Ünlü filozof Jean-Jacques Rousseau, “Tarih; okuyana, kendi gözünün görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuzdur.” der.
Feto = Haşhaşi demek çok doğru bir tabir olsa da örgütün asıl sahipleri için bulunmaz hint kumaşı değerinde kurtarıcılık görevi üstlenen bir söze dönüştü.Çünkü bu topraklar da hiç bir örgüt devletlerden bağımsız düşünülemez. Hele hele dış güçler ve onlara yakın duran yerli görünümlü satılmış istihbarat örgütlerinden asla.
Feto dedigimiz yapı bana göre Sultan Abdülhamit Han'ın tahtan indirilmesine, Adnan Menderes'in asılmasına,12 Eylüllere ..vb olaylara sebep olan derin destekli satılmış yapıların bir devamıdır.
15 Temmuz vahşetini yeniden hatırlarken tarihe doğru bakmak çözümü kolaylaştırır.
Feto'nun Ağa Babaları İttihatçılar
Kısaltma:
İ-T veya İTC
1913'ten sonra liderler:
"Üç Paşalar" (Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa)
Slogan(ları):
Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet, Adalet
Kuruluş tarihi:
1889
Kapanış tarihi:
1 Kasım 1918
Öncülü:
İttihad-ı Osmânî Cemiyeti
Ardılı:
Teceddüt Fırkası
Merkez:
İstanbul (eskiden Selanik)
Gazete(leri):
Tanin
İdeoloji:
Meşrutiyetçilik
Osmanlıcılık (1913'e dek)
Türkçülük-Turancılık (1913'ten sonra)
Parti içi düşünceler:
Batıcılık
İslamcılık
Ünlü filozof Jean-Jacques Rousseau, “Tarih; okuyana, kendi gözünün görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuzdur.” der.
Jean-Jacques Rousseau 'ya ait bu söz çok tekrara düştü biliyorum.Ancak psikolojide:" Olumlu düşüncenin de, olumsuz düşüncenin de kendini kabul etirtme süreci beyindeki tekrardır."Şeklinde bir öğreti var. Biz de toplumca çabuk unutmayı seven bir yapıya sahip olduğumuz için tekrarın asıl mesajı vermeyi kolaylaştıracağını düşündüm.
Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti, 1889-1918 döneminde birbirinden çok farklı organizasyonlar şeklinde faaliyet göstermiştir.
Devletin düştüğü duruma isyanı şeklinde gelişen Jön Türk hareketi - İttihat Terakki özünde dış güçlerin desteği ve Osmanlı derin devletinin eliyle kurulmuş ve gelişimine izin verilmiştir.
Her isyanda olduğu gibi, eylemcilik ana fikri etrafında toplanan bu hareketin oluşumunda ve tepkilerinde sürekli bir mantık aramak, gerçeklerle biraz çelişir. Çünkü yaşadıkları çağda her şey süratle aleyhlerine gelişen, kendilerini devletin sahibi gibi gören Avrupa kökenli yetişen lider kadronun , etraflarına topladıkları, bir şeyler yapmalı fikriyle yanıp tutuşan Anadolu'nun garip çocuklarından oluşan bir neslin marjinal fikirlere kapılmaları ve bazı yanlışlar yapmaları kaçınılmazdır. Ama lider kadro kendilerinde olmayan şu duyguyu aşılamıştır. *" özünde, vatan için her şeyden vazgeçme ve her şeyi yapabilme ."*
Bunu sadece legal yollarla yapılabileceğini zannetmek zaten derin yapılarca kurulup desteklenen örgütlerin tarihiyle çelişkiye düşmek anlamına gelmektedir. İttihatçı basın, bu isyanın bir haykırışı olarak ortaya çıktığını savunmuş , kitleleri bu yolla aydınlatıp ayaklandırabiliriz şeklinde, Batılı bir romantik anlayışla sistemi ele geçirmeye çalışmışlardır. İttihatçı kadronun istediği gibi gitmeyince sonunda tarihteki bütün gizli örgütler örneğinde olduğu gibi kuvvete dayalı bir iktidar değişmesi gerekliliği gerçeğini kabul etmekten başka çareleri kalmamıştır.
