İstemek...

Çok genel bir kavram...

Kimden istemek de öyle?

Ama önce ne isteyeceğimizi konuşmak gerekmez mi, istemeye karar vermeden önce?

İsteyeceğiz ama neyi isteyeceğiz? İstediğimiz şey ne olacak?

Akıl mı isteyeceğiz? Para mı isteyeceğiz? Şöhret mi isteyeceğiz? Hepsini birden mi isteyeceğiz? Ya da hiçbirini mi? 

Meselâ huzurlu ve mutlu olmayı mı isteyeceğiz?

Yukarıdakilere kavuşulunca mutluluk ve huzur da beraberinde gelir mi zannediyorsunuz?

Hayır... Huzur ve mutluluk için bunlar gerçekten önemli unsurlardır ama çoğunlukla yeterli değildir.

İş yine sizde... Sizin beyninizde ve hayata bakış açınızda düğümlenmektedir.

O halde istemeye başlamadan önce ne istediğimize karar vermemiz birinci aşamadır...

Piyasada dolaşan başarı makaleleri insana hep insanın madde yönünü ele alarak yön göstermeye çalışmaktadır.İstemede formüller sunmaktadır...

Örneğin demektedir ki... Ne istediğinizi bilmelisiniz, işinizi geliştirmek için ne kadar krediye ihtiyacınız olduğunu detaylarıyla anlatamaz da sadece "kredi lâzım" derseniz alamazsınız demektedir.

“Sonra kimden yardım isteyeceğinizi iyi seçmelisiniz der,” haklı olarak... Çünkü bizim atasözümüzü okumuş gibidirler o Batılı fikirdaşlarımız... Her ne kadar biz kendi atasözlerimizi okumayı basitlik ve vakit kaybı zannetsek deonlar bizim atasözlerimizi çok iyi değerlendirip bize pazarlamakta da beceriklidirler...

“Kelin ilacı olsa başına çalar” demişler değil mi? Yani kendisine faydası olmayan kimseden bir şey istemenin size faydası olabilir mi? Demek ki isteyeceğiniz kimseyi önce iyi seçecekmişsiniz...

Yahu kimin başarılı olup olmadığını seçebilecek vizyona sahip kimse zaten kimseye ihtiyaç duymadan kendisi başarır...

Ben kimin başarılı kimin başarısız olduğunu bilecek kadar başarılıysam kimseye ihtiyaç duymam ki... Ama amcalar başarı önerisi diye yazıyor bize... Biz de okuyoruz...

Başka ne olacakmış?

Biz de kendimizi test edecek ve yardım alacağımız kimseye ne fayda veya menfaat sağlayabilecekmişiz. Aksi halde o kimsenin bize yardım etme arzusu sönermiş.

Bak, bak, bak... Yardım ederken bile yardım ettiği kimseyi kendine ram etme mantığı...

Nasıl da formatlıyor?

Ve son olarak alana kadar istemeyi öneriyor... Ondan olmazsa bundan... Bundan olmazsa şundan... Yeter ki amacınıza ulaşana kadar kendinizi sürekli değiştirin, geliştirin... Amacınıza mutlaka ulaşırsınız...

Biz bütün bunları palavra olarak değerlendiriyoruz... Ve diyoruz ki...

İstemek el açmak demektir... El açan muhtaç demektir... Ve veren el alan elden üstün demektir...

İsteyen isterken bu şartlara peşin peşin hazır olacaktır. Ya da istemeyecektir...

Yok karşıyı ikna et, yok kendini bilmem geliştir bunların hepsi ayran köpürtmedir...

Onun için bizim kültürümüzde insan, istemek değil vermek üzere kendini yetiştirmiştir. Aldığı eğitim ve terbiyeyi bu merkezde almıştır.

Bizim kültürümüzde herkes seve seve veren el olmak istemiş, ama alan el olmayı zül saymıştır.

İşte bu bakış açısı herkesi bizzat elini taşın altına koyan, bizzat üretime katkı sağlayan kimse haline getirmiştir.

Yoksa kredi almak aslında kredi verene dolaylı köle olmanın diğer bir formülüdür.

Başarı buralarda yatmaz. Buralarda üç kâğıt ekonomisi yatar...

Başarılı insan önce kimseye muhtaç olmayacak bir şekilde iş yapmanın yolunu arar...

Bize hep kısa yoldan köşe dönmek öğretildiği için, biz işi ufak görürüz.

Biz iş deyince holding patronu olmayı, makam deyince genel müdürlüğü, şöhret deyince ekran gülü olmayı arzularız...

Oysa elinde çay tepsisi, valilik misafirhanesinde çaycılık yapan filancanın itirafı çok yerindedir:

"Biz de devlet memuru olacağız diye, gelip burada asgari ücretten hallice bir paraya millete sabahtan akşama çay veriyoruz. Memlekette ise bağımız bahçemiz meyve dolup taşıyor, tarlalarımızı ekip biçen yok. Ya niye burada sürünüyoruz anlamıyorum"

Soruyorlar ona ne iş yapıyorsun? Valilikte çalışıyorum...

Öf öf öf... Ne hava değil mi... Ama öte yandan o sıradan bir köylü olacaktı değil mi?

