İslamcılık konusu bu coğrafyada eskimeyen konulardan biridir. Her on yılda bir tartışmaya açılan konuların başında geliyor. Son dönemlerde birkaç yazarın İslamcılığı eleştiren yazıları veya İslamcılığa veda gibi yazılarla birlikte yine gündeme girdi. Dünyanın hemen hemen her yerinde herkes İslamcılığı tartışıyor ve konuşuyor. Ancak bu konuyu bir tek İslamcılar konuşmuyor.

İslamcılık kavramının ilk kullanılışı hakikatte çok eskiye dayanır. Eş’ari Mezhebinin kurucusu İmam Ebu’l Hasan el-Eş’ari’nin kaleme almış olduğu ilk dönem İslam mezheplerini konu edindiği kitabı “Makalatü’l İslamiyyin”deki İslamiyyin/İslamiyyun kavramı mana olarak İslamlar ya da İslamcılar olarak Türkçeye çevrilebilir. Bazı kaynaklarda kitabın adı “Makalatü’l Müslimin” olarak da geçer. İmam Eş’ari’nin İslamiyyun kavramını kullanmasının nedeni bütün İslam mezheplerinin görüşlerinin İslam’ı değil Müslümanların görüşlerinin olduğunu ifade etmek içindir. Fakat son 200 yıldır kullanılan “İslamiyyun/İslamcılar” kavramından kasıt ise “İslami Uyanış”tır.

Modern dönem İslamcılığının ilk öncüsü Hindistan’ın ünlü İslam âlimi Şah Veliyullah Dihlevi (1703-1762)’dir. Hint alt kıtasının tanınmış tasavvuf âlimlerinden olan Dihlevi, İngilizlerin bir avuç insanla, milyonlarca nüfusu olan alt kıtayı 1740 yılında işgali ile birlikte, İslami uyanışın temellerini attı. Cahil bırakılan Müslüman halkların uyanışı için Kur’an-ı Kerim’in Farsça mealini hazırladı ve hadis, akaid, tefsir, tasavvuf, İslam Hukuku, İslam Felsefesi ve İslam Tarihi üzerine eserler kaleme aldı. Kısa sürede Hint kıtasında milyonları etkileyen Dihlevi’nin kitapları Endonezya’dan İstanbul’a, Yemen’den Cezayir’e kadar yayıldı. Dihlevi’nin yolunu takip eden birçok İslam âlimi Müslüman coğrafyalarda ortayı çıktı: Yemen’de Muhammed Ali Şevkani (1760-1834), Irak’ta Ebu’s Sena Şihabuddin Mahmud el-Alûsi (1802-1854), Cezayir’de Abdülkadir el-Cezairi (1808-1883), Libya’da Sidi Muhammed bin Ali es-Senusi (1791-1859), Orta Asya’da Abdünnasır Kursavi (1776-1812) ve daha niceleri.

Dihlevi’nin etkisiyle ortaya çıkan İslami uyanış (tecdid) hareketleri, tasavvuf, cihad ve siyasi özellikleri birlikte taşıyordu. Hindistan’da Şehid Ahmed Birilvi (1786-1831)’den Cezayir’de Emir Abdülkadir Cezairi (1808-1883)’ye, Kafkaslar’da Şeyh Şamil (1797-1871)’den Sudan’da Muhammed Ahmed İbnü’s Seyyid (1844-1885)’e kadar tüm İslami hareketler hem işgalci emperyalistlere karşı cihad ediyor hem de İslam’ın ruhi yönünü (tasavvufu) bütün iliklerine kadar yaşıyorlardı. Hindistan’dan Cezayir’e Müslüman ülkelerin işgali ümmeti ciddi manada sarsmıştı. Bu ilk nesilden sonra 18. yüzyılın ortalarında 19. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan âlimlerde tasavvuf, cihad ve siyaset konularında bir yön ağırlık gösterse de diğer yönleri de ihmal etmediler. İkinci nesilden bazı isimlerde şunlardır: Orta Asya’da Rızaeddin b. Fahreddin (1859-1936), Irak’ta Mahmut Şükri Alûsi (1857-1924), Şam’da Cemalüddin Kasımi (1866-1924), İran’da Muhammed Hüseyin Nâînî (1860-1936), Afganistan’da Cemalüddin Afganî (1838-1897), Mısır’da Muhammed Abduh (1849-1905), Payitaht’ta Namık Kemal (1840-1888), Hindistan’da Şibli Numanî (1857-1914) ve Sıddık Hasan Han (1832-1890).