Basına verdikleri önemin en önemli sebeplerinden biri de mecburen bulunmak zorunda kaldıkları Batılı ülkelerde basının etkisini görmeleri, bir de bu yayınlardan sürekli rahatsız olan Sultan II. Abdülhamid’in buna karşı olan önlemleridir. Bu dönem Osmanlı’sında halkın öncelikleri çok farklıdır.Bilhassa ekonomik bozukluk İslamiyet’in ve vatanın yok olma tehlikesi ve bu kutsal değerleri kaybetme korkusu büyük bir psikolojik travma yaratmış ve ilahi bir gücün Osmanlı’yı yeniden ayağa kaldırması beklenmiştir. *İşte Jön Türklere oranla bu gerçekçi durumu daha iyi kavrayan sultan, halifeliği ve İslamiyet’i neredeyse tarihte hiçbir sultanın önemsemediği kadar bir gerçeklik kabul ederek bunun üzerinde yoğunlaşmış ve zaman zaman da başarılı sonuçlar almıştır.Bu durum İttihatçı kadroları rahatsız etmiş baskıcı, demokrasi karşıtı,devletin malını hiç ediyor gibi söylemler ile sultan Abdülhamit Han hakkında aleyhte propaganda yürütmüşlerdir* .
Önce gizli cemiyet olarak kurulan, ikinci Meşrûtiyetin ilânından sonra siyâsî fırka hâlini alan topluluk. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın dağılmakta olan Osmanlı Devleti’ni toparlaması, güçlendirip ilerletmesi; başta İngiltere olmak üzere batılı devletleri yeni plânlar hazırlamağa, Abdülhamîd Han’ı tahttan uzaklaştırmak için teşebbüslerde bulundurmaya sevketti. Bunun için Osmanlı hâkimiyeti altında asırlardır huzur, refah ve güven içinde yaşayan gayr-i müslim ve Türk olmayan unsurları devlete karşı defalarca kışkırttılar. Avrupa’da meydana gelen ilmî ve teknik gelişmeleri öğrenmek ve tâkib etmekle vazîfeli gönderilen, fakat Osmanlı Devleti’nin birliğini bozmaya yönelik Avrupaî fikirlerin etkisinde kalan kimseler de Avrupa devletleriyle elbirliği ettiler. Gayr-i müslim ve Türk olmayan unsurlarla, sözde okumuş aydın kimseler, millet ve devlet düşmanlarının kurdukları tuzakların farkına varan ve karşı tedbirler alan sultan İkinci Abdülhamîd Han’ı tahttan indirmek ve bu suretle gayelerine ulaşmak için yurt içinde ve yurt dışında çeşitli gizli cemiyetler kurdular. Çıkardıkları gazetelerle Osmanlı Devleti’nin ve sultan Abdülhamîd Han’ın aleyhinde neşriyat yaptılar
Sultan Abdülhamîd Han’ı tahttan indirmeyi gaye edinerek kurulan cemiyet, Sultan Abdülhamîd Han’a karşı kişi ve çevrelerle kurduğu münâsebetler netîcesinde tanınmaya başladı; yurt içinde ve dışında şubeler kurarak teşkilâtlandı.
*Tıbbiye, harbiye, mülkiye gibi yüksek okullarda gizli kollar ve komiteler teşkil eden cemiyetin yurt içindeki varlığı, 1895 yılındaki ermeni olayları sebebiyle duyuldu.*
Sultan Abdülhamîd Han’ı tahttan indirme gayesini güden, ihtilâlci bir hüviyete sâhib olan ve kurucularının ekseriyetinin mason olması ile dikkat çeken bu cemiyet, ülke içinde veya dışında aynı gaye ile kurulan cemiyetleri kendine çekerek kaynaştırmayı başardı. Cemiyet, silâhlı kuvvetler çevresinde hızla yayıldı. Asker ve sivil üyeleri fazlalaşarak ihtilâlci bir güç meydana geldi.
