Herhalde en çok başımıza gelen; düşündüklerimizle söylediklerimizin, söylediklerimizle yaptıklarımızın, yaptıklarımızla aslında yapmak istediklerimizin pek birbiriyle aynı olmamasıdır. Her birimiz ve her bir olay için farklı sebeplerle olsa bile, bu çıkmaz sokağa daldığımız olur.

Kendimizle ilgili yani ikinci bir şahsı ya da toplumu ilgilendirmeyen ve onlara bir zararı da olmayan aksamalarımızın hesabını soracak olan merhameti pek büyük Rabbimiz olduğu için bir nebze umutla bakabildiğimiz bir alan oluyor. Allah(cc)’in rahmetinden emin olup kendimizi kaybetmek riski gibi bir tehlikeli yönü de var bu işin tabii ki.

Konu diğer kişi ve toplumların hukuku olunca; akan suların durması, yürüyen ayakların çakılması, konuşan dillerin lal olması gerekiyor. Çünkü dünyada ve ahirette muhatabımız, bizim gibi bir insan olacak ve kazanacak ya da kaybedecek çok değerli şeylerin olması muhtemel bir konuda bizim hesaplaşmamız herhalde hiç kolay olmayacaktır.

Sonuçta herkesin nefsini düşüneceği ve annenin evladından kaçacağı bir hesaplaşmadan bahsediyoruz. Kim kimi tanır, kim kime iltimas geçer?

Biz Müslümanlar için, yakınlık ve hukuk olarak en önde gelenler; aile ve akrabalarımız olduğu gibi, dinde kardeşlerimiz ve komşularımız da büyük hak sahibidirler. Diğer insanlardan uzak durmak gibi bir imkanla hukuklarını çiğnemekten kurtulma ihtimalimiz olsa da, bu yakınlarımız için uzak durma veya terk etme gibi bir durum başlı başına bir hak ihlali olur.

Akrabaları gözetmek ve komşulara iyiliğin yanında, hayatın değişik alanlarında karşımıza çıkan, bir sebeple münasebet kurduğumuz Müslümanların kardeşlik hukukuna da riayet etmek zorundayız.

Özellikle Ramazan ikliminde olduğumuz şu günlerde ve özellikle iletişimin daha çok telefon ya da internet üzerinden sağlandığı izolasyon şartlarında, çok kolay dilimize doladığımız kişi ve olayların amel defterimizin hangi yanına yazıldığına kafa yormamız gerekiyor.

Salih amellerimizi çoğaltmaya çalıştığımız, günahlardan uzaklaşmak için gayret ettiğimiz şu zamanda, bize ve muhataplarımıza hiçbir faydası olmayacak dedikodu ve gıybetlerle altına girdiğimiz vebalin ağırlığını hissetmiyor oluşumuz da ayrı bir dert.

Hakkında kulaktan dolma birkaç cümleyi geçmeyecek bilgi sahibi olduğumuz insanların, görünüşünden başlayarak davranışlarına, fikirlerinden başlayarak dindarlığına kadar, hemen her alanda, alay etmemizin, kafa bulmamızın, sosyal medyada bunu yaymamızın nasıl bir amel olduğunu azıcık düşünmemiz herhalde Müslümanlığımızın güzelliğine yapabileceğimiz en önemli katkılardan biri olacaktır.

Falanın sakalının şekli, filancanın örtüsünün durumu, diğerinin ağzı, ötekinin burnu, birinin sözü, diğerinin susması, bir başkasının yürüyüşü, daha başkasının gülüşü; bütün bunları eğlence meselesi yapmamızın, daha da ileri giderek hakaret ve aşağılama için kullanmamızın bir hesabı olmayacağını nasıl düşünebiliriz?

Düşünüyorsak, bunların helal olduğunu mu sanıyoruz? Ya da helalleşmenin gizli ve özel bir yolunu mu keşfettik?

Hz. Ali(r.a.)’a atfedilen bir darbı meseldir: İnsanlar bizim için iki sınıftır; ya insanlıkta eşitimiz ya da dinde kardeşimizdir.

İnsanlıkta eşimiz olanlar aynı zamanda dinde davetimize muhatap olanlardır. Muhatap olduğumuzda bu açıdan bir sorumluluğumuz olduğunu ve ona karşı her davranış ve duruşumuzun bir şekilde dinimize/davetimize mal edileceğini de hesap etmek zorundayız.

Kendisine hakaretler ve aşağılamalarla söze başladığımız birinin, bizi ve davetimizi can kulağıyla dinlemeyeceği kesindir.

Kardeşimiz olanlara karşı ise belli bir hukukumuz zaten vardır. Yani İslam bize bir mecburiyet koymuştur. Zulme bulaşmadıkça ve düşmanlık etmedikçe her Müslüman bizim için kardeştir. İşlediği günahlar bunu ortadan kaldırmaz. Hoşumuza gitmese de, itikadına zarar vermeyen fikirlere sahip olması bunu değiştirmez.

Hiçbir gerekçe, bir Müslümanla alay etmeyi, onun İslam’ını reddetmeyi, amelleri ya da fikirleriyle eğlenmeyi, sözleri ve fiilleriyle gıybetini yapmayı bize vazife olarak yüklemez. Ancak diğer Müslümanlara ya da insanlara zarar vermesi beklenen bir ameli hakkında ve sadece bu zarardan insanları korumak maksadıyla günahının ifşa edilmesi ve anlatılması mümkün olabilir.

Müslümanlık dille ortaya konan bir haldir ve ancak dille ya da amellerle aksi yapıldığında ortadan kalkar. Yani kişiyi İslam’a getiren bir tek söz olduğu gibi, yine bir tek söz İslam’dan çıkarabilir. Yine kişinin Müslümanlığına delil ve işaret kabul edilen namaz gibi bir tek amel bile yeterli iken, reddine de İslam’ın herhangi bir emrini -mesela zekatı- inkar etmek sebep olabilir.

Bunların dışında diliyle Müslümanlığını ikrar eden herkes bizim için dinde kardeşimizdir. Aleyhine bir delil bulunmadıkça, aksini iddia eden kendini sözü ile mahkum etmiş olur. Ayrıca herhangi bir kardeşimizin aleyhine delil aramak gibi bir vazifemiz olmadığı gibi, böyle bir durumda hüsnü zan ile lehine yorumlamaya çalışmamız emredilmiştir.

Ülke, ırk, kabile, mezhep, meşrep, cemaat, şehir, mahalle, köy, sokak veya soyadı gibi hiçbir ayrım İslam’ın hükümlerini ve kardeşliğin hukukunu ortadan kaldıramaz!

Dünyamızın eğlencesi yaptığımız insanların, ahiretimizin azabı olma ihtimali ne korkunç!