Osmanlı’nın son dönemleri ve çöküş sonrası dönemde de birçok isim öne çıktı. Bunlardan bazıları şunlar: Tunus’ta Tahir bin Aşur (1879-1973), Mısır’da Muhammed Reşid Rıza (1865-1935), Cezayir’de Abdülhamid bin Badis (1889-1940), İstanbul’da İzmirli İsmail Hakkı (1869-1946) ve Mehmet Akif Ersoy (1873-1936), Hindistan’ta Seyyid Süleyman Nedvi (1884-1953) ve Muhammed İkbal (1877-1938), Orta Asya’da Musa Carullah Bigiyef (1875-1949). Bu dönemlerde İslam dünyasında birçok dini hareketler ortaya çıktı. Endonezya’da Muhammeddiye Hareketi ve Cezayir’de Âlimler Konseyi gibi. Osmanlının çöküşüyle ortaya çıkan iki büyük dini hareket Cemaati İslami ve İhvan-ı Müslimin bütün İslam âlemine damgasını vurdu. Osmanlı sonrası 1926 ve 1927 hem Beyrut’ta hem de Medine’de Osmanlı Mebusan Meclisi Mebuslarından Emir Şekip Arslan (1869-1946)’ın daveti üzerine bir araya gelen Müslüman dünyadan birçok âlim ve düşünür, Arslan’ın tavsiyesi üzerine bütün Müslüman ülkelerde Müslüman gençlik hareketi kurma kararı aldı. 1927 yılında Mısır’da Müslüman Gençlik hareketi kuruldu. 1928 yılında da Hasan el-Benna “İhvan-ı Müslimîn” hareketini kurdu.

Endonezya’dan Fas’a bütün Müslüman ülkelerde gençlik hareketleri kuruldu. Hemen hemen bütün hareketlerin kuruluşunda Emir Şekip Arslan’ın izlerini bulabiliyorsunuz. Hatta Aliya İzzetbegoviç (1925-2003) ve arkadaşlarının Bosna’da kurduğu Mladi Muslimani (Genç Müslümanlar) teşkilatının fikir babalarından biri üstad Şekip Arslan’dır. Hint alt kıtasının ünlü âlimlerinden Ebu’l A’la Mevdûdî (1903-1979)’nin 1941 yılında kurduğu Cemaati İslami ve Hasan el-Benna’nın kurduğu İhvan-ı Müslimin hareketleri üzerinde Osmanlı’nın fikir dünyasının ciddi etkilerini görürsünüz. Osmanlı’nın son Şeyhü’l İslam’ı Mustafa Sabri Efendi’nin İhvan’ın kurucusu olan el-Benna üzerinde ciddi etkisi vardır. İhvan’ın kurucuları arasında hem Çanakkale Savaşı’na hem de Milli Mücadele Savaşına katılmış isimler bulunmaktadır. Mevdudi’nin kurduğu Cemaati İslami kurucuları da Balkan Muharebelerinden Milli Mücadele’ye kadar bütün savaşlarımızda bize maddi ve manevi desteklerini eksik etmemişlerdir. Bu iki hareketin yanı sıra Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960)’nin kurduğu Nur Hareketi ve Filistin’de Muhammed Takiyyuddin en-Nebhani (1909-1977)’nin kurduğu Hizbü’t Tahriri’l İslami’nin de İslami uyanışta çok büyük etkisi olmuştur.

