Tashih değil, kafa karışıklığına sebep olmamak maksadıyla, önceki yazımızda yeralan “Kubbetü’s-Sahra, bina olarak kendisinden önceki kimi dini yapıları tekrarlamakla birlikte, mekana özel düzenlemesiyle İslam ibadetgâhı olarak biriciktir” şeklindeki cümlemizde, ibadetgâh’dan birinci derecede mescidi kastetmediğimizi, mezkur yapının Hz. Ömer devrinde Kudüs’deki ilk derme-çatma mescidin burada yapılması nedeni ile, onun yerini Kubbetü’s-Sahra’ya bırakmasından, Kıble Mescidi’nin (720) ibadete açılmasına kadar yine mescit olarak kullanılmasından hareketle bu terimi kullandığımızı hatırlatmamız gerekir.

Yine o yazıda fizikî ve tezyînî özelliklerini belirttiğimiz Kubbetü’s-Sahra, sanatsal bir yapı inşa etme iddiasından önce, asıl –adının tam söylenişiyle– Mirac-ı Müşerefe Kayası’nın İslam eliyle zarflanması üzerinden Yahudilere ve Hıristiyanlara yönelik hamiliğinin de somut bir delili olmuştur. Öte yandan, üç dince de “Dünyanın Kilit Taşı” olarak değerli bulunan Müşerrefe Kayası, zaten Müslümanların ilk kıblesinin işareti olması bakımından, zihnî olarak evvelden temellük edilmiş ve bu temellükü de onun Hz. Peygamber’in mirâcına konu oluşuyla tahkim edilmiştir.

Şarkiyatçıların formu, tezyinatı ve diğer mescitlere örneklik eden müştemilatıyla, neden başka bir şehre değil de Kudüs’e yapıldığına dair sordukları ısrarlı sorunun cevabı da tam buradadır: Rekabet onu hak eden yerde yapılır. İslam’ın doğduğu ve kurumlaştığı şehirler olarak Mekke ve Medine başka bir dinle rekabete kapalı olduğuna göre, onun Kudüs üzerinden yapılmasından daha doğal bir şey olamazdı.

Bu durum, bizi ilk devirde İslam sanatının ufkunu tesbite mecbur eder. Zira, İslam’ın diğer dinlerle rekabet iddiası, öncelikle bir belirleyiciye ve uygulayıcıya muhtaçtır.

Konu edindiğimiz esere göre, bu ihtiyacı karşılayanın Emevî İslam devleti olduğundan kuşku duyulamaz. Dolayısıyla sanatın ufku, ferdi eğilimlerden önce, hatta ona da istikamet kazandıracak şekilde, ancak güçlü bir devlet, sağlam bir iktidar tarafından tayin edilebilir.

Zira yeni bir sanat ancak nebevî bir zihniyet, şehirleşme, adalet, ekonomi, ordu, ilim, felsefe, bilim ve teknolojiyle birlikte varlık kazanabilir ki, bunlar da ancak tüm cepheleriyle ve kurumlarıyla muktedir bir devletin sağlayabileceği şeylerdir. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi İslam’ın yeni devletinin, bu bahiste sanatı ihmal etmesi, yönetiminin dışına itmesi düşünülemeyecek bir şeydir.

Ki bu husus bugün de geçerliğini aynıyla korumaktadır. Dolayısıyla şimdilerde sıkça sorulan “Bizim sanatımız neden yok?” ya da “Bizim bugüne mahsus bir sanat nazariyatımız neden yok?” sorularından önce “kendi günümüzde sanatımıza ufuk çizecek bir devletimiz neden yok?” sorusunun sorulması yapısal bir önem taşımaktadır.

Kubbetü’s-Sahra’yı biricik ve İslam sanatının manifestosu olarak niteleyişimiz de bu hususa tabi. Çünkü Kubettü’s-Sahra, bir mescit mahalli olmakla birlikte, Kabe esaslı formu ve İslami ibadete uygun –mihrap, minber, kürsü, müezzin mahfili, musalla, minare vb– müştemilatıyla ancak yaklaşık yüz yılı sonra –günümüzde modellerine yaklaşacak şekilde– oluşan mescitlerden /camilerden ayrı tutulmuştur.

Nitekim, buna bağlı olarak ilk camilerle, Emevî sonrası camilere mahsus araştırmalarda Kubbetü’s-Sahra cami olarak zikredilmemiş ancak sanat tarihlerinde kendisine yer bulmuştur. H. H. Kemali Söylemezoğlu’nun İslam Dini İlk Camiler ve Osmanlı Camileri adlı çalışmasını (İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Yayını, Pulhan Matbaası 1955) hazır elimizin altında olması bakımından buna örnek verebiliriz.

Kelamullah’ın mushaf olarak çoğaltılması mecburiyetiyle müesseseleşen hattın, mimariye –Robert Hillenbrand’ın kullandığı terimle– ilk epigrafik program olarak uygulanması, geometrik ve bitkisel motiflerin ilk İslami örneklerinin icadına muhatap bulunması esasında Sahra, sadelikleriyle maruf ilk inşa tarzlarını zamanla taş, mermer, ahşap ve metal malzemeli sağlam yapılara devreden camilerin tezyinatına ilgili prototipleri –geliştirilmeye– hazır bir şekilde sunan bir mekan olmakla, hem kendi biricikliğini korumuş, hem dünyevî (yeyüzüsel) ile uhrevinin berzahı haline gelmiştir.

Elbet, Kubbetü’s-Sahra’nın kendinde

açık ettiği tezyîni formların, motiflerin bugünkü örneklerine göre bir yetkinliğe ulaşmaları için birkaç asrın geçmesi gerekecektir. Diğer söyleyişle, geometrinin önce zihniyet ve işlevsellik planında İslamileşmesi ve ona mahsus bir uygulama alanının teşkili beklenilecektir.