Geceyi kuşatan ıssız bir mevsim gibisin ey kalbim. Sessizliği bu kadar çok sevmen, kalabalıklar arasında kaybolan çığlıklardan mıdır, bilmiyorum. Uzaklara kaçıp gitmek isteyen ruhunda ve sonu gelmeyen sebepsiz yürüyüşlerinde aradığın bir şeyler olmalı. Başka şehirlerin sokaklarında kendini bulabilirsin belki. Anlamsızlıktan uzaklaşıp hep bir anlam arayan, kaybolan değerlerin yokluğundan yakınan biri haline geldi modern insan. Değişim mi? Kimse içindeki ego cumhuriyetini yıkıp yeni bir sabaha uyanmaktan yana değil aslında. Hicreti nereye yapacağın konusunda sessiz kalır kalem. Vakti kuşanıp hakikate uçan bir kuş gibi hisset kendini. Kanatlarından eksilmesin dualar. Engel olmasın kış, baharın seni bekleyişine. Yağmurlara eşlik et, rüzgâra dokun, ağaçlara selam ver. Ve teşekkür etmeyi unutma mutlak ve sınırsız, eşsiz ve benzersiz sevgi kaynağına, Vedûd olana..

Konuşmaya değer bir kelime bulamıyorsun çoğu zaman ey kalbim. “Göğün ve aşkın konuşmaya ihtiyacı yok..” diyen şâir, belki de bu yüzden soruyor “Beni sessiz de sevebilir misin..?” diye.. Bütün mevcûdatın kendi lisanında teşekkür ettiği bir âlemde gökyüzü yağmurla sesleniyor şehre. Ve beyaz ölümleri örtüyor sükût lehçesiyle toprak.. Herkesin gün boyunca sayısız kelime tükettiği bir zamanda susabilmek, büyük erdem doğrusu. Ruhumuzun o kadar çok ihtiyacı var ki lâl olmuş bir dile. Anlaşmak eyleminin, karşılıklı susan iki insana çok yakıştığını söylemiş miydim? Aynı derdin yolcusu, aynı acıya birlikte ağlayabilen, teselli bulmak adına aynı kapıyı çalan insanların anlaşabilmesi için aynı dili konuşmalarına ihtiyaç yoktur. Araya dünya sözlerinin karışmadığı, sınırları aşan bir dildir gönül dili.. Kudüs’ü İstanbul’la buluşturan, Bosna’yı Doğu Türkistan’a bağlayan evrensel bir bilincin adıdır. Adını bilmediğimiz topraklarda aynı kıbleye yöneldiğimiz insanların bize olan muhabbeti, ülfet adlı kalp coğrafyasının bir tezâhürüdür. Meraklı gözlerle bakan, yalın ayaklı siyahî çocukların tebessümünün arkasında bir medeniyet var. Bir yanı hep yarım kalmış, kanadı kırık kuş tedirginliğinde hayatı okuyan Ortadoğu yetimlerinin bu ortak acılarının arkasında tükenmeyen umutları ve duaları var.

Anne babasını kaybeden mülteci çocukların eğitime başladığını okuyorum gazetede. Dokunsanız ağlayacak durumdalar. Bomba sesleri eşliğinde hayata gözlerini açan bir çocuğun yüreğine hitap edemez dünyevi ilimler. Kardeşini kucağında kaybeden birine neyi, nasıl anlatacaksınız..? Yaşadıkları travmayı unutmak ne mümkün. Uçak sesi duyunca tedirgin olup titremeye başlıyorlar. Çünkü babalarını o sesin ardından kaybetmişler..

Dünya.. Merhametini kaybeden insanların nefesgâhı oldu ey kalbim.. Üçüncü sayfayı açmaya korkuyorum çoğu zaman, kirlenmiş haberlerle dolu gazetelerde. İyiliğe, fedakârlığa ve kardeşliğe muhtaç kalan insanlık kalbinden, fıtratından uzaklaşmanın bedelini ödüyor. “Biz insanı en güzel kıvamda yarattık..(95:4)” diyen Bedii, bir şâheser olarak görüyor kulunu. Peki ya teşekkür secdesini çok görenler ne yapıyor buna karşılık? Her yerde öfkeli bakışlar, her yerde acı ve zulüm var.. Hatırlanmaya değer bir şey değilken hatırlanan, yokluktan varlığa çıkarılan insan, nasıl olur da kalbi olduğunu unutarak yaşar..? Kaleme yakıştıramadığım gayriahlâki eylemlerin öznesi olanlar, neden kalbine dönemez bir türlü..?

Ey hüznü bağrına basıp sözü kalemle buluşturan kalbim. Yeryüzünün acılarından bahsediyorum hep belki sana. Ama unutma ki bahar geliyor. Cemreler haberini getirmiş mevsimin..
Teşekkürler Rabbim..