Osmanlı’nın son yıllarında ve Osmanlı sonrası ortaya çıkan bütün İslami hareketler emperyalizme karşı Mücadele etti. İslamcı hareketlerin batılı işgalcilere karşı direniş hareketleri dünyadaki milliyetçi veya sol bütün direniş hareketlerine örnek oldu. Cezayir’de Abdülkadir Cezairi, Kafkaslarda Şeyh Şamil, Libya’da Ömer Muhtar ve Fas’ta Abdülkerim Hattabi’nin direnişi bütün dünyada etkisini gösterdi. Çin lideri Mao Zedong’dan Arjantin asıllı Küba’da mücadele eden Che Guevara’ya birçok lider emperyalizme karşı bu Müslüman liderleri örnek almışlardır. Hatta Che Guevara’da 1959’da Kahire ziyaretinde Mısır’da sürgünde bulunan Abdülkerim Hattabi’yi ziyaret etmiş ve direnişte onun verdiği mücadeleyi kendilerine örnek edindiklerini belirtmiştir. Bu arada şunu ifade etmekte yarar var. Bütün Asya kıtasını etkisi altına almış olan Cemaati İslami lideri Mevdudi’nin dedeleri Çiştiye tarikatının kurucularıdır. Baba tarafından seyyid ve anne tarafından Türk olan Mevdudi Cemaati İslami’ye üye olanların gece namazı dâhil ibadetlerine önem vermişler ve ticaretlerinde de ahlâkı öncelemiştir. Babası Şazeliye tarikatı şeyhi olan Hasan el-Benna da üyelerinden ahlaklı olmalarını, ibadetlere önem vermelerini ve günlük zikir çekmelerini tavsiye etmiştir.

Osmanlı sonrası bütün dünyada etkisini gösteren dini hareketlerden dolayı Birinci Cihan Harbi ve İkinci Cihan Harbi sonrası bütün Müslüman ülkelerde Müslüman halklarda büyük uyanış ve Batı’da ise İslam’a ciddi yönelimler oluyordu. 1960 ve 1990 ortalarına kadar başta Müslüman ülkeler olmak üzere dünya genelinde İslami hareketler ciddi darbeler aldı. On binlerce insan ya hapsedildi ya da öldürüldü. Yüz binlerce insan sürgün edildi. Müslüman düşünür ve liderler ya idam edildi ya da suikastlara kurban gitti. Hemen her tasavvuf veya cemaat fertlerinin evlerinden ağıtlar yükseliyordu. Ağır bir şekilde bastırılmaya çalışılan İslami cemaatlerin 1995’te hızla yeniden dirilmesi bütün dünyayı şok etti. Malezya’dan Cezayir’e kadar Müslüman ülkelerde tanınan az siyasi özgürlük ortamından istifade eden siyasi İslami hareketler halkların desteğiyle iktidara geldi. Batı’nın desteği ve Müslüman ülkelerdeki sözde demokrat diktatör ve cunta rejimleri İslamcıların öncülük ettiği siyasi partileri çok barbarca bastırdı. 10 yıl sürmeyen bu dönemden sonra 2000’li yıların ortalarına doğru bazı Siyasi İslamcı partiler kitlelerin büyük desteğiyle bütün oyunlara rağmen yeniden iktidara gelmeyi başardı.

Hâsılı kelam, Osmanlı sonrası bütün İslam dünyasında çok ağır şartlara rağmen Müslüman düşünürlerin ortaya attığı tohumlar semeresini 21. yüzyılın başında verdi. Ancak geçen yüzyıl toprağa davet ve tebliğ ile tohum eken âlimler ve düşünürler, yüzyıl sonra semerelerini göremeden dünyadan göçtüler. Peki! 18., 19. ve 20. yüzyılın emekleriyle 21. yüzyılda iktidara veya güce ulaşan İslamcılar, bu mirası hakkını yeterli verdiler mi? Geçen yüzyılın alimlerini hakkıyla temsil ediyorlar mı? Fikri anlamda neredeler? Tasavvufi hareketlerden cihadi hareketlere, siyasi hareketlerden dini cemaatlere, fikri hareketlerden ulemaya 21. yüzyılın İslamcıları ne durumda? İnşallah gelecek haftaki yazımızda bunu ele alacağız.