Mevsim bahar ama tükenmedi kalbimizin kışı. Şehrin sessizliğini bozan bir patlama sesi. Tedirgin adımlar, artan kalp atışları ve şehâdetin kokusu.. Hep böyle yazılır değil mi bu toprakların öyküsü? Herkesin acısı kendi içinde filizlenir ya da hep büyümeden mi koparılır çiçekler..?

Hastane koridorlarında hareketlilik başlar acı bir siren sesiyle. Ambulans her zamanki gibi cennete yolcu taşır. Kapılar açılır, yaralı askerin üzerinden sıcaklığı hissedilen ve belki de son anlara tanıklık eden çelik yeleği, çantası, emanet edilen silahı alınır. Onları bekleyen ekip ilk müdahaleyi yaparken adı soyadı, birliği, doğum tarihi ve memleket bilgileri alınır. Yaralılar gelmeye devam eder, her birinin başka bir acısı olmasına rağmen o müthiş cümleyi duyarsınız: “Arkadaşlarımı yalnız bırakamam, bırakın da gideyim, hemen iyileştirin beni..!”

Ve kalabalıklar artar, silah arkadaşları gelir, isimler, umutlar, cevapsız sorular: Yaşıyor mu, durumu iyi mi? “Seninle daha nice yollar yürüyeceğiz kardeşim. Uğruna canımızı feda ettiğimiz vatan için ne gerekiyorsa yapacağız. Yeter ki iyileş devrem, nice hainin hesabını soracağız birlikte!” diyerek teselli olurlar birbirlerine.

Sonra lâl olur diller, içinde çağlayan bir nehir gibidir o duygular. Başını kaldırır hekim, tek kelime konuşur ve susar: Şehit..! Adanmış bir hayatın, feda edilmiş bir öykünün son kelimesidir o.. “Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı” der soğuk ekranlar. Oysa ki bu şehâdet yolculuğu, başlı başına bir kurtuluştur.. Kalabalığın arasından geçer sedyeler, üzerinde beyaz bir sonsuzluk. Acilden morga uzanan o yolculukta şehit olmaya aday askerler eşlik eder. Kapılar kapanır, tabutlar bayraklanır.. İçimizde doldurulamayan boşluk, kalbimizde hüzün ve gece vakti ayetler yükselir semâya bir bir.. İman diyorum, şehâdet diyorum, vatan diyorum, ne güzel kelimeler..

Ertesi gün şehit töreni var. Güneş kimseyi incitmeden geçip gidiyor acıların arasından. “Şehit Ailesi” yazılı bölgeye doğru yaklaşan kalabalığın dünyaya dair söyleyecek hiçbir şeyi kalmamış. İçinde çığlık atan bir acı var çoğunun belki ama susmak esaslı bir eylem onlar için. Her şeye ve herkese susmak.. Eller sadece duâ için açılıyor ve diller hep aynı cümleyi tekrarlıyor: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz bilemezsiniz!” (2/154)

Nasıl unuturuz ‘bu kutunun içinde babam mı var anne?’ diyen çocukları, şehit cenazesinin son geçişini.. Bir yanı eksik kalan eşinin son bakışlarını nasıl unuturuz..? Yanındaki arkadaşına ‘babam iftara yetişemedi ama cennete yetişti’ diyen şehit çocuğunu ve annesinin eliyle oyuncak bebeğini hiç bırakmayan, her şeyden habersiz buğulu gözlerle bakan Ecrin’i nasıl unuturuz..? “Oğlum tam da senin yaşındaydı” diye sarılan anneleri teselli edecek bir tek cümle bulamayışımızı, ‘vatan sağolsun’ temennilerini nasıl unuturuz? Ve bütün bu acıları bana hatırlatan kolonya kokusunu..

Sözün bittiği yerde ideolojilerin, politik kampların, sahte sloganların, hamasî söylemlerin, ‘yerli ve milli’ duyarsızlığın, hiçbir şeyi umursamayan, konforundan asla taviz vermeyen zihniyetlerin bir önemi yok sevgili dost. Ortadoğu analizleri, naklen operasyon yayınları, taziye mesajları, bayrak paylaşımları da teselli olmuyor hiçbir acıya.. Ortak acılarda buluşamayan, ortak dertlerin yolcusu olmayan insan, insan mıdır..? Bu topraklarda gözü olan, birlik ve beraberliğimizi hedef alan her kim varsa Müstakîm olan Allah’a güveniyor, yalnız O’nun adaletine sığınıyoruz. Ve İlahî Kelâm’ın müjdesiyle teselli oluyoruz: “Onlar Allah’ın lütfundan kendilerine bağışladığıyla kıvanç duyarlar. Arkadan gelip de henüz kendilerine kavuşmamış olanlara, geleceğe ilişkin kaygı ve geçmişe dair üzüntü duymayacakları müjdesini vermekten haz alırlar..” (3/170)

Hayatını imanına şâhid gösterebilen, ölümü hayattan çok seven adanmış kahramanlara rahmet olsun..