Bugün özellikle kadın okuyucularıma seslenmek istiyorum… Öyle bir sorunumuz var ki... Bu sorun o kadar büyük bir kaosa gebe ki... Onu ancak... Bize hayat veren kadınların o engin dirayeti, feraseti ve derin sezgileri çözebilir. Çünkü kadın aileyi olduğu gibi, toplumu da kurar. Bir toplumun kalitesi kadının kalitesi ile ölçülür. Bir toplumun kadını görgülü, duyarlı asil ve bilgili ise o toplum da onu izleyecektir. Bir toplumun kadını cahil, görgüsüz ve bayağı ise toplum da onu takip edecektir. Çünkü kadındır aileyi kuran, çocuğa şekil, topluma yön veren... Bu sözleri laf olsun diye söylemiyorum. Ancak kadınların el koymasıyla çözülecek bir sorundan bahsedeceğim sizlere.

Toplum olarak "Kadına Şiddet" konusunu çözmek istiyoruz. (Ya da böyle olduğuna birbirimizi inandırmaya çalışıyoruz…) Bunun için yasalar yapıyor, caydırıcı önlemler almak istiyoruz. Fakat birileri de aynı meselede teşvik edici bir tutum sergiliyorlar. Kadına şiddeti, kadınların hayranlığını uyandıran bir davranış gibi gösteriyor, özendiriyorlar…

Bunu televizyonla yapıyorlar.

Dizi filmler yoluyla...

Dizilerde kadına karşı şiddet konusunu ele alan bir araştırmada, popüler dizilerin 8 bölümü inceleniyor ve 14 sahnede kadına karşı zor ve şiddet kullanıldığı, 67 sahnede kadınların ağladığı ve yalvardığı, birçok bölümde ise kadınların kaçırıldığı ve tecavüze uğradığı tespit ediliyor. Neden? Çünkü erkeğe bağımlı, acı çeken kadın modeli bütün ilkelliğine rağmen hala çok popüler… Diziler bu haliyle kadın bedeninin, duygularının, gözyaşlarının istismar edildiği bir sömürü çarkı gibi işliyor...

Diziler üzerinden insan onurunu ayaklar altına alan vahşi bir kültür üretiyorlar. Bu kültürle kadın ve erkeği şiddete meyyal bir şekilde formatlıyorlar. Söz gelimi, yeni bir dizi olan "Sefirin Kızı’nda esas oğlan esas kızın boğazını sıkıyor, hakaret yağdırıyor ve kapı dışarı ediyor... Fakat dizinin sosyal medya yorumlarında kadınlar esas oğlanın sert, maganda hallerini aşk belirtisi olarak gördüklerini söylüyorlar. Onu "büyük aşık" olarak göklere çıkarıyorlar. Aradıkları “aşık erkek” modelini bulduklarını ilan ediyorlar…

İşte hastalıklı, tedaviye muhtaç ama çok yaygın olan bakış açısı tam da bu!

Normal bir insan psikolojisi, bu türden kaba saba davranışları itici, rahatsız edici bulmalı aslında. Ama bu hanımefendiler diğer dizilerdeki kadına şiddet uygulayan kişilerin davranışlarını nasıl yüceltiyorlarsa, bunları da öyle yüceltiyorlar. Bu şiddetin arkasında en karasından “aşk” olduğuna eminler. Onlara göre eğer şiddetin arkasında romantizm varsa; zorba, bir âşıksa, sergilenen şiddet de, dökülen kan da meşru ve anlaşılır oluyor. Uç bir örnek olacak ama eminim aynı kişiler Emine Bulut cinayetini tahammül edilemez buluyorlardır. Yahut benzeri kadın cinayetlerini... Eminim o cinayetleri işleyen katillere sorsak onlar da öldürdükleri kadınları sevdiklerini söyleyeceklerdir. Belki de o cinayetleri, o tekme tokat atılan dayakları aşk uğruna işlenmiş pembe suçlar olarak görüyorlardır. Bu gerekçe neden makul olmuyor o halde. Öyle ya... Dizide olunca oluyor…

Nedenini ben söyleyeyim... Çünkü hiç makul, insanca değil de ondan.

Şiddetin, hele bir canlıyı öldürmenin bahanesi olmaz, olamaz... Fakat diziler bütün o şiddete, magandalığa, görgüsüzlüğe kılıf bulup seyirciyi onun "destansı aşk" olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar.

Şunu unutmayalım... Bu dizilerin öncelikli hedefi kadın izleyici. Şunu da hatırlayalım: Bu maganda dizilerinin büyük kısmı kadın senaristler tarafından yazılıyor. Bir kısmı da kadın yönetmenler tarafından çekiliyor. Bir başka yazıda bunları tek tek sayacağım. Anlayacağınız, kadına şiddet konusunu istismar edip yaygınlaşmasını sağlayan mekanizmanın büyük dişlilerinden biri senaristiyle, yönetmeniyle, oyuncusuyla, izleyicisiyle kadınlar...

E mağdur da kadınlar değil mi?

O halde hiç "ama-fakat" demeden  yerine getirilmesi gereken bir görev bekliyor kadınları. Yani televizyon dizilerinin sadık izleyicilerini... Kadının fiziksel ve duygusal istismarına dayanan dizi ve programları önce kadınlar protesto etmeliler. Elbette bu protesto, o dizileri izlemeyerek yapılabilir ancak. Şunu söyleyeyim... Kadınların izlemediği yapımların ekran ömrünü tamamlamasına imkân ve ihtimal yok.

O halde bu, ülkemiz kadınları için de, o kadınların haklarını savunduğunu söyleyen kadın dernekleri için de bir samimiyet ve dürüstlük sınavıdır mevcut durum. Haydi, güçlü iradenizle sergilediğiniz o büyük dayanışma ruhunuzu görelim, saygıdeğer kadınlar... Hemcinslerinizin canını güpegündüz, sokak ortasında alan ilkel zihniyeti size aşk diye "satmaya" kalkanların dizilerini başlarına geçirin. Onların dizilerini erken final cehennemiyle tanıştırın... Beş çaylarında, altın günlerinde, o rezil dizileri ve onların aslında korkunç olan dünya görüşlerini kulaktan kulağa yayın... Diğer kadınları da sanal uykularından uyandırın. Tabiri caizse, “birbirinizi hayra teşvik edin.” Dizilere karşı en kadınsı silahınızı, dilinizi kullanın ve propaganda makinenizi harekete geçirin…

İnanın, siz isterseniz kanalların yayın akışlarını bile tersine çevirebilirsiniz... Sadece sizin göstereceğiniz tutum bile dizilerden utanç verici tecavüz sahnelerinin kalkmasına; kadının metalaştığı, kullanıldığı, kötü muamele gördüğü sekansların çıkmasına yetebilir. Kadın dernekleri, siz de,  erkekleri reklam filmleri üzerinden aşağılama taktiklerine kafa yoracağınıza şu dizilerin olumsuz yanlarına dikkat çekerek toplumu bilgilendirmeye çabalayın.  

Ekranlarda ayyuka çıkan “Kadına Şiddet” konusu ancak böyle çözülür.

Yani bilinçli, samimi ve dürüst bir tutumla… Kadına şiddet konusunda ne kadar bilinçli, samimi ve dürüstüz görelim bakalım.