Bugün, bulunduğumuz coğrafyada mübarek  Ramazan’ın ilk günü, hesaba göre..  ‘Mübarek olsun’ der geçeriz de, onun zâten mübarek olduğunu pek düşünmeyiz.  Halbuki,  ‘O mübarek olanın bereketine ulaşasın..’ mânâsında,  ‘Tebrik ederim’ demek gerekmez mi? 

***

Ramazan gelince maddî ve manevî arınmadan daha bir çokça söz ederiz, ama, ‘Yahu, Ramazan geldi, yine kilo aldım, yine kolestrolüm, kan şekerim yükseldi..’ lafları da daha bir işitilir olmamalı.. Ama, genelde oluyor maalesef.. Demek ki, arınma dikkatimizin en yüksek olması gereken bir zaman diliminde, en çok da, en istenmemesi gereken noktaya sürükleniyoruz ve bu da manevî arınma arzumuza aykırı bir tablo oluşturuyor. Hz. Peygamber (S)’den gelen bir hadis ‘rivayet’inde, ‘İnsanoğlu’nun doldurduğu en kötü kab, midesidir!.’  ihtar ve ikazı vardır. ‘Yaşamak için yemek’ yerine, ‘yemek için yaşamak’  gibi bir anlayış sergileyenlere ne müthiş bir ihtar.. 

***

O halde,  lüks mekânlara ve zengin sofralarına değil,  mütevazî sofralara gitmek ve dostlar arası, ‘Al gülüm- ver gülüm’ havasını yansıtan anlayış yerine, ekonomik açıdan en dipte, en imkânsız olanları çağırmak ve onların arasında olmak şiarımız olmalıdır. Nitekim, ‘Bütün dikkati midesine girenden ibaret olan kişinin değeri de onun sonucu kadardır’ denilmiştir. 

***

İnsanoğlunun belki de en eşit olduğu nokta, -çocukluk ve hastalık durumları dışında-, midevî konudadır. Zenginin midesi ile, fakirin midesinin arzuları arasında bir fark yoktur; şeytanın iğvâ ve  nefsin ilcâlarından kurtulamayan insanoğlu,  ‘Sen yeme, ben yiyem’ mücadelesinin tuzağına düşmüş ve bu eşitliği kabullenmek istememiştir. Bu, bütün insanlık tarihini dolduran temel bir çarpık anlayıştır. 

***

Kaldı ki, ‘Rezzâq-ı âlem’ olan Allah’u tealâ, insan dışındaki diğer yaratıkları bile, paylaşma duygusuyla donatmıştır. Bir anne kuş, kursağında yavrularına getirdiği yiyeceği onların kursaklarına paylaştırırken  nasıl âdilâne şekilde taksim ediyor ve -başka zaman, bulduğu gıdayı diğerlerine kaptırmamak için kavgaya girdiği bilinirken- kendi payını alan yavrunun, öteki yavruların hakkını gözetip gagalarını tekrar açmaması, insan olanı düşündüren sahneler değil midir? 

***

Hani meşhurdur,  ârif bir zat, bir gün oruca,  ‘İftarımı bir fakirle yapacağım..’  diye niyetlenir. Ama, o gün kimse gelmez. İkinci gün de öyle.. Üçüncü gün ise, bir fakir kişi yolda geçtiğini görünce onu sofrasına dâvet eder. 

Evsahibi,  ‘Haydi, Bismillah diye başlayalım’ deyince adam,  ‘Ben, ateistim, tanrı inancım yoktur’ der. Evsahibi,  hayal kırıklığı içinde,  ‘Bre adam, ben senin gibi birisini iki gündür bekledim.. Sen de inançsız çıktın, kalk soframdan..’ diye kovar onu.. 

Ama, o ârif kişi, Allah’tan kalbine,  ‘Ey kulum ben onun bana inanmadığını bildiğim halde, onu 50 yıldır rızksız bırakmıyorum, ne kadar acelecisin böyle..’  diye bir ilahî ikaz geldiğini hisseder ve tevbe eder. 

Denilmiştir ki,  ‘Ârifler çöldeydi, ama, çöl âriflerde değildi..’

Ârif olmanın gereği de budur. Çölde olacaksın, ama, çöl senin içinde olamayacak.. 

***

Yardıma muhtaç olanların yanından, ‘Allah versin..’ diye uzaklaşmak yerine, ‘Allah’ım, yardıma muhtaç insanlara yardımın benim elimden ulaşması için beni idrak ve imkân sahibi eyle..’ diye dua etmek tavsiye olunmuştur. 

Sen iyi zannettiklerinden başkasını kabul etmezsen, ey iyi ruhlu insan, kötü zannettiklerin, hallerini kime arzetsinler? 

***

Ramazan, sadece yemek - içmek konusundan ele alınmamalıdır. Çünkü, bu ay, cismanî ve ruhî her türlü olumsuzluklarımızdan temizlenme fırsatı olarak ele alınır; bütün dünyadaki Müslüman  toplumlarda kitleler, en yoğunluklu şekilde bir nefs muhasebe ve tezkiyesinden geçmek idrak ve dikkatine yönelme yaşanır. 

İslam Milleti’nin bu büyük yenilenme ve daha bir şuûrlanma mevsiminin manevî havasından mahrum kalmamamız  temennisiyle,  Müslüman okuyucuların Ramazan’ını tebrik ediyorum.