Son dönemlerde sık sık intihar vakıalarının arttığını öğreniyoruz. Şüphesiz bu durum, genel ekonomik sıkıntılara bağlı işsizlik ve pandemiye bağlı yoksulluk ve çaresizlik ile ilgilidir.  İslâm’a göre ise ister çalışsın, isterse çalışmasın hangi sebepten dolayı olursa olsun yoksulluk, bireysel ve toplumsal boyutlarıyla hem sosyo-ekonomik, hem de manevî bir risktir. Kalıcı yoksulluk, insanı sefalete ve açlığa sevk edebileceği gibi Allah’a karşı kulluk görevini de unutturabilir. Kalıcı yoksulluğun, kişiyi küfre (manevî sapkınlığa) götürebileceğini ve buna bağlı olarak fitnelere (toplumsal çalkantılara) sebebiyet verebileceğini bizzat Hz. Peygamber (sav) dillendirmiştir.

Nitekim bir seferinde Hz. Peygamber (sav), “Allah’ım, fakirlikten ve küfürden Sana sığınırım.” diye dua edince, bir sahabi; “Ya Resulullah! İkisini birbirine denk mi kabul ediyorsun?” mealinde bir soru yöneltir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “Evet” cevabını verir (Sünen-i Ebu Davud; Edeb; B: 101).

Yoksulluk, sadece maddî sıkıntı ve geçimsizlik demek değildir eğer geleceğe güvenle bakabilme duygusunu köreltiyorsa aynı zamanda ümitsizlik de demektir. Ümitsizlik ve çaresizlik ise insanı her türlü kötülüğe itebilir. Onun için insanlara, bu raddeye gelmeden önce mutlaka hayata bağlayan sosyal ve manevî desteklerde bulunulması elzemdir.

Hükümetler, bütçe açıklarını kapatmak için, genelde piyasaya (faizli bankalara) borçlanarak, ekonomiyi ayakta tutma çabasındadır. Bu kısır döngü içinde kazançlı olan hep faiz lobisi olurken, yoksul kesim ihmal edilmektedir. Hükümete “niçin işsiz/yoksul kesimlerin ve alt gelir gruplarının sosyal refah seviyesini artırmıyorsunuz?” sorusunu yönelttiğinizde ise genelde “bütçe müsaade etmiyor” cevabı alırsınız. Peki, yoksullar için hükümet, bir sosyal vergi niteliği taşıyan zekât gibi helal yollardan neden yeni kaynaklar temin etmez? Madem zekât modelini uygulayamıyorsun o haldebir acil tedbir olarak yoksullar için niçin borçlanmıyorsun?

Medine İslâm Devletinin Başkanı da olan Peygamberimiz (sav), yoksulluğun açacağı psiko-sosyal ve toplumsal tehlikelerini bildiği için, yoksulların ihtiyaçlarını değişik yöntemlerle ivedilikle ya beytü’l mal (zekât fonu) kaynaklarından veya acil durumlarda piyasaya borçlanarak gidermiştir.

Yoksulluğun Yol Açacağı Risklerle Mücadelede Piyasaya Borçlanmak Sosyal İslâm’a Uygun Bir Yöntemdir

Sosyal İslâm, İslâm’ın sosyal politikalara dair dünya görüşüdür. Asr-ı saadette yaşamış olan yoksullar, maddî sıkıntılarını gizlemeden ve hiç çekinmeden taleplerini doğrucu Hz. Peygambere (sav) iletebilmiştir. Peygamberimiz (sav) beytü’l malda yeterince kaynak olmadığı dönemlerde ya kendi imkânlarıyla, ya da zengin sahabilerin desteği ile yoksullara infakta bulunmuştur. Bu doğrultuda imamet (devlet başkanlığı) görevini de üstlenmiş olan Hz. Peygamberin (sav) Medine dönemine ait kamusal sosyal yardım uygulamalarıyla ilgili bir örneğe yer vermek istiyorum:

Medine döneminin ilk yıllarında yoksul Müslümanların sayısı hayli fazla idi, buna mukabil zekât gelirleri, yoksulların ihtiyaçlarını bütünüyle karşılayacak seviyeye henüz ulaşmamıştı. Bunun için Hz. Peygamber (sav), tayin ettiği amiller aracılığıyla Medine’ye getirilen zekâtları, geciktirmeksizin hemen ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Yine bir gün yeni ulaşan zekât gelirlerini acil ihtiyaç içinde olan yoksullara dağıtmak maksadıyla, münadiler aracılığıyla Medine halkına bir duyuruda bulunurdu. Bu duyuru üzerine yoksullar mescitte toplandı. Hz. Peygamber (sav), mevcut kaynağın bütününü yoksullara âdil bir şekilde dağıttı.