Derviş Vahdeti isminde bir kimse tarafından “Din elden gidiyor” “Şeriat isteriz” gibi sloganlarla kışkırtılan avcı taburları tarafından çıkartıldığı tesbit edilen 31 Mart Vak’ası üzerine İttihâd ve Terakkî tarafından, Selanik’ten Bulgar, Sırb, Yunan, Arnavud yağmacılarının da bulunduğu hareket ordusu İstanbul’a getirildi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, Selanik’ten gelen hareket ordusuna karşı koymak isteyen kendisine sâdık kumandanlara, çarpışılmaması, müslüman kanı dökülmemesi için sıkı emir verdi. İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki talimli asker ve sâdık subaylar, gelen hareket ordusunu darmadağınık edebilirdi. Fakat Sultan, kardeş kanının dökülmesini istemedi.
15 Temmuz gecesi satılmış uşakların "Erdoğan çıldırmış,bu halk silah nedir bilmez nasıl meydana çağırır"; söylemi yine halk sesiz kalsın ki oyun tamamlansın içindi ancak nasip olmadi hayalleri kursaklarınndan kaldı .
Elfu Elfu Elhamdülillah
İttihâd ve Terakkî’nin önderliğinde İstanbul’a giren hareket ordusu kumandanları, doğru Yıldız Sarayı’na geldiler. Hazîneyi, asırlardan beri toplanmış olan kıymetli yadigârları ve dünyânın en zengin kütüphânelerinden olan saray kitaplığını yağma ettiler. Pâdişâh’ın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerince tahttan indirildi, yerine kendinden iki yaş küçük olan kardeşi Muhammed Reşâd getirildi.
İttihâd ve Terakkî ileri gelenleri, sultan İkinci Abdülhamîd Han’ı lekeliyecek bir suç bulamadılar. Milletin, hükümdarı saydığını görerek öldürmeye de cesaret edemediler. Hemen o gece, kurmay binbaşı Fethi Okyar’ın emrinde olarak trenle Selânik’e götürdüler. Oradaki Alâtini köşküne habs ettiler. Bu olaylar sırasında Hüseyin Hilmi Paşa istifa edip Tevfik Paşa sadrâzam oldu. 31 Mart Vak’asından bir gün sonra Adana’da ermeni ihtilâli oldu. Müslümanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldıran ermeniler; İttihâd ve Terakkî’nin seyirci kaldığı hâdiselerde 1850 müslüman-Türk’ü öldürdüler.
15 Temmuz başarılı olsaydı kısmı ile ilgili sorular sorulduğunda aklıma bu olay gelir hemen. Terör örgütleri sınırda bekliyor başta ABD olmak üzere İsrail, Rusya ....kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne bela kolları sıvamış bekliyordu. Elhamdülillah bu sefer Allah'a teslim olmuş şehadeti bayram kabul edenleri unuttukları için yenik düştüler.
Başlangıçta devletin anayasal bir düzene kavuşmasını amaçlayan gizli bir dernek olarak kurulan örgüt; anayasanın kabul edilip İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra iktidarı denetleyen bir siyasi parti (İttihat ve Terakki Fırkası) halini almış; 1912 yılında ise iktidar partisi olmuştur. Üyeleri İttihatçılar olarak anılır. *"Cemiyetin 1918 yılında kendini feshetmesinden sonra üyelerinin çoğu Millî Mücadele'de yer almıştır."* Eğer 15 Temmuz sonrası önlem alinmasaydı ikinci bir oyun hazırlığı için vatansever görünümlü caniler olarak araya karışıp devam edeceklerdi.
