah’ın emeğini görmezden gelerek onu sıradanlaştıran bakış fıtrata da aykırıdır. Işık yakmaktır insana yakışan, karanlığa sövmek değil. İhyâ ve inşâ etmek yerine imhâ etmeyi tercih edenler, negatif duygularıyla hem kendilerine hem de çevresine karşı yabancılaşırken, mutluluk onlardan giderek uzaklaşır. Ve derin bir yalnızlık gelir yanı başlarına..

Uzak doğu ülkelerinden bir hikaye anlatılır. Şehrin her yanına görkemli resimler yapan bir ressam, kendinden sonra bu geleneği devam ettirecek birini yetiştirmek ister. Ondan ders almak bir ayrıcalıktır ve adaylardan biri kabul görür. Birlikte çalışırlar ve öğrencisine sadece teknik bilgileri veren değil, renklerin fıtratını, resmin arka planındaki mesajı da öğreten biridir ressam. İcazet vermek için öğrencisinden bir resim yapıp şehrin görünen yerine asmasını ve altına da şu cümleyi yazmasını ister: “Bu resimde hatalı gördüğünüz alanlara nokta koyun.” Aradan bir hafta geçer resmin her yanı noktalarla doludur. Hocası bu kez de “Bu resimde hatalı gördüğünüz alanları düzeltin” uyarısıyla asmasını ister. Ve hiç kimse aynı resimde gördüğü kusurları düzeltmek istemez..

Bugün toplumsal sorunlar karşısında klavye başında ahkam kesenler, her konuda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar, hayatlarında bir yetimin elinden tutmayıp iyilik için koşanları beğenmeyenler, şahsiyet inşa etmeden linç kültürüyle fikirlerden çok şahısları konuşanlar bilmeliler ki kendi doğrusunu mutlaklaştırmanın adı zulümdür. Görüyoruz ki giderek hayatla bağını koparan ve patolojik bir hal alan dindarlığımız da teselli olmuyor yaşananlara. Zira ahlâk eksenli ve insanlığı Müslümanlığın önüne koyan bir yaşam tarzı ancak çıkış kapısı olabilir. Şartların çok iyi olduğu zamanlarda herkes olması gerekeni yapabilir. Ama mühim olan şartlar değişse de değişmemektir. "Ol" emriyle her şeyin oluş sürecine girdiği, yeryüzündeki bütün koşulları ve sebepleri ortaya koyan Allah, merhameti zâtına ilke edinmişken insan nasıl ilkesiz olabilir? (6/54) Surda bir gedik açmanın zor olduğu zamanlarda kazanılan değerler, surların ortadan kalktığı zamanlarda neden bir bir tüketiliyor? Konuşmasıyla, davranışlarıyla hep sınırlar gözeten, holiganlığın, hamasetin ve fanatizmin arttığı zamanlarda, zerâfeti, dengeli tavrı ve hikmetli bakışı savunanlar, sayıları az da olsa iyi ki varlar..

Oğlunun katilini affeden anne babalar biliyoruz dünyanın farklı ülkelerinden. “Bizim yolumuz merhamettir” diyorlar. Ümitsizliğin, korkunun, nefretin olmadığı o kapıya sığınıp, rahmeti her şeyi kuşatan Rabbi Rahîm’den bekliyorlar sahih eylemlerin karşılığını. Mekke’si olmayan bir imanın Medine’si inşa edilmiyor. El ki uzanabildiğine uzanmama iradesi gösterdiğinde, göz her şeyi görmek yerine bakışlarını tamir ettiğinde râm oluyor fıtratına. İnsan da bedel ödediği, en değerlisini feda ettiği ve adandığı kadar insandır. Son söz, çağın tüm dayatmalarına rağmen ilkelerinden taviz vermeyen, İngiliz yazar Gilbert Keith Chesterton’a ait. Hiç eksilmesin umut ışığımız..

“Aşk, sevilmeyecek gibi olanı sevmek

Affetmek, bağışlanamayacak gibi olanı bağışlamak

İman, imkansız gibi görünene inanabilmek

Umut, ümitsizliğe düştüğün an içine doğan ışıktır..”