Dağıtım işi bittikten hemen sonra koşar adımlarla uzaktan bir bedevi geldi ve Hz. Peygambere (sav) şöyle dedi: “Yardım dağıttığınızı duydum, onun için koştum, ama yine de yetişemedim. Zaten ben hep böyle şanssızın biriyim.” Hz. Peygamber (sav), bedeviye sordu: “İhtiyacın çok mu fazlaydı?”Bedevi, ihtiyaçlarını tek tek saymaya başladı ama zekât fonunda tek dirhem bile kalmamıştı. Buna rağmen Hz. Peygamber (sav), yoksul bedeviyi teselli etmek yerine ona şöyle bir yol gösterdi:

“Üzülme, ihtiyaçlarını yine karşılayabileceksin, hem de hiçbirini eksik bırakmadan! Şimdi buradan dükkânların bulunduğu yere doğru git, ihtiyaçlarını nerelerde bulursan al, satıcılara da de ki: ‘Mal benim, borç (devlet başkanı olan) Resulullah’ındır!’ Ödemeyi Resulullah yapacaktır.”

Yoksul bedevi, sevinçle çarşının yolunu tuttu ve ihtiyaçlarını böylece karşıladı. Olayın şahidi olan Hz. Ömer, Hz. Peygamberin (sav) bu fedakârlığını fazla bulmuş olacak ki kendini alamayarak, şöyle bir görüş ortaya koydu:

“Ya Resulullah! Sen,(devlet) gücünün yettiğiyle mükellefsin. Elinde olanı tümüyle verdin, geriye bir şey kalmadı, neden yardım edemediğin yoksulun borçlarını (devlet olarak) yükleniyorsun? Bu kadarı da fazla değil mi?”

Bu sözlerden Hz. Peygamber (sav), hiç memnun olmamış olacak ki yüzünde görülen tebessüm birden kayboldu. Bunun üzerine orada bulunan başka bir sahabi söze karıştı ve şöyle dedi:

“Ya Resulullah, sen Ömer'e bakma! Ver, ver, arşın sahibi Allah sana (devlete) yine verir, Seni (devletini) boş bırakmaz!”

Bu sırada “ver ver”sözünden Hz. Peygamber (sav) o kadar memnun oldu ki, tebessümü tekrar yüzünde belirdi (Kandehlevi; II: 252).

Velhasıl-ı Kelâm

Yukarıdaki olay, yoksulluğu ortadan kaldırmak isteyen sosyal politika uygulayıcıları için önemli bir inceleme alanıdır. Bilindiği üzere zekâtın, başta yoksullar olmak üzere devlet eliyle hak sahiplerine dağıtmak farzdır, yani vahye dayanan ilahî bir emirdir. Hz. Peygamber (sav) de, Medine İslâm devletinin başkanı olarak zekât kasasında biriken paraları, fazla bekletmeden ihtiyaç sahiplerine hemen dağıtmıştır. Ne var ki yukarıdaki olay, devlet hazinesinde yoksulluğun ortadan kaldırılması için ayrılan kaynakların bazen yetersiz kalabileceğini de göstermektedir.

Böyle durumlarda sosyal devlet, yoksullukla mücadelede hangi yöntemlere müracaat edebilir sorusu ister istemez gündeme gelmektedir. Hz. Peygamber (sav), vahyin dışında kalan bazı sosyal sorunların çözümünde kendi özel tasarruf yetkisini kullanmış ve böylece, ümmetinin kendisinden sonra dönemlerde nasıl hareket edebileceğini öğretmiştir. Vahyin devam etmediği bu çağlarda Müslüman yöneticiler, Hz. Peygamberin (sav) imamet ile ilgili çoğu zaman istişare veya tecrübeye dayanan bazı kararlarından esinlenerek, kamusal sosyal yardım uygulamalarını zenginleştirebilir.

Nitekim Hz. Peygamberin (sav) sosyal koruma kapsamı dışında kalan bir yoksulun ihtiyacına cevap verebilmek adına devleti piyasaya borçlandırarak, alternatif kamusal sosyal yardımda bulunması, vahye dayanan bir tasarruf olmadığı açıktır. Yoksa imamet ile ilgili bu yönetim anlayışına Hz. Ömer itiraz etmezdi. Hz. Ömer, kamusal sosyal yardım amaçlı bile olsa devletin borçlanmasını uygun görmemiş ve bu görüşünü açıkça devlet reisi olan Hz. Peygambere (sav) söyleme cesareti gösterebilmiştir.

Ancak başka bir sahabi de tam aksine Hz. Peygamberin (sav) bu eylemini tasvip etmiş ve bu tür yardımların devam etmesi noktasında Hz. Peygambere (sav) destekte bulunmuştur. İlginçtir, Hz. Peygamber (sav), Hz. Ömer’in değil de diğer sahabinin yaklaşımını beğendiğini tebessüm ederek açıkça belirtmiştir.

Demek oluyor ki, devlet kaynakları bazen yetersiz bile olsa, sosyal yardım maksatlı harcamalar, kesintiye uğramadan alternatif yöntemlerle devam etmelidir. Hz. Peygamberin (sav), hem vahiy, hem de imamet tasarrufu ile yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik belirlediği yöntemler, bugünün sosyal politika uygulayıcılarına örnek teşkil edecek niteliktedir.