Zemahşerî, Keşşâf’ında, Allah’ın kullarından aldığı üç ahit hakkında şunları söyler:

“Birinci ahit, Hz. Âdem’in bütün zürriyetinden alınmış olan ‘rubûbiyeti ikrar ve kabul’ ahdidir. (A’râf 7:172)

İkinci ahit sadece peygamberlere mahsus olup, Şûra suresinde (42.13) bildirildiği üzere onlardan ‘risaleti tebliğ etmeleri, dini dosdoğru yaşamaları, dinde tefrikaya düşmemeleri konusunda alınmıştır. (Ahzâb 33:7)

Üçüncüsü ise sadece âlimlerden alınan ahit olup, şu âyette ifade edilmiştir: Hani Allah, ‘Kitabı mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!’ diyerek kitap verilenlerden söz almıştı...” (Âl-i İmran 3/187)”

Ahitin bir bir bağla(n)ma olması bakımından, onu kabul edenin onun çerçevesi içinde durması veya ahdine göre onun için belirlenen menzilde akması demektir.

Söz konusu üç ahdin ilk ikisini nübüvvetle ilgili olması nedeniyle paranteze alarak, âlime mahsus olanını anlamaya yöneldiğimizde, bu ahdin, ay ve güneşin kendi yörüngelerinde akmasından (Ra’d 13:2; Enbiya 21:33; Yasin 36:40) bir mecaz olduğunu görürüz.

Rabbimizin bizlere verdiği nimetlerin gerçek kadrini ancak yokluklarıyla bilebildiğimiz için, takvimle ilgili gündelik ilgilerin sıradanlığının dışında ayın ve güneşin kendi menzillerindeki muntazam akışlarını tefekkür etmediğimiz gibi, âlimlerin doğum, yetişme ve çalışmalarını da –örnek alınacak bir mesel, bir efsane katına yükselmeden- kolay kolay bilemeyiz. Oysa ki onlar Allah’ın kendilerinden aldığı ahde uygun ve ahdin zorunlu kıldığı menzillerde asırdan beri akar dururlar.

Karabatak dergisinin 53. son sayısında (Kasım 2020) Hasan Tahsin Feyizli ile yapılan söyleşiyi okuduğumda, hislenmemi ve onu tanımamaktan duyduğum mahcubiyeti ancak yukarıda arz ettiğim hususları düşünerek kendi içimde dengeleyebildim. Öyle ya, ay ve güneş konusundaki tefekkür eksikliğimle, kendi zamanımın değerlerini bilme ve tanıma konusundaki eksikliğim fiilen ve mecazen eşitleniş oluyordu.

Feyizli Hocanın “Limanıma Uğrayan Bütün Yolcuları Alırım” sözünün başlığına çekildiği söyleşiyi Şule Kala yapmış.

Hakkında verilen kısa bilgiyle göre Feyizli, İmam-Hatip okulundaki yıllarında Celalettin Öktem, Nurettin Topçu gibi önemli muallimlerin tedrisatından geçmiş. Uzun yıllar öğretmenlik ve idarecilik yapmış, mühendislik bilimleriyle uğraşmış, önce tilavet talim ve terbiyesi alarak Kur’an’ın doğru kıraatına yönelmiş. Bu ilgi içinde kitap ve çeviri çalışmalarına, Feyzu’l-Furkan adıyla bir de Kur’an meali eklemiş. 70 yaşında yüksek lisansa başlayan Feyizli, 80 yaşında profesör olmakla kalmamış, mühendisliğe ilişkin bir tekniği geliştirerek mucitler listesine de adını yazdırmış.

Kur’an ile tanışmasını şöyle anlatıyor Feyizli:

“Ben ilkokul beşinci sınıftayken, yasak olmasına rağmen babam bana Kur’an elifbası verdi. Birisinden rica edip bulmuş kışın; on beş tatilde koltuğunun altına saklayarak bana getirdi. ‘Ben okuyamadım oğlum okusun’ hevesi varmış içinde. O sevgiyle mahalledeki hocanın yanında derse başladım. Günde üç defa hocanın yanına gidiyordum. İkinci veya üçüncü günde elifbayı bitirdim. Akabinde hemen surelere başladım. Ara tatil bitene kadar ‘İnna enzelna’ yani Kadir suresine kadar gelmiştim. Tatil bitip okul açılınca hazirana kadar evde yavaş yavaş okudum. Bu sırada Kur’an kursu açılmıştı. (...) Benim içim yanıyordu oradan geçerken. Kur’an seslerini kulak verip dinliyordum hep. Arı uğultusu gibi çalışıyorlardı. ‘Babama diyeceğim beşi bitirince beni Kur’an kursuna versin.’ diye içimden geçirirken babam ise ‘Seni ortaokula verince büyük adam olacaksın’ diye hevesleniyordu. ‘Yok, ben hafız olacağım.’ dedim. ‘Oğlum etme sana elbise alırım, takım elbise alırım, kravat alırım, şapka alırım’ dedikçe ‘Yok, ben hafız olacağım’ diyordum. ‘Tamam’ dedi, elimden tutup hocaya götürdü”.

Hafızlık ve kurra hafızlık süreci böyle başlıyor Feyizli’nin. Daha 15 yaşındayken imam oluyor ardından Arapça derslerine başlıyor; İstanbul’da sürdürüyor Arapça derslerini sonra İmam-Hatip okulu ve teknik ilgisinin artışı başlıyor.

Feyizli, önceleri müftü olmayı arzularken, öğretmenlikte karar kılıyor. Öğretmenliği esnasında tercüme çalışmalarına başlıyor. İslam’da Miras Hukuku, Abdülkadir Udeh’ten İslam’da Mala ve İdare, İmam-ı Azam’dan Fıkh-ı Ekber, Ömer Nesefî’den Akaid tercümeleri peş peşe kitaplaşıyor.

Feyizli’nin elektrik ve makinaya olan derin ilgisi ise ayrı bir tatlı serüvendir. Bunu öğrenmek ve bir ilim adamının kendi menzilinde nasıl aktığına tanık olabilmek için, mezkur söyleşinin tamamını okumak gerekir.