Yaşam bulduğumuz bu dünyada farklı uğraşlar içerisinde geçimliliğimizi temin etmeye çalışmaktayız. Bu farklı uğraşlardan biri de ticarettir. Ticaret, insan için çok kârlı bir kazanç kapısıdır. Dürüst yapıldığı zaman, aldatmaya yönelik işlere tenezzül edilmez ise böyle bir ticaretle uğraşan tüccarlar için dünya kazancı olduğu gibi ahirette Peygamberlerle, sıdıklarla, şehitlerle beraber olma müjdesi vardır.

Bununla beraber dürüst yapılmayan ticaret için manen tehlikesi büyük olan kul hakkı vardır. Kul hakkı ise sadece kul tarafından affedilmektedir. Bu sebeple ticaretle uğraşan kardeşlerimizin Yüce dinimizin koymuş olduğu ticaret ahlakıyla ilgili prensipleri bilmesinde ve hayatına aktarmasında fayda vardır.

Şöyle bir örnek vererek konumuzu daha iyi anlayalım. Nasıl ki, bir ibadet yapmak için o ibadetin farzlarının, sünnetlerinin neler olduğunu bilmemiz gerekirse, ticaretle meşgul olacaksak ticaretin genel kurallarını bilmemizin yanı sıra dinimizin de ticaretle ilgili ortaya koymuş olduğu ilkeleri de bilmemiz gerekmektedir.

Ticaret tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu biliriz. Zira ilk insan ve ilk peygamber Âdem (a.s.)’ın, o günün şartlarına göre, dokumacılık, fırıncılık, aşçılık ve çiftçilik yaptığı rivayet edilir.

İbrahim (a.s)’in, kumaş ticareti, Nuh (a.s.) ile Zekeriya (a.s), marangozluk, Eyüp (a.s), çiftçilik mesleğinin öncüleri olmuşlardır.

Ayrıca Davut (a.s) zırh yapmış ve yaptıkları zırhı satarak hem geçimini sağlamış, hem de sadaka vermiştir.

Resulullah (S.A.V) hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

“Hiçbir kimse elinin emeğini yemesinden daha hayırlı yiyecek asla yememiştir. Kuşkusuz Allah’ın Peygamberi Davud (a.s)’da elinin emeğini verdi.”buyurmuştur. (Buhari)

Bir başka hadisi şeriflerinde:

“Sizden herhangi birinizin ipini alıp da dağdan arkasına bir bağ odun yüklenerek getirip satması, herhangi bir kişiden istemekten çok daha iyidir. (Kim bilir) O da ya verir ya da vermez” buyurdu. (Buhari, Buyu, Hadis No:2074)

Kur’an-ı Kerim’de ayetlerde, Sevgili Peygamberimizin hadislerinde ticaret ile ilgili haram ve helal sınırları belirtilmiş, ticaret ahlakı ile ilgili en güzel ilkeler konulmuştur. Böylece gelişen ve değişen dünyada ticari hayata bir standart getirmek yerine genel ilkeler koyulmak suretiyle uygun bir ticaret hayatı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Ticarette asıl olan doğruluktur. Dürüst olmayan, aldatan, yalan söyleyen, yalanına yemin katan bir tüccar kısa bir dönem için kâr elde etse de uzun dönemde zararların en büyüğünü iflas etmek suretiyle yaşayacaktır. Bu iflas sadece dünyada malın-mülkün bitmesi değildir. Bilakis kul hakkına riayet edilmediğinden dolayı ahiret hayatında da hüsranlık söz konusu olabilecektir. Bu sebeple ayetlerde ve hadislerde ticaretle uğraşan insanlardan istenen en önemli ilke doğruluktur.

Dinimizin emrettiği çalışma, ne şekilde olursa olsun kazanç elde etme fikrine dayalı değildir Kazancın helal olması ve ticaret ahlakının gerektirdiği bir dürüstlük içinde hareket edilmelidir

“Kim ayıbı (bulunan bir malı) o (kusuru)nu açıklamadan satarsa, Allah’ın daimi gazabı içinde kalır ve melekler durmadan ona lanet eder ”

“Doğru, güven duyulan bir tacir, (kıyamet günü) peygamberlerle, sıdıklar ve şehitlerle beraber (haşr)olacaktır ”

Bir kudsî hadiste de şöyle buyrulur: “Üç kimse kıyamet gününde beni karşılarında bulacaktır. Benim adımı verip haksızlık eden; hür insanı satıp parasını yiyen; bir kimseyi çalıştırıp da ona ücretini vermeyen.”