İşte bizim kafamıza bu formatı yerleştiriyorlar...

Oysa o kimse, lâfa değil de üretime baksa idi hem kimseden emir almayacak hem kimseye zaten muhtaç olmayacaktı...

Bu sıradan bir örnek... Bir oto elektrik ustası... Günde kaç araç tamir ediyor? Her araçtan günde ne kadar alıyor? Aldığı paranın ne kadarı sermaye? Hiçbiri...

Aldığı parayı benim diyen doktor alamaz. Genel müdür alamaz... Niye? Çünkü işini iyi yapmış. Her müşterisi bir başkasına tavsiye etmiş. Herkes kimseye yaptıramadığı elektrik işini o usta yapar diye oraya geliyor...

Adam dürüst mü? Hakikat dürüst. İşini iyi biliyor mu? Biliyor... Kanaat sahibi mi evet...

Kimseye ayırım yapıyor mu? Hayır...

İşte kimse için önemli olmasa da kimsenin de onun için önemli olmadığı bir insan... Ne borcu var, ne derdi? Ne işten atılma korkusu var, ne patron ne der korkusu? Ne ayağımı filanca kaydırır endişesi?

Onun adı usta... Kimse mesleğine göz dikmiyor. Kimseye de eyvallah etmiyor... Şimdi bakın bakalım, bu adamın kimden ne istemeye ihtiyacı var?

Ama siz insanımıza iş değil de yıllarca hayal pazarlarsanız, ünü var unu yok tipler yetiştirirsiniz. Boynunda kravat, ayağında ütülü pantolon sırtında kolalı gömlek ama cepte para yok kimselerden geçilmez piyasa... Çünkü bu zavallıcıklara üretmek anlatılmamıştır.

Şimdi de utanmadan kimden neyi nasıl isteyeceksin diye palavra edebiyatla kandırılmaktalar...

Tekrar konumuza dönersek bizim kültürümüzün insanı, önce kimseye muhtaç olmayacak şekilde bir iş edinmenin yolunu arardı. Sonra da ne mi yapardı?

İstediğini Allah’tan isterdi... Yani tevekkül ederdi...

Açardı dükkânını... Müşterisinin gelmesini beklerdi.. Sürerdi tarlasını atardı tohumunu yağmurun gelmesini beklerdi...

Bir sıkıntımız var ki, bireysel üretim mantığını kolektif üretime taşıyıp da günümüzün global dünyasına uyumlu hale gelme konusunda yaya kaldık.

Ama burada da kabahat insanımızda değil insanımızı yönetmek üzere iş başına gelen kimselerin bu kaygıyı gütmemelerinde idi.

Namık Kemal'in bir beytinde diyor ki::

"Sana senden gelir bir işte ancak dâd (yardım) lâzımsa / Ümidin(i) kes zaferden gayrdan imdâd (başkasından yardım) lâzımsa"

Yine Mehmet Akif Ersoy şöyle demiştir:

"Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol... / Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol."

Demek ki birincisi büyük küçük demeden önce kendimize bir iş kuracağız... Başkasından iş aramak yerine kendimiz çalışıp kazanmanın yolunu bulacağız...

Bu bir ayakkabı boyacılığı da olur, ayakkabı boyacılığı yaparak kazanılan paralarla ödenen taksit ile bilgisayar kursu bitirilip bilgisayar uzmanı olarak iş de aranabilir...

Ama işin başı kimseden yardım istemek değil, kendine lâzım olanı kendin kazanmanın yollarını aramaktır...

Şuna inanın ki size kredi açacak olanlar da önce size verecekleri krediyi sizden nasıl tahsil edebileceğinin hesabını yapmaktadır. Sizde böyle bir güvence olmayınca size zırnık vermezler.

İkincisi bu gayretinizle birlikte kimseye muhtaç olmamak üzere Allah’a dua edeceksiniz...

Ve ondan isteyeceksiniz... Unutmayacaksınız ki;

'Takdiri Huda kuvvei pazu ile dönmez... / Bir şerna ki Mevla yaka, üflemekle sönmez."

Yani "Allanın takdir ettiği, insan gücüyle değiştirilemez. Bir ışık (gelecek) ki Allah tarafından yakılsın o üflemekle sönmez" demektir.

Bütün bu bilgilerden sonra, günümüzün şartları gereği elbette ki piramidin tepesi ters dönmüş olarak insanlar isteyen konumuna getirilmiş ise... Siz de ister istemez bu kategoride kendinizi buluyorsanız, o vakit size ikinci tavsiyemiz yine şu olacaktır:

İstemek için başvurduğunuz kişi veya kurum yetkilisi kim olursa olsun, istemek üzere sebepler dünyasında hazırlığınızı yapıp giderken, hakkınızda hayırlı ise o kimsenin kalbine sizin işinizi çözme arzusu vermesi için isteğinizi gerçekten Allah’tan isteyin...

Farkı göreceksiniz... Eğer kalbinizdeki istek samimî ise...

Bu konuyu bir arif insanın şu mısralarıyla noktalıyoruz.

"Her bir kesin, var bir keşi.../ Ben bî kesin yok kimsesi / Ben bî kesin sen ol keşi/ Ey kimsesizler kimsesi"

Kemalettin İSAOĞLU