“Kalbimi alıp gitmek istiyorum; uzaklara..” dediğimiz zamanlarda gelen, hız ve haz çağında unuttuğumuz duyguları yeniden hatırlatan bir misafiri ağırlıyoruz şimdilerde.. Toprak kokulu akşamların ve bitmeyen işlerle dolu kalabalık şehirlerin de özlediği bir mevsim Ramazan..

Geldiğinde bizi nasıl bulduğundan çok giderken bizde neler bıraktığıdır önemli olan. Kariyer ve başarı yolunda hızla ilerleyen modern insana ‘yavaşla’ der oruç.. “Seni senden uzaklaştıran her şeyi geride bırak. Sahte sevgilerden, fıtratına aykırı eylemlerden kaçıp ilk nefes alışın gibi temiz, ilk adım atışın gibi masum bir yöne, ruhuna, kalbine ve Rabbine yönel..”

Ünlü psikolog Jung, “kollektif bir ruh yitimi” olarak tanımlıyor çağın nevrozunu. İnsan-vahiy ilişkisinin kopmaya başladığından beri her alanda, kaybolan ruhlarla karşılaşıyoruz. İbadetler ruhsuz, gençlik ruhsuz, sokaklar ruhsuz ve dahi kelimeler ruhsuz.. Bu nevrozun sebebini hakikaten kopuşa bağlamak, aslında hakikatin üzerini örten ya da onu anlaşılmaz kılan argümanların hayatın merkezinde oluşundandır. Lafız mananın, tecvit tertilin, mushaf Kur’an’ın önüne geçince Meryem/59’da tasvir edilen; ibadetin içini boşaltan, dünyevi zevklerin peşine düşen ve bu yüzden ‘derin bir düş kırıklığı’ yaşayacak olan toplumların içinde görürüz kendimizi. Anlaşılmayı bekleyen Kitab’ı evimizin en güzel duvarlarında kapalı kapılar ardında saklıyorsak, yıllar yılı her Ramazan mukabele okuyup da bir ayeti tedebbür etmeden bayram bekliyorsak Müslümanlığımızdaki ciddiyeti bir kez daha sorgulamalıyız. Orucu bir festival gibi kutluyor, akıl dışı sorularla orucu bozan şeyleri tartışıyor ve yetimin elinden tutmuyorsak o ibadet, ruhu ölmüş bir ceset olarak kalır ellerimizde.. Ayetin muhatabını uzaklarda aramayın, “derin bir düş kırıklığı” gibi muhteşem bir ifadeyle bizden bahsediyor Rahîm olan.. Aşksızlığımızdan, merhametsizliğimizden bahsediyor..

Ruh yitiminin arka planında hatırlanmaya değer bir şey değilken hatırlanan insanın yere göğe sığmayan egosu var hiç şüphesiz. Eşyanın hakikatini görmek şöyle dursun eşyanın kölesi olan, çoğaltma tutkusunun oyaladığı tatminsiz insan var. İşte Ramazan, sonsuzluğun ortasında nokta kadar olan dünyada ‘sadece bir kul’ olduğunu hatırlatır insana.. Ve şöyle der: “Sınırsızlık çölünde rahmete susayan ruhunun yağmura ihtiyacı var. İçgüdülerini ve duygularını yönetebileceğin bu zamanda, dünyalık peşinde hızla koşan benliğini yavaşlatmak için geldim. Sana seni veren, seni senden çok seven Vedûd, oruçlu dudaklarla iftarı bekleyişini seviyor en çok. Açlığı ve susuzluğu tattırıp yeryüzünde bir damla suya muhtaç olanları hatırlamanı istiyor. Yalnızca bu ay değil her zaman onların elinden tutmanı, başkasının derdini dert bilmeni istiyor. Zira teselli arıyorsan O’nun kapısına adanmalısın..”

Yaz mevsiminin bütün kirlenmişliğini temizleyen yağmurlar vardır. Ramazan’ın kelime anlamlarından birinin ‘sonbahar yağmuru’ olması ise ayrı bir teşekkür sebebi.. Siyasi kutuplaşmalar, ırkçılık, cemaatçilik, mezhepçilik gibi ruhumuzu tanınmaz hale getiren ne varsa alıp götürmek için gelir.. Dünyevilikle geçen zamanlarda insanın sınırsızlığını kontrol altına alan ve ruhuna dokunan bir mevsim Ramazan. Okuyabilene en iyi terapi..

Sözlerin sultanının yeryüzüne inerek Ramazan’ı ‘ayların sultanı’ yaptığı bu kutlu mevsim, kirlenmiş ruhumuza cemre gibi düşsün.. Irkçılıktan, nefretten, ötekileştirmeden uzaklaşıp Kayyum olanın kulunu en çok yakıştırdığı yere, secdeye dönelim..

Kalp kırmayı değil, yürek fethetmeyi ve merhameti öğretir insana oruç. 
Şâirin ifadesiyle: "Kırları, ormanları, kentleriyle / Herkesin yüreği bir ülke.."