Hz. Peygamber, eski toplumlardan üç kişinin bir dağ yolundan geçerken fırtınaya tutulduğunu ve sığındıkları bir mağaranın ağzını yuvarlanan bir kayanın kapatması üzerine, içlerinden birisinin şöyle dua ettiğini anlatır: “Ey Rabbim! Ben birtakım işçiler çalıştırdım. Ücretlerini ödedim. Ancak işçilerden birisi ücretini almadan gitti. O’nun hakkını ticaretle işletip arttırdım. Birçok malı oldu. Bir süre sonra gelerek ücretini istedi. Ben, gördüğün şu; deve, sığır, koyun ve hizmetçiler senin ücretinden meydana geldi, alıp götürebilirsin, dedim. Benimle alay etme diye cevap verdi. Seninle alay etmiyorum, dedim. Bunun üzerine bütün malını alıp gitti, hiç bir şey bırakmadı. Ey Rabbim! Bunu sırf senin rızanı kazanabilmek için yapmışsam, bizi bu mağaradan kurtar!”

Bu duanın arkasından mağaranın ağzını kapatan taş yuvarlanır ve oradan kurtulurlar.”

Bugün ise büyük bir kısmı işci de işveren de helal haram sınırlarını unutmuş, Muhiddin Arabi’nin tabiri ile servetini ve parayı ilahlaştırmıştır

Bugün hileli yollarla iflas verip piyasıya olan borçlarını ve işci hakkını ödemeyen zavallılar, şeytanın ve nefsinin oyununa gelerek kendilerini çok akıllı ve zeki sanıyorlar. Kendileri rahat ve saltanat içinde yaşarken, borçlu oldukları insanlara eziyet ediyorlar, İşte; İslam bu tip nefsinin ve şeytanın uşağı olmuş zavallıları lanetlemekte ve cezasız kalmayacağını açık ve net şekilde belirtmektedir. Bu tür günahlar, kul hakkına girdiğinde İslam hükmüne göre bizzat mağdurun helal etmesini ve hakkının ödenmesini şart koşmuştur.

İşverenin, çalıştırdığı insanlar üzerinde hakları vardır. Bunların en başında işçinin aldığı parayı hak etmesidir. Kendisine verilen görevi noksansız yapmasıdır. Yoksa kazandığı helal olmaz. Diğer taraftan anlaşmaya ve konulan kurallara uymaktır. Malzemeyi korumak, sorumluluk taşımak, işçinin görevidir.

Yüce Allah , şöyle buyurur “İşçi güvenilir olmalıdır.” (Kasas:26)

Haklar tek taraflı değildir. İşvereni, işçi üzerinde hakkı olduğu gibi işçinin de işveren üzerinde hakları vardır.

- Önce anlaşmaya bağlı kalacak, söz edilmeyen haklarını da koruyacaktır.

- İşçiye gücünün üstünde iş yüklememelidir.

- Hakkını zamanında ve tam olarak vermelidir.

- İbadetlerini yapma, inancını yaşama konusunda yardımcı olmalıdır.

- Ölüm, doğum, düğün de, bayramlarda görüp gözetmelidir.

- Ücretini en az resmen belirlenen asgari ücretten vermeli ve sigortasını da yaptırmalıdır.

Aşağıdaki Hadis-i Şerif’lerde buyurulduğu üzere :

- “İşçiye ücretini alnının teri kurumadan veriniz.”

“İşçiyi çalıştırıp hakkını ödemeyenlerin kıyamet gün hasmıyım” (Buhari :6/1020)

“Üç kimse kıyamet günü beni karşısında bulacaktır. Benim adımı anıp haksızlık eden, insanı satıp parasını yiyen, birini çalıştırıp da on ücretini vermeyen” (Buhari :106)

Peygamber Efendimizin mübarek sözlerininin en büyük desteğini de kuşkusuz Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetlerde görmekteyiz :

“İnsan için ancak çalıştığının karşılığını ver.” der. (Necm:39)

“İnsanlara mal ve ücretini eksik vermeyin.” (Araf:85)