İnsanoğlunun herhalde ‘hayatta kalmak için mücadele’ hissi kadar, sabit ve fıtrattan olan bir özelliği de, ‘kendini temize çıkarmak’ olarak isimlendirdiğimiz bir savunma sistemine sahip olmasıdır.

Başımıza, gözümüze gelen bir cisme engel olmak için gösterdiğimiz hızlı ve hayati reflekslerin bir benzerlerini, benliğimize yapıldığını hissettiğimiz saldırılar ya da suçlamalar karşısında sergiliyoruz.

Bu hal, ani olsa da çabuk savuşturulabilir olmayabileceğinden olsa gerek, bu davranışı bir karakter olarak yerleştirip, artık hemen her konuda aynı savunma refleksiyle konuşmaya ve davranmaya başlıyoruz.

Ayağımız kayıp düştüğümüzde, ilk baktığımız bizi kaydıranın ne olduğudur. Bir suçlu bulmak çok rahatlatıcıdır zira…

Evde, yolda, işte veya trafikte aksayan, yanlış giden ne varsa bizim dışımızda bir sebebi vardır mutlaka. Hatta din işlerimizde eksiklerimizin ve günahlarımızın da suçlusu sadece biz değilizdir. Vardır illa ki bir suçlu, bir düşman…

Pek haksız da sayılmayız; dünyayı ekseninde tutan bizim yaptıklarımız olmadığı gibi, kaderin cilveleri sadece bizim için tecelli etmemektedir.

Hayat; birbirine bağlı milyonlarca zincirin ucunda asılı bir narin fanus içinde parıldayan ışık gibidir. Biri kopmakla düşülmez hatta birkaçının kesilmesi ile de. Ne ki, eksilen her bir halka, kopan her bir bağ, birlikte bir şeyleri de alır götürür boşluğa ve salınır kalır öylece bir şeyler…

Bütün mesele; doğru duran ya da aksayan her noktayı tevekkül ve metanetle karşılamak, adalet ve merhametle muamele etmek, dirayet ve rifkatle yürümeye devam edebilmektir.

Kusurun ne tamamen kendimizde olması, ne de tamamen başkasında bulunması söz konusu değildir.

Milyonlarca zincir aynı anda kopmuş ve fanusumuz dünyanın soğuk mermerlerinin üstünde darmadağın olmuşsa; bizden ve başkalarından kaynaklanan bir çok sebep bir araya gelmiş demektir.

Ortaya çıkan zorluğa karşı ilk geliştirmemiz gereken kalbi direniş, tevekküldür. Ancak orada bırakıp kenara çekilmek değil metanetle üzerine yürümek ve o hali değiştirmek için hamle yapmak gerekir. Aslında tevekkülün doğru pratiği de budur.

Suçlu ya da günahkar durumdayken, insanın devreye en hızlı giren hissi olarak karşımıza çıkan ‘kendini temize çıkarma’ arzusu, kesinlikle adaletle çözülmelidir. Adaleti sağlamak için, kendimizden başkalarına biraz da olsa merhametimizin olması gerekir.

Adalet ve merhameti ayakta tutmak için çok güçlü bir dirayete sahip olmak şarttır. Dirayeti dengeleyerek adaleti ayakta tutmamızı temin eden bir başka destek ise rifkattir, yumuşaklıktır, acıma hissidir.

Biz yoldan çıktıysak, elimizden bazı nimetler alındıysa; bunun bütün suçlusu şeytan değildir. Nefsimizin payını unutmamak gerekir. Zira nankörlük, şeytanın bir iğvası değil; insanın sapmasıdır, yanılmasıdır, isyanıdır, nisyanıdır, insanlığıdır…

Şeytana bile adil olmak bizim menfaatimizedir. Ona adaletle yaklaşmamız kendimize olan merhametimizin ölçüsüdür. Dengeyi kaçırırsak, kendimizi kendi katımızda temize çıkarabiliriz ancak başkalarının; hele de kalplerde olanı da bilen, Aziz ve Celil olan Allah(cc)’in katında kirli kalmamız mukadder olur.

Bu noktayı idrak ettiğimizde, dünyalık olarak başımıza gelen işlerde, elbette hem kendimize hem de muhataplarımıza daha doğru davranmamız kolaylaşacaktır.