Kısa Tarihçesi:
*1-Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti (1889-1902).*
Jön Türk hareketinin değişik muhalefet unsurlarını uzun süre çatısı altında barındıran bu örgütün temelleri, 2 Haziran 1889 tarihinde dört Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne öğrencisi tarafından atıldı. İbrâhim Temo’nun öncülüğünde Abdullah Cevdet, İshak Sükûtî ve Mehmed Reşid, İttihâd-ı Osmânî adında bir cemiyetin kurulması için görüş birliğine vardılar ve daha sonra bu okul ve diğer Osmanlı eğitim müesseselerindeki çok sayıda öğrencinin katılımıyla örgütün üye adedini hızla arttırdılar. Çeşitli toplantılarla bir yandan üye sayısını arttırmaya, öte yandan etkin bir örgüt yapısı oluşturmaya gayret gösterdiler *. Bu alanda esas olarak Carbonari Cemiyeti ve Rus nihilistlerinin örgütlenme modelleri temel alınıp öğrenciler hücreler biçiminde teşkilâtlandılar. Hareketin bu dönemdeki faaliyeti, yurt dışında basılan gizli gazetelerin eski sayılarının öğrencilere okutulması ve Nâmık Kemal ile bazı arkadaşlarının eserlerinin el yazısıyla çoğaltılarak dağıtılmasının ötesine gitmedi. 1894’te Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne’nin diğer askerî mekteplerle aynı çatı altında birleştirilerek Zeki Paşa’nın yönetimine verilmesi cemiyet hakkındaki ilk kapsamlı soruşturmanın açılmasına sebep oldu ve aynı yılın Eylülünde cemiyetin önde gelen dokuz üyesi okuldan uzaklaştırıldı.Ancak bu cezalar, söz konusu faaliyetleri bir öğrenci olayı olarak mütalaa eden II. Abdülhamid tarafından afeddildi.
2- *Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti (1906-1907):*
1905 yazında Yûsuf İzzeddin’in Ahmed Rızâ ile icraatçılar ittifakına nakdî yardım yapmasına aracı olan Bahâeddin Şâkir’in önce tutuklanarak Erzincan’a sürülmesi, ardından Avrupa’ya firarı, Jön Türk hareketi ve söz konusu ittifakın tarihinde yeni bir dönem başlattı.
Türk tarihçiliği, genellikle cemiyetin 1908 İhtilâli sırasındaki faaliyetini bir blöf olarak ele almakta ve ihtilâlin başarısını II. Abdülhamid’in kuşkucu karakterine bağlamaktadır. Terakkî ve İttihat Cemiyeti’ne ait dokümanlar ve Osmanlı arşiv belgeleri ise bu iddianın doğru olmadığını, cemiyetin gayet iyi bir örgütlenme, propaganda ve eylem planını başarıyla uyguladığını göstermektedir.
3- *23 Temmuz 1908 - 18 Aralık 1908 Tarihleri Arasında İttihat ve Terakkî Cemiyeti* .
İhtilâlden sonra tekrar İttihat ve Terakkî adını kullanmaya başlayan cemiyet, Meclis-i Meb‘ûsan’ın yeniden toplandığı tarihe kadar tedrîcen azalma temayülü göstermekle birlikte her türlü siyasî ve içtimaî gelişmeye müdahale ve bir anlamda bir “comité de salut public” gibi hareket etti. Cemiyetin hukukî varlığının 1889 tarihli, cemiyetlerin ancak hükümet izni alındıktan sonra kurulabileceğini belirleyen irâde-i seniyye sebebiyle tartışmalı olması fiilî güç karşısında önemini kaybetti.
4- *18 Aralık 1908 - 30 Ekim 1918 Tarihleri Arasında İttihat ve Terakkî Cemiyeti.*
Meclis-i Meb‘ûsan’ın açılması ile cemiyetin siyasî hayat üzerindeki tekeli bir ölçüde kırıldıysa da mebusların hepsinin cemiyet listelerinden seçilmesi ve cemiyet ileri gelenlerinden pek çoğunun mebus olması sebebiyle dolaylı kontrol bu gelişme sonrasında da sürdü.
Ünlü filozof Jean-Jacques Rousseau, “Tarih; okuyana, kendi gözünün görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuzdur.” der.