Hayat, insan için bir açıdan, bildikleriyle tecrübe ettiklerinin kesiştiği yerdir. Saf ve temiz fıtratların öğrendikleri doğrularla karşılaştıkları yanlışların tenakuzunu yaşarken hissettikleri şaşkınlığın telafisi genellikle yoktur. Telafi edilemeyen çıkmazlar tevil edilerek savuşturulur.

Annesinden sevgiden başka bir şey görmemiş çocuğun, annesinin ilk kızgınlığında yaşadığı şok, belki de hayatının geri kalanında başına gelecekler için bir hazırlıktır. Tevili hemen yapılır; kızmıştır ama sevdiğinden…

Sonra ilerleyen yıllarda, her kızanın sevdiğinden kızmadığını anlaması da biraz zaman alacak, hatta birileri bunu hiçbir zaman anlayamayacaktır.

Bütün teviller bir çare arayışının meyvesidir denebilir.

Gücümüzün yetmediği, değiştiremediğimiz, bizi çaresiz bırakan meselelerde teviller ve birilerine sorumluluğu ihale etme yolu her zaman açıktır.

Geri kalmışsak, kesin düşmanlarımızın zalimliğindendir.

Zayıf bırakılmışsak, coğrafyamızın kader oluşundandır.

Cahil kaldıysak, dilimizi ve alfabemizi değiştirenlerin suçudur.

Salgın varsa, egemen güçlerin ve üst akılların üretimidir.

İlaç bulamıyorsak, piyasayı elinde tutanların oyunudur.

Namaz kılmıyorsak vardır illa bir izahı! Oruç tutamıyorsak kesin bir zafiyetimiz vardır.

Düzgün ve dürüst bir hayat yaşamıyorsak, sorumlusu çoktur, bize sıra gelmez.

İyi Müslüman olamıyorsak, biz iyiyizdir ama çevremiz kötüdür.

Güvenilir insan olamıyorsak, şartların suçudur.

Her zor için bir kaçamak, her eksiğimiz için bir tevil, her felaket için bir komplo teorisi, her savaş için mayın eşeği, her barış için hain, her kalkınma için bir dış müdahale, her güzellik için bir kötü söz, her saldırı için bir bahane vardır, bulunur yani, yoksa da buluruz.

Bahane bulmak bizim işimiz!

Aslında komplo teorilerinin çoğu “Allah(cc) belamızı verdi” diyememenin sonucudur, bir kısmı da “belamızı aradık ve bulduk” diyememenin. “Allah(cc) belamızı verdi” diyemeyenler, iman edenlerden iken; “aradık ve bulduk” diyenler genelde deistlerden çıkıyor.

Oysa, bütün tezlerin bir yanı haklı ve gerçek; biz azdık, şükrü terk ettik, adalet ve merhametten nasibimiz azaldı ve neticede Allah(cc) dünyanın belasını verdi.

Kınadıklarımız başımıza geldi!

Hem de daha bu ne ki? Asıl gelmesinden endişe etmemiz gereken daha büyük felaketlerden korunmamıza vesile olan, hayırlarımızı ve hayırlılarımızı hayırla yad etmek gerekiyor. Onların emekleri ve gayretleri ile bizim verdiklerimiz bir nebze kalkan olmasa, dünyanın başımıza yıkılması işten bile değil!

Şükür ki; Allah(cc) rahmet ve nimetlerini hesapsız ve karşılıksız veriyor. Aramızda dolaşan masumların dualarıyla yaşamaya devam ediyoruz.

Efendiler!

Allah(cc) dilemedikçe kuru bir yaprak bile ağacından kopup yere düşemez.

Yerin ve göklerin, mutlak hakimi, Alemlerin Rabbi Allah(cc)’dir.

Bu dünyada; egemen batının, üst akılların, şer güçlerin değil Allah(cc)’in hükmü geçer.

Onlar plan yaparlar, proje üretirler ve alemin başına çorap örerler, işleri bu. Ama netice ve kesin hüküm ancak Allah(cc)’indir.

Komplo teorilerine kafayı kaptırıp, Kadir-i Mutlak olan Allah(cc)’in kudretini göz ardı etmek, bizi yok edecek asıl virüstür.

Rahat olun; dünya Allah(cc)’in mülküdür ve O’nun mülkünde O’nun istemediği hiç ama hiçbir şey olamaz!

Zalimlere mühlet, mazlumlara mihnet veriyorsa; dünyanın kaderi O’nun elinde olduğundandır, ahirette kimin ne muameleye tabi tutulacağı belirleniyor olduğundandır, -dünya hayatının maksadı olan- kimin daha iyi ameller işleyeceği gerçeğinin ortaya çıkacak olmasındandır.

Başkalarını suçlayıp geriye yaslanarak seyretme lüksümüz olmadı, olamaz da. Biz iyi birer insan ve salih birer kul olmakla vazifeliyiz. Vazifemizin zamanı, şartları ve sınırları Kitap ve sünnet ile belirlenmiştir.

“Kim iyilik eden biri olarak yüzünü Allah'a teslim ederse o en sağlam kulpa yapışmıştır. İşlerin sonu Allah'a aittir.” (Lokman, 22)